23 Mart 2009 Pazartesi

Türkçemiz
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Türkçemiz, üzerine titrediğimiz oranda büyür, dilimiz üzerine gösterdiğimiz titizlikle kişilik kazanırız.
Bu yönde çaba gösteren, gayret sarfeden kalem sahipleri var, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız var.
Şair-yazar Fatma Uçarlar, dilimizle ilgili değerlendirmeleri bulunan, doğrunun doğruların peşinde koşan bir arkadaşımız. 21 Şubat 2009 tarihinde, Isparta’da faaliyet gösteren SDÜ Türkçe Topluluğu öğrencileriyle Türkçemiz üzerine, dilimiz üzerine bir sohbet toplantısı gerçekleştirdi Melahat Ecevit’le birlikte.
Fatma hn konuşmasına, Ziya Gökalp’ın; “Türklüğün bir ili var. Yalnız bir dili var/Başka bir dili var, diyenin, başka bir emeli var” uyarısından hareketle söze başladı. Sonra;
13 Mayıs 1277 tarihinden yola çıkarak, Türk büyüğü Karamanoğlu Mehmet Bey’in; “Bugünden geri divanda, dergâhta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır” buyruğunu hareket noktası yaptı.
Osmanlı Devleti zamanında, Fars ve Arap edebiyatından etkilenildiğini, Osmanlıca içinde bu dillerin ağırlığının hissedildiğini hatırlattıktan sonra; İlk defa II. Abdülhamit Han’ın Arap harfleriyle yapılan eğitimin yetersizliğini görerek;
-“Yazımızı öğrenmek çok kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için, belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur” diyerek başlatılan çalışmaların yetersiz kaldığına dikkat çeken Fatma Uçarlar; Türk dilinde ilk yenilik hareketinin, Bergamalı Kadri Efendi’nin “Meyseretülulum” adlı gramer kitabı ile başlanılmış olmasının da yeterli olmadığını ifade etti.
Dilimizle ilgili, Türkçemiz hakkındaki çalışmalarda emeği geçenlerin; Kütahyalı Hoca Abdurrahman efendi; İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Mehmet Emin Bey, Yusuf Ziya, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi Türk aydınlarının Türkçenin yeniden milli dil olması için öncülük edenler olarak sıralandığından sözetti.
Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan ve en fazla nüfusa sahip olan milletlerarasında yer alan Türklerin, ortak bir alfabesinin olmayışını üzüntüyle karşıladığını, 1925 yılında Latin Alfabesini zorunlu tutan Stalin’in daha ileri giderek; Türkmen, Karakalpak, Kırgız, Kırım Türklerine Latin Alfabesinin farklı sürümlerini vererek, aralarındaki bağların kopmasını sağlamada da başarılı olduğu noktasından hareket eden Fatma Uçarlar;
Atatürk’ün 1928 yılında, Latin Alfabesine geçişiyle, Stalin’in tüm hesaplarının altüst edildiğini, Stalin’in buna karşılık olarak Latin Alfabesini kaldırıp, Türklere kril Alfabesini zorunlu tutması, bu alfabeye de her bölgeye göre değişik sürümler uygulatması, Türk birliğinin paramparça olması için yeterli olduğu gerçeğinin üzerinde durdu.
Deli Petro’nun; “Bir milleti ortadan kaldırmak istiyorsanız, önce dilinden başlayın” sözünden hareket eden, bu gerçeği hatırlatarak konuşmasını sürdüren Fatma Uçarlar, günümüz halk ozanlarının en ünlülerinden Şeref Taşlıova’yla kendisinin şiirlerinden bazı dörtlük örnekleriyle, Z. Gökalp ve Atatürk’ten örnekler verdi:

1- Türkçe oku, Türkçe öğren, Türkçe yaz/Türkçe büyü, Türkçe yürü, Türkçe gez/Türkçe davul, Türkçe zurna, Türkçe saz/Türk çocuğu, Türkü söyle, Türk’ü yaz (Şeref Taşlıova).
