2 Ocak 2009 Cuma

Bayrağım
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bayrağımızla ilgili duygular, şiirler, ortaya konulanlar. Rahmetli Arif Nihat Asya hocanın dillerden düşmeyen“Bayrak”şiiri. Bu şiirin yazılışının öyküsünü kendisinden dinleme şansını yakalayanlardan birisi olarak, göklerde bayrak bayrak dalgalanmaların onur ve gururuyla yaşamalıyız, diye söze başlamak istiyorum:
Arif Nihat hocanın bilinen alkışlanan, aranan şiirinin girişi:
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım.
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Ve bu şiirin sonundaki duygular, anlatılmak istenilenler, anlatılanlar verilmek istenilen, verilenler:
Tarihim, şerefim, şiirim, her yeşim;
Yer yüzünde yer beğen,
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!..
Ve Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki “Bayrağım” adlı şiiri. Bunların mısraları arasındaki gezintimiz:
BAYRAĞIM
Güzide Gülpınar Taranoğlu aynı adla iki şiir yazmış. Daha doğrusu tespitlerimiz böyle. Birinde, “Varlığım, ölüm-kalım anlamım/damarlarımdan akıttığım kanım/Yediden yetmişe milli heyecanım” diye başlayan şiir.
Bir başkasında, bayrak duyguları yine yoğun, doruklarda Güzide Taranoğlu’nun. Bu şiirin iki dörtlüğü.
Al bayrağım kanım benim,
Varlığınla övünenim,
Dünya durdukça güvenim,
Pay alırım bu onurdan.
*
Ay-yıldızla gökte esen,
Ülkelerde en hoş desen,
Yurdumuza sembolsün sen,
Pay alırım, bu onurdan..
Ve son şiirimiz Fatma Uçarlar’a ait yine “Bayrağım” adıyla, Dört dörtlükten meydana gelen Bayrağım’dan:
BAYRAĞIM
Fatma Uçarlar, bayrak duygularını temelden kucaklayarak yola çıkıyor. İçten ve samimi duygularıyla “Ağlamayı bilmeyen bu gözlerim/söz dinlemez bayrak adı geçince/Türkü olur, destan olur sözlerim/Semalarda al bayrağım esince” diye söze başlıyor ve iki dörtlüğünde şöyle haykırıyor:
Asırlarca kıtaları dolaştın
Türk neferin yanındaydın, yoldaştın,
Özgürlüğün yolunu da sen açtın,
Kalleş düşman yolumuzu kesince.
*
Huzurludur senin gölgende yatan,
Dalgalandığın yerlerdir bu vatan,
Şaşırıp da seni yerlere atan,
Korksun Türk’ten, uzaklaşsın sessizce.
***
Ankara’da Ulus İşhanı’nın söyledikleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Binalar konuşur mu? Bazen konuşur, kitaplara konu olur, Yıllarla birlikte getirdikleriyle zenginleşir, anlam zenginliği içine girer.
Kısa VEKAM olan, Vehbi Koç Vakfı Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi, Ankara-Keçiören de ki merkezinde ve buradan çıkışlı olan çalışmalarla dikkat çekmeye, takdir toplamaya devam ediyor.
Geçenlerde VEKAM’ın bir toplantısı daha vardı Ankara’da.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ali Cengizkan ve Didem Kılıçkıran imzasıyla yayınlanan ve bu iki imzanın, imza sahibinin kaleme aldıkları;
“Yer’in Sesi Ulus İşhanı’nın Söyledikleri” adlı bir araştırmaydı bu yayın.
Büyük boy 118 sayfayla şekillenmiş, yayınlanmış. VEKAM Yayını olarak günyüzü gören kitap, dünden bugüne önemli görüntülerin, bilgi ve belgelerin getiricisi olarak görülüyor. İçindekiler bölümüne şöyle bir göz atıyoruz:
- İşhanı Ankara’da bir “yer” Biz nasıl dinledik?
- İşhanı sahneye çıkıyor: Yapı’nın ve yer’in öyküleri,
- Kamusallığın mekanlığı: Yürümek, durmak, oturmak,seyretmek, dokunmak,
- İşhanı’nda kamusal yaşamı: İçeriden bakmak,
- İşhanı’nın sahipleri esnafın sözü: “Bambaşkadır burası” vd.