2- Yüreğim dilim dilim/Unutuldu bu dilim/Türkçe yazı yazmazsa/Kurusun bütün elim (Fatma Uçarlar),
3- Dilim dilim güzel dilim/Hem ayağım hem de elim/Türkçemle uyanmazsam/ Geçer bütün günüm elim (Fatma Uçarlar).
4- Türklüğün dini bir, vatanı bir, vicdanı bir/Lakin hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir (Ziya Gökalp)
5- Türk demek, Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene (M. Kemal Atatürk)
***
Canevime ateş düştü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bazen, masanız üzerinde yer alan, size ulaşanların başlıklarından, içeriğinden kopya çektiğiniz olur.
Şiirleriyle, yazıp yayınladıklarıyla bir olgunluk çizgisi üzerinde bulunan, her yazdığı ve yayınladığı beğenilip ilgi gören, Melahat Ecevit hocanım Isparta ilimiz merkezinden sesleniyor.
İki şiiri daha var masamda. Bunların mısraları arasında kısa bir gezinti yapacağım. Önce başlığımızın alındığı “Canevime ateş düştü” başlıklı şiir efendim:
CANEVİME ATEŞ DÜŞTÜ
Şiir altı dörtlükten meydana geliyor. Sitem, kırgınlık, kızgınlık ve kabullenmeler sıralanıyor şiirin bütünlüğünde:
Ötün kuşlar, ötün selvi dalında,
Gönlüm firar etti, nasıl eyleyim?
Dediler; “o şimdi elin koynunda”,
Canevime ateş düştü neyleyim!
Arkasından, kesin kararlılık belirtileri geliyor ortaya. “Bundan sonra O’nun adını anmam” diye kestirip atarken, dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğinin altı çiziliyor. Talih kuşu olsa bile, O’nun başına kesinlikle konmayacağını kalın çizgilerle belirtiyor.
Hani “Kitaba el bassa sözüne kanmam” inanç kesinliği, bütünlüğü varya, Melahat Ecevit hocanım bu görüşün ortaya koyucusu olarak görünüyor.
Bir kuru dal gibi yaprağın dökülüşü, derinden çekilen ahlarla boyunların bükülüşü ve arkasından “Yıkılmaz dağ idim, bir günde çöktüm” teslimiyet görüntüsü, hocanın canevine düşen ateşlerin yakıcılığıyla iç içedir, yan yanadır.
Artık, istekler törpülenmiştir “İstemem başıma çiçekler taksa/İstemem bir ömür ağıtlar yaksa/İstemem el-bebek-gül bebek baksa/Canevime ateş düştü neyleyim”ler sıralanıp gider.
Kaderin hep kendisiyle uğraştığını çektiği acıların boyunu aştığını, bir bir sıralar ve arkasından şu dörtlükle noktasını koyar Melahat Ecevit hocanım:
Çıkardım üzümden, gözümde yoksun,
Aşk için yandığım, sözümde yoksun
Kalbime saplanan zehirli oksun,
Canevime ateş düştü neyleyim
Bir başka şiiriyle yine sayfa ve sütunlardadır Melahat Ecevit hocahanım.
Şiirin başlığı:
DUYDUM Kİ
Hayatın garip bir cilve olduğu noktasından hareket ederek, saçlara düşen kırağı gerçeğinin içinde sıkışıp kalmanın yararı olmayacağının altı çizildikten sonra, aşkın pazarlığının olmadığı hatırlatılıyor Melahat Ecevit hocanın kaleminden, duyguları arasından sayfalara dökülenlerle. Ve şiirin girişinde şöyle deniyor:
-Bu akşam yapayalnızsın,
Can çekişen duygularla,
Yenik düştün besbelli,
Işıkları söndürmedin her nedense..