VEKAM Yayınlarının 14 ncüsü olarak günyüzü gören olarak bize ulaşan kitabın önsözü yazarlarınca kaleme alınmış. Buranın bir yerinde;
-“Elinizdeki kitapta, içinde Türk ulusunun Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına tanıklık eden yapılarını ve mekanlarını, bu tarihi olayların yaşandığı –yer-leri barındıran başkent Ankara’nın en eski toplumsal, ticari ve tarihi bölgesinin tam ağırlık merkezinde bulunan bir –modern-alışveriş merkezinin nasıl bir –tehdit altında-olduğu konu ediliyor” denilmekte efendim.
Sayfa 14’den bir spot: Kentlerimizin parçaları ve onları oluşturan mimari ürün yapılar, sokaklar caddeler, parklar, meydanlar, kamusal yaşamı oluşturan kentte yaşayan kişileri kentli yapan, Ankara’da yaşayanları Ankaralı kılan taşınmaz kültür varlıklarıdır!... Onların geçmişi bir kazanımlar, yaşanmışlıklar birikimidir. Bunlar göz ardı edildiğinde kentlerin geleceği kalmaz.
Fotoğraflar. Ulus İşhanı, Atatürk heykelinin bulunduğu zeminin üstündeki bina. Önden bakıldığında Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tabelasının bulunduğu tarihi ağırlıklı görkemli bina.
Arkasından, kitap içindeki onlarca eski bina fotoğrafı. 1948 yangını öncesi Maarif Vekaleti. 1929 yangın sonrası Ulus, görüntüleri.
Araştırmacıların değerlendirmelerinden bir bölüm daha: 1950’lerin mimarisini temsil eden, sunduğu farklı nitelikli alışveriş kültürüyle Ankara’nın ilk alışveriş mekanlarından biri olan, Ankara kentinin ve Ankaralıların 1950’lerden beri hafızasında yer etmiş Ulus İşhanı’nın nedeni ne olursa olsun asla yok olmaması gerektiğini söylüyordu (İşhanı: Ankara’da bir “Yer”den)
Kitap içinde son sayfalarda bazı isim ve imzaların Ulus İşhanı’yla ilgili görüşlerine de yer verilmiş. Alışveriş merkezlerinin renkli görüntüleri, halkın alışveriş kaynaşması içindeki bütünlüğü sayfalara aktarılmış.
***
Türkiye, KKTC, Azerbaycan,
tarih, kültür ve ekonomi çeşitlemesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kıbrıs’tan bana karşı ilk ses, şair-yazar ve eğitimci İlter Veziroğlu tarafından 1960’lı yılların başında geldi. Azerbaycan’dan ise, 1992 yılında yayınladığım ve 100.cü kitabım olan, “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri” adlı kitabımla gelen dolaylı seslerdi.
Sonra, Doç. Dr. Tamilla Aliyeva Abbashanlı, Prof. Dr. Elçin İskenderzade (Hocamız Vektor Neşirler Evi’yle önemli işler görüyor), Prof. Dr. Celil Nağiyev ve giderek artan şair, yazar ve gazeteci dostlarımız sayılabiliyor. Azerbaycan çıkışlı 1500’ün üzerinde makale yazıp yayınladım. “Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız” görüşümden hareket ettim ve hareket etmeye devam ediyorum.
KIBRIS ŞİİRLERİMDEN
1950’li yıllardan beri, çocukluğumuzun ilk günlerinden beri, Kıbrıs konusunun Türkiye’nin gündeminde olduğunu unutmamalı, Türk Milletinin gündeminde bir Kıbrıs ve KKTC bulunduğunu hep hatırlamalıyız.
O yıllarda, yani 1950’lili yıllarda, Türkiye’de iller itibariyle Kıbrıs konusunda mitingler yapılıyor, televizyonların olmadığı günlerde bu mitingler radyodan veriliyor, heyecan içinde ve dikkatle izleniyordu.
Kıbrıs olaylarının sıkıntı verici tarihinin 21 Aralık 1963 olduğunu kabul etmek yanlış olmaz.