Ve ne kadar umursamadan,
Bunlar küçük şeyler desende…
Kıt kanat geçinip giderken, cebinin boşluğuna aldırmadan yaşayıp giderken, hiç olmadık bir zamanda aşık olmasının da pek anlam ifade etmediği anlatılıyor, hatırlatılıyor.
***
Dilimiz, anlatımlarımız
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Dilimiz, Türkçemiz, Buradan hareketle ortaya koyduğumuz anlatımlarımız. Yazdıklarımız, yayınladıklarımız:
BENİM DİLİM-ANA DİLİM (Prof. Dr. Mehman Musaoğlu)
İlk Türkçe, Ön Türkçe, Eski Türkçe,
Derken,
Orhun yazıtları ve Yenisey anıtları,
Geliyor aklıma.
Çünkü; hem geriye, ileriye,
Tuşlanmıştır, benim dilim ana dilim!
Karahanlıca, Uygurca, Oğuzca,
Derken,
Kaşkarlı Mahmut ve Divanü Lügat’it-Türk,
Geliyor aklıma.
Çünkü; eğitimdir, öğretimdir,
Bir bilimdir, benim dilim, ana dilim!.
Çağatayca, Osmanlıca, bir tarihçe,
Türk dilleri, lehçeleri, ağızları ve konuşmaları
Derken;
Gaspıralı İsmayil Bey ve tercüman,
Geliyor aklıma.
Çünkü; bir iştedir, fikirdedir, bir dildedir,
Benim dilim, ana dilim..
Türkçede, sadeleşme, özgürleşme, millileşme,
Derken;
Ulu Önder Atatürk ve
Ne Mutlu Türküm Diyene!.
Geliyor aklıma.
Çünkü; gelişimdir, değişimdir, erişimdir,
Benim dilim, ana dilim!..
Ve nihayet,
Lengüistik küreselleşme,
Resmi diller, ortak diller ve
Avrasya Türkçeleri,
Derken;
Irak Türkçesi, Türkmencesi,
Geliyor aklıma.
Çünkü; Fuzuliden armağandır,
Hoyrat’çadır, Kerkük’çedır, hep Türçedir,
Benim dilim, ana dilim . (10.08.2004)
*
TÜRK’ÜN KALBİDİR KERKÜK (Murat Duman)
Bir asır boyunca, batarken güneş,
Yanar durur Kerkük, gören kör olur.
Türk’ün tarihinde en sadık kardeş,
Kanar durur Kerkük, gören kör olur.
*
TÜRKİYEM (Fatma Uçarlar)
Vatanıma Malazgirt’le girildi,
Medeniyet Türklük ile dirildi,
Atatürk’üm yüreklere örüldü,
Güzellikler senden çıkar Türkiyem.
***
Hacı Ferhat Mirza’dan Kelâmlar-özdeyişler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana ulaşan kitapların sayısındaki artış sürüyor. Sayfalarındaki gezinti zorluğuma rağmen, gündemimde yeralanların genel değerlendirilişleriyle mutluluk duyduğumu kaydetmek istiyorum.
Merkezi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan, Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisi yayınları arasında günyüzü gören, Hacı Ferhat Mirza imzalı, ciltli, 270 sayfalık “Kelamlar-özdeyişler” adlı, Türkiye Türkçesiyle Ankara’da Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in editörlüğünde günyüzü gören kitabın, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine Prof. Dr. Elçin İskenderzade ve Oktay Hacımusalı tarafından aktarıldığını görüyoruz.
Hacı Ferhat Mirza’nın fotoğrafının bulunduğu sayfanın üzerinde; “Evrenin kurtuluşu islamda, kanunu ise Kur’an’dadır” cümlesi yer alıyor.
Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisi Ankara Başkanı Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in üç sayfalık bir sunuşu var. Sayın İvgin sunuşunun bir yerinde; “Elinizdeki bu-Kelamlar-Özdeyişler-adlı kitapta 232 başlık altında 1602 kelam bulunuyor. Bu kelamlar, Hacı Ferhat Mirza’nın İslam dini çerçevesinde, ahlaki ve sosyal hayatın nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin uzun gözlem ve deneyimlerine özellikle düşünce gücünün sağlamlığına dayanarak kısa ve öz halindeki yorumlardır” diyor, kitapla ilgili özet bilgiyi, değerlendirmeyi sunuyor efendim.
Bölüm başlıkları; Din, Din adamları, İlahiyat, İslam, Müslümanlar, İbret, Kadre ve alın yazısı, Ölüm, İntihar, Eşitlik, Kadın, sevgi, nikâh, İsraf, ticaret, Zafer, Haram, öfke, yalaka, Azerbaycan, Allah korkusu, şeklinde sıralanmış… Bunlar aldığımız bazı başlık örnekleriydi efendim. Örneklerimizin devamı:
1- Din: Din insanlığı zulmetten ışığa götürecek nur, ilim ve iman onun anahtarı, kendini bilmez, siyaset ve yobazlıksa onun uyuşturucusudur.
2- Kur’an-ı Kerim: Bütün küresel sorunların ve tartışmaların halli Kur’an-ı Kerim’dedir.
3- Ölüm: kafesin dağılması ve güvercinin özgürlüğüne kavuşmasıdır,
4- Şehitlik: Allah’a kavuşmak için en güzel yoldur,
5- Akıl: hazine, ilim servettir.
6- Kibirlilik: kibirlilik ve kendini beğenmişlik zalimliğin ta kendisidir. Sonu ise zulmüdür.
7- Nankör: Nankör kimsenin gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlüdür,
8- Haset: Haset kendin için kazdığın kuyudur,
9- Yalaka: yalakalık arını, namusunu kaybetmektir.
10- Yaşlılar: yaşlıları olan evde bereket vardır. Onlara merhamet edene Allah da yardım eder..
Hacı Ferhat Mirza: Çağdaş özdeyiş ekolünün kurucusu, kelam ve fikir adamı Ferhat Ahmed Ali oğlu Mirzayev (Hacı Ferhat Mirza) 11 Şubat 1950 tarihinde Bakü’de doğdu. İnşaat mühendisi olan Mirza, Devlet Halk Kontrolü Şube Başkanı görevinde bulundu. 1995 yılından itibaren kurucusu olduğu “Azerbiznes “Hayriye-Üretim Ticaret Şirketinin başkanıdır.
Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin, Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin üyesi olan Hacı Ferhat Mirza’nın değişik ödülleri bulunuyor.

18 Mart 2009 Çarşamba

Mehmed Bin Süleyman: Fuzuli
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Asırların gerilerinden seslenerek, bugünlere gelebilenler, bugünlerde yaşayıp, zaman engelinin karşısında dimdik durarak, engelleri aşabilenler, kalıcılıklarıyla anıtlaşan, kökleşip eserleriyle yaşayanlardır.
Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle Türk dilli ülkelerde yaşayanların büyük bir bölümü:
- Beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı?
Felekler yandı ahımdan muradım şem’i yanmaz mı?
Mısralarının kime ait olduğu sorulduğunda hep birden “Fuzuli’nin gazelinden ilk iki mısra” cevabını koro halinde söyleyeceklerdir.
Bu gerçek, bu yıllara meydan okuyarak asırlar öncesinden günümüze kadar gelen mısraların sahibinin köklü bir kültüre, inanca, azim ve gayrete sahip, Mehmed Bin Süleyman yani Fuzuli olduğunu bizlere hatırlatmakta, duygu ve kültür zenginliğinin satırbaşlarını göstermektedir.
FUZULİ (Mehmed Bin Süleyman)
Kayıtlara baktığımızda, ansiklopedilere baktığımızda hemen görüyoruz ki, Divan Şairi olan Fuzuli 1495 yılında Hille-Bağdat’ta doğru. Asıl adı Mehmet Bin Süleyman olan Fuzuli, 1556 yılında Kerbela’da vefat etti, yüzlerce eser bırakarak, dönemindeki insanlar arasından ayrıldı, yani dünyasını değiştirdi.