1961 yılında yayınladığım “Makarios’a Açık Mektuplar-Akdeniz’in Yeni Dalgaları” (1) adlı şiir kitabımın 2. baskısı 1966 yılında yapıldı (2). Bu her iki kitapda da, Kıbrıs’a ve Kıbrıs’ta yaşayan Türk kardeşlerimize duyulan sevgi çıkışlı, Rumlara dolayısıyla Makairos’a duyulan nefret yeralıyor;
Biz ki, dünyanın dört yanında dolaşanlardanız,
Biz ki, cephelerde hep zaferle buluşanlardanız,
Biz ki, harpde cesedler sermeyi alışanlardanız,
Biz ki, dünyanın dört yanında dolaşanlardanız…
diye hatırlatmada bulunuluyordu. Bu şiirler arasında Makarios’a yazılan 7 açık mektup vardır. Birinci açık mektupta;
Hainliğin, kahpeliğin dünyada daha var mı yeri?
Şahlan kahraman Türk ordusu ve atıl, atıl ileri,
Ne çabuk da unuttunuz, bizden aldığınız dersleri,
Hazırlanmış duruyor, temiz bir milletin askerleri,
Tarih boyunca çekilmedik, çekilmeyeceğiz geri..
diye söze başlanıyor, son açık mektup da da yine Makarios’a;
Yazık, duyulmuyor sesin,
Enosistir hevesin,
Türk milleti yaşadıkça,
Kesilecek sesin…
Kararlılığı sergileniyordu. Sonra Kahraman Türk ordusu için yapılan bir başka hatırlatmada;
Bir ordu var ki, dengi yoktur cihanda,
Her şeyi var ederler az bir zamanda,
Cephelerdeki paşaların yanında,
Bir ordu var ki, dengi yoktur cihanda…denililp, Yunan ordusu’na;
Biz Mohaç ve Çaldıranlarda koşanlardanız,
Biz hürriyet diye şahlanıp coşanlardanız.
Mısralarıyla hatırlatmada bulunularak, dikkat çekiliyordu.
RUMLAR MİNARELERDEN KORKARLAR
1966 yılında önce bir gazetede röportaj olarak yayınladığım, sonra kitaplaştırdığım “Kıbrıs Semalarında Cengiz Topel’imin Yumruğu” (3) adlı kitabımda, Mustafa Salih isimli, Yüksek İhtisas Hastanesinde tedavi için yatan Kıbrıs mücahidiyle yaptığım röportajda, “Rumların Türklerden korktuğu şey nedir? soruma Mustafa Salih’in;
“Rumlar en çok minarelerimizden korkuyorlar. Minarelerin içinde ağır toplar olduğunu düşünüyorlar. Bu korkunun onlara Allah tarafından verildiği inancındayım” diye cevap verişi, beni düşündürmüş, sevindirmiştir.
***
Türkiye, KKTC, Azerbaycan,
tarih, kültür ve ekonomi çeşitlemesi (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
YUNAN TEMYİZ MAHKEMESİNİN KARARI:
Türk Ordusunun Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır.
Yunanistan Temyiz Mahkemesi 21 Mart 1979 tarihinde 2658/79 sayıyla bir karar veriyor. Karar: Türk ordusunun Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Suç, Yunan subaylarına aittir, şeklinde özetleniyor.
Bu kararın, o dönemin Başbakanı Konstantin Karamanlis tarafından, “Yunanistan aleyhine kullanılabilir” gerekçesiyle kamuoyuna duyurulması yasaklanıyor. Arkasından, dava dosyaları, “çok gizli” kaydıyla kasaya konulup, saklanıyor.(4)
1976 yılında Yunanlı bir subay, 22 Temmuz 1974 tarihinde Lefkoşa üzerinde uçarken, uçağının Güney Kıbrıslıların açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanması sonucu ölüyor. Yunan Delta nakliye uçağının içinde bulunan ve ölen oğlu için tazminat talebinde bulunuyor davacı Yunan vatandaşı.
Atina Mahkemesi 1978 yılında verdiği kararda, “Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması gerekmektedir” diyor. Ekonomi Bakanlığı tazminatı ödememek için karara karşı çıkıyor ve temyize gidiyor.
Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı bozmadığı gibi, güçlendirici bir karar veriyor. 21.03.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararda özetle;
-“Davacı tarafından öne sürülen iddiaların gerçek olduğu, mahkememizce yapılan araştırma sonucu kanıtlandı. Zürich Antlaşmasını imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere-Garantör-devletler olarak, Kıbrıs’ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya da bölünmesini önlemek için, Kıbrıs Cumhuriyetinin güvenliğini garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardı” dedikten sonra,
1974 Temmuz ayının ilk haftasında Kıbrıs devlet Başkanı Makarios’a karşı bazı subayların darbe hazırlığı girişimi ve 102 Yunan subayının da yer aldığı darbenin gerçekleştirildiği, ağır silahlarla Başkanlık sarayına yapılan saldırıdan mucize eseri olarak Makarios’un kurtulduğu hatırlatılıyor ve;
-“Kıbrıs Anayasası, asi Yunan subayları tarafından çiğnendikten sonra Nikos Samson başa getirilmiştir. Türkiye ise 20 Temmuz 1974’de, yaratılan durum nedeniyle hukuki hakkını kullanarak Kıbrıs’a müdahalede bulunmuştur” deniliyor.