Hille Müftüsü Süleyman Efendi’nin oğlu olan, şiire başladığında önce çeşitli mahlaslar kullanan, başka şairlerin de bu mahlasları kullandığını görünce hepsini bırakarak “Fuzuli” mahlasını seçen Mehmed Bin Süleyman kısa zamanda yaşadığı dönem şairleri arasındaki seçkin yerini göstermeye, zamanla korumaya, fark edilmeye başlandı.
Kaynaklar gösteriyor ki; Fazl’ın çoğul biçimi olan Fuzuli, şahsi üstünlüklerle ilgili veya şahsi üstünlüklere ait manasına gelen bir kelime olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Fuzuli’nin “Boşu boşuna” manasına geldiği de söylemekte ifade edilmektedir.
Fuzuli’nin gençlik dönemine ait fazla bilgi bulunmamaktadır. Eserlerinin incelenmesiyle, iyi bir öğrenim gördüğünü, İslami ilimler, İran edebiyatı, hendese, hikmet ve tasavvufla ilgilendiği sonuçlarıyla karşılaşıyoruz.
Sıhhat-u Maraz (1940) adlı eseri, Fuzuli’nin hekimlik bilgisine de sahip olduğunu göstermektedir. Gördüğü öğrenim ve hayatının değişik dönemleri hakkında da yeterli bilgi bulunmayan Fuzuli’nin “Molla” unvanını alacak kadar ileri derecede İslami bilimler öğrenimi gördüğü hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Fuzuli, 1508 yılında Bağdat’ı fetheden Şah İsmail’e “Beng-ü Bade” adlı mesnevisini sundu. Bir süre, Bağdat taki Safevi Valisi İbrahim Han’dan himaye gördü. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’ı fethedince (1534) padişaha ve paşalarına sunduğu kasidelerle dikkat çeken Fuzuli, kendisine bağlanan günde dokuz akçelik maaş bir süre sonra kesilince Nişancı Celal zade Mustafa Çelebi’ye ünlü şikâyetnamesini yazmıştır.
Şii mezhebine bağlı olan Fuzuli’nin hayatı tümüyle Hille, Bağdat, Necef, Kerbela çevrelerinde geçti. 1556 yılında çıkan bir veba salgını sırasında vefat etmiştir. Kerbela’da Meşhed-i Hüseyin (Hz. Hüseyin’in türbesi) karşısındaki türbenin Fuzuli’ye ait olması ihtimali büyüktür.Dergah ve türbenin zamanla yıkılması üzüntülere neden oldu.
Hayatı boyunca geçim sıkıntısı çeken, Fuzulinin Fazlı adlı oğlu, babası gibi şair olmakla birlikte, babası kadar tanınmamış, isim ve imza bırakamamıştır.
***
Mehmed Bin Süleyman: Fuzuli (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fuzuli, Azeri lehçesinde yazmasına rağmen, yazdığı çok güçlü lirik şiirlerle Türk edebiyatının en büyük şairleri arasında yer almış ve kendisinden sonra gelen çok sayıda şairi etkilemiştir.
Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün inceliklerini bilen Fuzili, İranlı şairlerden Selman-ı Saveci, Hafız, Türk şairlerinden de Nesimi, Ali Şir Nevai ve Necati’nin şiir anlayışını benimsemiş ve şiirlerinin çoğunda tasavvufu işlemiştir.
Mutasavvıf bir şair olarak Fuzuli şiirine tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalışmış, zekası ile lirizmi bağdaştırmıştır. Fuzuli’nin bazı şiirlerinde tababete ait işaretler de vardır.
Fuzuli’nin yaşadığı dönemde önde gelen isim ve imzalar arasında yer almasının en önemli nedeni: İlimsiz şiiri hor gören ve edebiyat aleminde şiirin ilme dayanması fikrine yer veren ve savunan olmasıdır. Aynı ölçüde, imlaya da büyük önem veren şair, yazılı metinlerin nesilden nesile devredilebilmesinin, geçebilmesinin ancak doğru ve yanlışsız yazma ve özen göstermeyle mümkün olabileceğini savunmasıyla da dikkat çekmiştir, ilgi toplamıştır. Fuzuli’ye göre, Hz. Ali, erdemli , olgun yetkin bir kişidir. Bütün halifelerden ve Peygamber’in yakınlarından üstündür. Şairin 1. Şah İsmail’e yazdığı övgünün temelinde sevgi vardır. “Beng-Bade” adlı Türkçe mesnevisi 444 beyitten oluşmaktadır. Eserin konusu, esrar ve şarap arasındaki düşsel bir çatışmadır.
Fuzuli’nin “Şikayetname” adlı mektubunda, saray şairleri arasına girememekten dolayı iğneleyici bir dille yakındığı görülmektedir. Istırap şairi olarak bilinen Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” adlı dört bin beyitlik mesnevisi ile diğer eserleri hakkında çok sayıda inceleme yayınlandığını biliyoruz.
Bir başka bildiğimiz gerçek; 15. yüzyıl Azeri şairi Habibi’nin, Çağatay şairi Ali Şir Nevai’nin, İranlı şair Hafız’ın, Nizami Gencevi ve Cami’nin Fuzuli üzerinde belli belirsiz etkilerinin olduğudur. “Leyla ve Mecnun” adlı eserinde, Nizami’den yararlandığını kendisi ifade etmektedir.
Fuzuli’nin anlayışına göre; şiirin temeli ilim, özü sevgidir. İlime dayanmayan şiirin temelsiz duvar gibi hemen yıkılabileceğini söylemesi, şiir anlayışındaki derinliği göstermektedir.
Kendinden sonra gelen, hemen bütün divan şairlerini büyük ölçüde etkileyen Fuzuli için şiir, düşünce duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan önemli bir etkinliktir.
Genellikle, Azeri ağzını kullanan Fuzuli’nin şiirinde uyumu sözcükler arasındaki ses benzerliği sağlamaktadır. Şiirlerinde, halk dilinde geçen kelimelere, deyimlere, atasözlerine, Kur’an’dan ve hadislerden alıntılara sıkça rastlanmaktadır.
Türkmen soylu Iraklı şair Fuzuli de her Türkmen şairi gibi “hoyratlar”ın etkisi altında kalmış ve şiirlerinde hoyratlardaki cinas oyunlarını ustaca kullanmıştır. Fuzuli’nin, bugünkü Irak Türkmencesini şiir dilinde az bir değişiklikle kullandığını gösteren pek çok örnek vardır.
ESERLER
Fuzuli’nin “Hadikatü’s Süeda (1837, Saadete Ermişlerin Bahçesi 1955) adlı eseri düz yazıda dinsel lirizmin en güçlü örneklerindendir. Kerbela olayını anlatan bu eser özellikle şiirler arasında yüzyıllardan beri okunmaktadır.
Fuzuli’nin mesnevi biçiminde yazdığı ve 3.096 beyitten oluşan “Leyla ve Mecnun” (1955) adlı eseri Türk edebiyatının şaheserleri arasında yer almaktadır.
Fuzuli’nin yirmiye yakın eser yazdığını biliyoruz. Bunların başında, Türkçe Farsça ve Arapça olan üç divan gelmektedir. Ünlü “Türkçe Divan”ı mensur girişle başlamaktadır. Farsça ve Arapça Divanları yanında, Fuzuli’nin Peygamber efendimizi metheden “Su Kasidesi”de çok sevilen eserlerindendir.
***
Mehmed Bin Süleyman: Fuzuli (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Fuzuli’nin eserlerinin sıralamasında yeralanlardan;
- Rind-ü Zahid (Farsça mensur eser, Çev: Silim Efendi, 1868),
- Hüsn-ü Aşk (Sıhhat-u Maraz adıyla da biliniyor. Farsça mensur eser, ilk çeviri: 1856’da yapıldı. Son çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı 1940)
- Enisü’l-Kalb (Farsça kaside, Türkçe Çev. Cafer Erkılıç,1944)
- Türkçe Mektuplar (Abdülkadir Karahan,1948),
- Şikayetname (1955),
- Hadikatü’s-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi, Kerbala olayını anlatır, Selahattin Güngör, 1809),
- Beng-ü Bade (Farsça mesnevi, 444 beyit, esrar ile şarap arasında bir tartışmayı anlatır, K. Edip Kürkçüoğlu, 1956),
- Türkçe Divan (taş basması, 1951, Abdülbaki Gölpınarılı 1961)
- Farsca Divan (Hasibe Mazıoğlu, 1962)
- Arapça Divan (yazma nüshası Leningrad’da), Heft Cem (Sakiname adıyla anılan bu yedi bölümlük eserin her bölümünde şair bir müzik aletiyle tartışır)
- Tercüme-i Hadis-i Erbain (40 manzum hadis çevirisi, Esad Çoşan, 2003)
HAKKINDA YAZILANLARDAN
Fuzuli hakkında yüzlerce makale yazılmış, yayınlanmış doktora ve yüksek lisans tezlerine konu edilerek, asırlardan asırlara nakledilen bir isim ve imza haline gelmiştir şairimiz.
1- Fuzuli zaman engelini aşarak, zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustalarındandır. O’nun şiirleri özellikle şiirlerinden bazıları her dönemde sevilmiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşabilmişlerdir.
Fuzuli’nin şiirlerini, yüzyılları geride bırakarak kalıcı kılan acaba hangi özellikleridir? Değişen kültüre ve topluma rağmen, sözkonusu şiirler nasıl olmuş da yaşayabilmişlerdir?
Konuşma dilinde tonlama ve vurgun önemlidir. Bu unsurların şiirde kullanımıyla, konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı olmasını sağlamaktadır (Mine Mengi, 500. Yılında Fuzuli Sempozyumu Bildirileri,1996)
2- Fuzuli hiç kuşkusuz en büyük şairlerimizden biridir. Yunus’u ayrı tutarak böyle bir ayırım gereklidir. Çünkü Yunus, altıyüz yıl öncesinden bugüne açılan kapıdır. Onunla ancak, şeyhi, Necati bey, Baki, Nedim, şeyh Galib gibi eski şiirin sıkı düzeni ve ortak dili içinde gerçekten bir çığır açabilen şairler boy ölçüşebilirler. Fakat Fuzüli bir bakıma bu şairlere de üstündür. Çünkü eseri bize onlardan çok ayrılan, tümüyle kişisel diyebileceğimiz bir deneyim ile gelir.
Denebilir ki, Fuzuli’nin bize şiirleriyle verdiği kendi iç dünyası, bütün rindlik ve kalenderlik heveslerine, kimi zaman gerçekten sıkıcı sanat oyunlarına karşın, iki örneğin etrafında toplanır: Mecnun ve Kerbela şehidi Hüseyin… (Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler)
***
Mehmed Bin Süleyman: Fuzuli (4)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fuzuli şiir yarışmasının şairlerinden:
Merkezi Ankara’da bulunan, kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’yle, merkezi Azerbaycan’da bulunan ve kısa adı DGTYB olan Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin 2004 yılında ortaklaşa düzenlediği “2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması”nda dereceye giren şairlerin şiirlerinin mısraları arasında mini bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
Dereceye giren ilk dört şair:
Orhan Seyfi Şirin: 1961 yılında Eskişehir’de doğdu. “Tuna Boylarında Alişimiz Var” adlı şiirinden:
Sorma buralarda ne işimiz var!,
Tuna boylarında Alişimiz var.