KKTC ve DENKTAŞ
Kıbrıs davasının içinde, bir çınar gibi duran, bu davanın her kademesinde yeralan Rauf Denktaş’ın hizmetleri, mücadeleleri, üzerine bir şeyler örtebilme gayreti içinde olanlar var sanki son yıllarda.(5)
Dr. Fazıl Küçükten sonra, hatta O’nunla beraber, Kıbrıs davasının her kademesinde bulunmak, mücadele etmek, ancak Rauf Denktaş’a nasip olduğu gerçeği bazı çevrelerce bilinçli olarak örtülmek kapatılmak isteniyor. Rauf Denktaş’ın önceki dönemlerde, Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde hep Kıbrıs Türkünün hakkını savunmuş ve korumuşluğu gözden uzak tutulmak isteniyor.
Gerek KKTC’de, gerek Türkiye’de bu gerçeklerin üzerine örtme çabası içinde olanlar, geçmişin sıkıntılarını yaşamamış, siyasetin şu veya bu biçimde görev verdikleridir..
O Rauf Denktaş’daki, Türkiye’de bazen “üzüldüklerini” söyleyenlere karşı, “üzdüğüme üzgünüm. Bu milletin üzülmemesi için, kendilerine daha fazla üzmemek için bildiklerimi söylemek mecburiyetindeyim. Bunu görev biliyorum” diyebilmektedir.
KAYNAKLAR:
1- Kayacan, İsa: Makarios’a Açık Mektuplar (Akdeniz’in Yeni Dalgaları) Şiirler, 1961, Kardeş Matbaası-Ankara)
2- Kayacan, İsa: Makarios’a Açık Mektuplar-Şiirler (Genişletilmiş 2. baskı, 1966, Kardeş Matbaası, Ankara)
- Kayacan, İsa: Sevgi Yumağı-Şiirler (Vektor Neşirler Evi, 2008, Azerbaycan)
3- Kayacan, İsa: Kıbrıs Semalarında Cengiz Topel’imin Yumruğu (Hatırat-Röportaj, 1966 Kardeş Matbaası, Ankara)
4- Araştırmacı, Mustafa Nevruz Sınacı’nın internet dünyasından indirdiği, “Kıbrısta esas suçlu-Şahinlerin Gafleti-Zeki Kentel, 01 Eylül 2006” dipnotlu bilgi ve belge. Kayacan İsa: Belde Gazetesi (Ankara,01.11.2006), Burdur Gazetesi (18.11.2006)
5- Kayacan İsa: Belde Gazetesi (Ankara, 10.04.2007) Anayurt Gazetesi (Ankara, 16.04.2007)
***
2008 Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Eski adı, Folklor Araştırmaları Kurumu, yeni adı “Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu”nun kuruluşu, 1955’ yılına kadar iniyor. Bu kurum, Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu’nun Başkanlığındaki çalışmalarını başarıyla sürdürürken, 1981 yılından bu yana aralıksız ve geleneksel haline getirdiği, halk kültürü ödüllerini, bu alandaki çalışmaları olanlar arasındaki değerlendirmeleri sonunda törenle ödüllerin dağıtımını gerçekleştiriyor, gerçekleştiriliyor.
Prof. Dr. İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU
Yıllardır ortaya koyduklarıyla, bir usta, bir duayen haline gelen İrfan Ünver Nasrattıoğlu’nun kimliğinde, gazetecilik, yazarlık, araştırmacılık, folklor uzmanlığı, fahri diplomatlık gibi pek çok isim-imza vardır. O’nun 1960’larda başlayan yayın dünyasındaki attığı adımlar, bugün büyük görüntüler haline gelmiş, anlam zenginliği haline dönüşen varlıklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
2008 HALK KÜLTÜRÜNE HİZMET ÖDÜLLERİ
20 Aralık 2008 tarihinde, Ankara’daki Afyonlular Evi’nde verilen, 2008 Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülleri düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Deniz Ünver’in sunduğu ödül dağıtım töreninde, halk kültürüne hizmet edenlerin bir araya getirilişi, gelişi ciddi bir kaynaşmayı da beraberinde getirdi. 2008 yılı Türk Halk Kültürüne Hizmet ödüllerini alanların biyografileri kısaca:
1-Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Altınkaynak: 30 Ekim 1961 tarihinde Yozgat-Yerköy’de doğdu. Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 1984 yılında mezun oldu.
2-Prof.Dr. Necati Demir: 20 Nisan 1964 tarihinde Ordu-Ulubey’in Kumanlar Köyünde doğdu. 1983 yalında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.
3-Prof. Dr. Mediha Güler: 1951 yılında Ankara’da doğdu. 1974 yılında Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu El sanatları-Çiçek Bölümünden mezun oldu.
4-Özer Koyuncu: 1988 yılında Türk Halk Kültürüne gönül vermiş olan Yalovalı bir genç grubu, kısaca YAFEM olarak tanımladıkları Yalova Folklor Eğitim Merkezi Gençlik ve Spor adıyla bir dernek kurdular.
5- Ülkü Önal: 1961 yılında Artvin’in Ardanuç ilçesinde doğdu. Anadolu Üniversitesi AÖF, Sosyal Bilimler ön lisans bölümünden mezun oldu.
6-Gülağ Öz: 1952 yılında Sivas-Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğdu. AÜ İşletme Fakültesinden mezun oldu.
7-Şevket Öznur: 13 Temmuz 1974 tarihinde Lefkoşa’da doğdu. Yakın Doğu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim görevlisidir.
8-Ali Haluk Yavaş: 22 Kasım 1933 tarihinde Rize’nin Gündoğdu kasabasında doğdu. Halk kültürüyle ilgili çalışmaları gazetecilik yaşamıyla birlikte başladı.
9-Ekrem Yavaş: 05 Haziran 1970 tarihinde Balıkesir-Sındırgı’da doğdu. 1992 yılında A.Ü. DTCF bölümünden mezun oldu.
10-Prof. Dr. Fuat Yöndemli: 1951 yılında Nevşehir’de doğdu. 1971 yılında A.Ü. Tıp Fakültesinden mezun oldu.
GÜNÜN SÖZLERİ:
-Halk Kültürü, bütün kültürlerin ana kaynağıdır. Çağdaş sanatların içinde, halk kültürü mutlaka bulunmalıdır.(Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu)
***
Şairlerimizden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, şairelerimiz. Yazdıkları ve yayınladıklarıyla ses veriyorlar, dikkat çekiyorlar. Bugün üç şairemizin şiirlerinden, daha doğrusu şiirlerinin bazı bölümlerinden sözedeceğim, örnekler vereceğim efendim. Buyurun:
MELAHAT ECEVİT’TEN
Isparta ilimiz merkezinde yaşayan Melahat Ecevit hocanımın, “Sen gittin ya” adlı, başlıklı şiiri beş bölümden meydana geliyor. Burada, gidenin ardından yaşanan duygular dile getiriliyor ve derdini kimseye anlatmadığını, anlatamadığını söylüyor Melahat hocanım. İlk iki bölümü şöyle bu şiirin:
Sen gittin ya;
Ar ettim, sakladım göz yaşlarımı,
Derdimi kimseye anlatamadım,
Kimi “kaçık” dedi, kimi “divane”,
Avare gönlümü avutamadım.
*
Sen gittin ya,
Dolaştım, yoruldum dert pazarında,
Derdime dert kattım, dert satamadım,
Nöbetler tutarken, yol kavşağında,
Senin yokluğuna alışamadım..
Sonra beklentiler var, “belki gelir” diye. Bakılan görülen her yerde “aranılan” var. Kalbinden silinmesi halinde, ağlamalar var sıralanan…
FATMA UÇARLAR’DAN
Yine Isparta ilimiz merkezinden bir şairemiz, Fatma Uçarlar. “Yanında kalasım geldi” adlı, başlaklı şiiri dört dörtlükten meydana gelen bir şairemiz. “Öyle büyük aşkla sevdim ki seni/Aşk yoluna Leyla olasım geldi” diye söze başlıyor, ilk dörtlüğün ilk mısraında…
Sonra devam ediyor Fatma Uçarlar. “Bilmem ecep sen de sevdin mi beni?/Gözlerine bakıp dalasım geldi “dedikten sonra, bu şiirin bir dörtlüğünde, daha doğrusu son dörtlüğünde şöyle diyor:
Hicranı da güzel geldi bu aşkın,
Eller dedi bana, belki “çok şaşkın”,
Çağlayanlar gibi, yüreğim taşkın,
Bir ömür yanında kalasım geldi..