Yemen türküsüne ağlayışımız,
Nasrettin Hocaya gülüşümüz var.
Selami Yıldırım: 1959 yılında Sivas’ta doğdu. “Derdim parmak uçlarımda tuşlu” adlı şiirinden:
“Asanı göğe at,
Düşene kadar sultansın”,
Demiyorum,
Yalnızlığımı getirdim sana,
İnanmazsan tut ellerini/Ya da bak gözlerime/Hicretimi gör!..
Halil Gürkan: 1954 yılında Eskişehir’de doğdu. “Yiğitlerimiz” adlı şiirinden:
Türk’üz, anıldık “yağız” la, mertçe vuran yiğit bizde,
Birkaç obalık Oğuz’la, devlet kuran yiğit bizde.
Hakkı Şener: 1969 yılında Adana’da doğdu. “Şadırvan” adlı şiirinden:
Ben bir ulu cami şadırvanıyım,
Manâ âleminden izler bilirim.
Elden ele giden dost kervanıyım,
Nice kışlar, nice yazlar bilirim.
İkinci Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması’nda mansiyon alan şairlerden şiir örnekleri:
Selami Şimşek: 1974 yılında Erzurum’da doğdu. “Çocuklar hiç ölmesin anne” başlıklı şiirinden:
-Dünya çocukları gözleri etrafında,
Ağlamak için dönüyor/Kırık bir çiçek,
Her gece rüyalarımı süslüyor/Hangi yangına kül olsam,
Hangi bahçeye gül olsam/Dünya çocukların gözleri etrafında/Dönüyor anne.
Zeynep Ayla Sütçü: 1956 yılında Isparta’da doğdu. “Gel gönül gül olalım seninle” adlı şiirinden:
-Gel gönül gel gül olalım seninle,
İster dost koklasın, isterse düşman,
Diken gibi batmayalım eline,
İster dost toplasın, isterse düşman.
Galip Kurdoğlu: 1955 yılında Arhavi’de doğdu. “Ey Fuzuli” başlıklı şiirinden:
-Ey Fuzuli/Ben seni fuzuli sevmedim ki/Sevginin yüceliğini, erdemli olmayı,
Hasretin acısını, mutlu yaşamayı/Leyla Mecnun’u,
Ve daha nicelerini senden öğrendim/O yüzden/Canıma can katıyorsun.
KAYNAKLAR:
1.Işık, İhsan; Resimli ve Metin Örnekli, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. Baskı, cilt 4, Pozitif Matbaacılık, 2007-Ankara)
2.Küzeci, Şemsettin: 2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şöleni. (İLESAM –DGTYB-Ankara–2004)
***
Türkiye’m Bayrağım ve sonrası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Duyguların değişik konular üzerine yönlendirilişi, ortaya konulanlar. Türkiye, bayrak ve kentlerimizle ilgili yazdıklarımız, yazılanlar, yayınlananlar. Isparta ilimiz merkezinden seslenen Fatma Uçarlar’ın Türkiye, Bayrak, Eğirdir ve Burdur üzerine yazdıkları var gündemimde ve sütunumuzda efendim:
TÜRKİYEM
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bir Fatma Uçarlar şiiri. “Varlığınla can bulur bu bedenler/Dağın taşın, kekik kokar Türkiye’m” diye söze başlanıyor. O’ndan, Türkiye’den ayrı kalınması halinde ağıtlar yakıldığı anlatılıyor uzunca. Malazgirt’ten, medeniyetten, Atatürk’ten, güzelliklerden bahsediliyor sonraki bir dörtlükte. Arkasından, dört mevsimde, dört iklimde Türkiye’m varlığı dile getiriliyor. Dörtlüklerden birinde de şöyle seslenilmekte Fatma Uçarlar kalemiyle;
-