Bu şiirin iki dörtlüğü daha var, ilk ve son dörtlükler arsında. Bu dörtlüklerde de “Hazan mevsiminde baharı tattım” şeklinde başlayan mısraları var Fatma Uçarlar’ın efendim.
BİRDAL CAN TÜFEKÇİ’DEN
Muğla ilimize bağlı Dalaman ilçemizde yaşayan Birdal Can Tüfekçi’nin “Neden geç kaldın?” (2) adlı şiiri var masamda. Burada, “Böyle apansız benim dünyamı/Gelecektin de sen, neden geç kaldın?” sorusuyla söze başlanıyor. Bu şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Kuruyan yüreğe bir damlacık su verilme arzusu varken, geç kalmanın nedeninin açıklanması isteniyor. Bu şiirin üçüncü dörtlüğü:
Baharı geçip te, hazana geldik,
Koskoca bir ömrün, güzüne geldik,
Kadir kıymet bilmez, olanı sevdik,
Bilecektin de sen, neden geç kaldın?.
Sualler, sualler… Cevapların verilişi, verilmiş olması dualarımızın başında yeralıyor efendim.
***
Eğitimimizin başöğretmeni Nadir Şener
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar, kendi yerlerini kendileri yapıyorlar. Hangi çalışma alanında olursa olsun, geriye dönüp bakıldığında, kalıcı ve anlamlı “İz” lerin varlığıyla karşılaşılıyor.
NADİR ŞENER HATUNOĞLU
1960’lı, 1970’li yıllar... Bu yıllarda, Ankara’daki sanat ve edebiyat dünyasının içinde şiirleriyle yeralan isim ve imzalardan biri, önde geleni Nadir Şener hoca. Meslek ağırlığı matematik olmasına rağmen şiirler, sanat ve edebiyatla uğraşması O’nun ayrı bir özelliğini ve güzelliğini ortaya koyuyor.
19 Aralık 2008 tarihinde saat: 19.00’da, Ankara Milli Kütüphane Salonunda “Eğitimci-Şair, Hatunoğlu Nadir Şener Gecesi” gerçekleştirildi. Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Başkanlığı ile TÜRKSAV’ın ortaklaşa düzenlediği bir geceydi bu.
Açılış konuşmaları çerçevesinde, Yahya Akengin ve Tuncel Acar birer konuşma yaptılar, Nadir hocayı kısaca anlattılar. Ahmet Coşkun’un sunduğu program içerisinde, değişik şairler, Nadir Hoca’nın şiirlerini seslendirdiler. Bendeniz de, Nadir Şener hocayla ilgili iki anımı naklettim 1970’li yıllara ait olan.
Nadir Şener hoca mütavazılığı bir türlü bırakmayan, hep güleryüzlü, sorumlu, ciddi ve dost yüreğindeki sevgilerinin büyüklüğüyle tanıdığım bir şair, yazar, matematikçi. O herkesin sevgilisidir. Benimde eskimeyen, vazgeçemediğim bir dostumdur efendim.
MEHMET ALİ ERDİN’DEN
Nadir Şener hocanın öğrencileri arasında yeralan Yahya Akengin, Mehmet Ali Erdin gibi önemli isimler, Nadir Şener hocanın eğitimciliği içindeki netlik taşıyan görüntüleridir, fotoğraflarıdır. O Nadir hoca ki, emekli olunca alması gereken harcırahı, “Belki lüzumundan fazla tebeşir harcamışımdır” gerekçesiyle almayan, devlete bırakan büyük bir insan, kalem ve eğitimcidir.
Şimdi Mehmet Ali Erdin’in konuşmasının konusu olan, Nadir Şener hocanın biyografisinden bazı satırbaşları vermek istiyorum aşağıda.Buyrun:
Nadir Şener, ilkokulu Tercan’da, orta öğrenimini Sivas-Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsünde ve Erzurum Pulur Köy Enstitüsünde tamamladı. Öğrenciliği süresince bazı “Sınav kağıtları” sınıflarda örnek olarak gösterilen Nadir Şener, 1951 yılında ilkokul öğretmeni olarak Tercan’ın Başkaya Köyü’ne atandı. Ankara’ya gelince Ticaret Gazetesinde çalışan, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olan, öğretmen liselerinde hocalık yapan, Fen Grubu Öğretmenliğinin yanısıra edebiyatla da uğraşan Nadir Şener, Milli Eğitim Bakanlığı, Film, Radyo, Televizyon ile Eğitim Merkezi’nde yazar öğretmen olarak yıllarca görev yaptı.
“Belki gereksiz yere fazla tebeşir kullanmışımdır ya da devletin bir malzemesini bilmeden zarar vermişimdir” diyerek, emekli olunca kendisine verilecek olan yolluğu almayan Nadir Şener, değişik dersanelerde matematik dersleri vererek mesleğini sürdürdü. Nerdesin, Bekleyiş adlı şiir kitapları başta olmak üzere, eğlenceli matematik alanında yayınlanmış kitapları bulunan, okul şarkısı olarak bestelenmiş şiirleriyle çocuklarımızın dünyasında yeralabilen Nadir Şener’in TSM şarkı formunda bestelenmiş pek çok şiiri bulunuyor.
***
Yavuz Bülent Bakiler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zaman zaman şairlerimizden, yazarlarımızdan söz ettiğim oluyor...
Bu seri de onlardan biridir, Ankara’da 29 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Altındağ’da Şiir Akşamları” programında yer alanlardan:
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bir ara, Ankara Televizyonu ve Ankara Radyosu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığı yaptı. Hisar dergisi şairleri arasında yer aldı. Geleneksel şiirimizin öz ve şekil özelliklerini kendi şiir potasında eriterek kişiliğine kavuştu. Şiirlerinde, Anadolu’ya, Anadolu insanına eğilmiş, onların sorunlarını yapıcı bir tavırla dile getirmiştir. Sade ve rahat bir dili, aydınlık bir üslubu vardır. Milli ve manevi değerlere bağlı kalmıştır. Bu tarafı ile, Arif Nihat Asya’nın milli havası, mistik şiirine yakın görünmekte olan Yavuz Bület Bakiler, halen Tercüman Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
Şiir kitapları:
Yalnızlık; (1962) Duvak, (1971)Seninle,(1986) Harman;(2000)
Gezi notları:
Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan
İncelemeleri:
Şiirimizde Ana, Sivas’a Şiir, Aşık Veysel, Elçibey, Mehmet Akif’te Çağdaş Türkiye İdeali, Sözün Doğrusu 1–2, Sevgi Mektupları, Gidenlerin Ardından, Arif Nihat Asya İhtişamı.
ŞAŞIRDIM KALDIM İŞTE
Sözde, senden kaçıyorum,
Dolu dizgin atlarla.
Bazen sessiz sedasız,
İpekten kanatlarla.
Ama sen hep bin yıllık,
Bilenmiş inatlarla.
Karşıma çıkıyorsun,
En serin imbatlarla.
Adını yazıyorsun,
Bulduğun fırsatlarla.
Yüreğimin başına,
Noktalarla, hatlarla.
Baş başa kalıyorum,
Sonunda heyhatlarla.
Sözde senden kaçıyorum,
Doludizgin atlarla.
Ne olur bir gün,
Beni, kapında olsun dinle.
Öldür bendeki beni, sonra dirilt,
Kendinle çarpsan karasevdayı,
En azından yüz binle,
Nasıl bağlandığımı anlarsın,
Kemendinle.
Kaç defa çıkıp gittim buralardan,
Yeminle ama her defasında,
Geri döndüm seninle.
Hangi düğüm çözülür,
Nazla, sitemle, kinle.
Ne olur bir gün,
Beni kapında olsun dinle.
Şaşırdım kaldım işte,
Bilmem ki, n’emsin?
Bazen kızkardeşimsin,
Bazen öpöz annemsin,
Sultanımsın susunca,
Konuşunca kölemsin,
Eksilmeyen çilemsin,
Orada ufuk çizgimsin,
Burada yanım yöremsin,
Çaresizim, çaremsin,
Şaşırdım kaldım işte,
Bilmem ki n’emsin?..
Yavuz Bülent BAKİLER,

Hiç yorum yok: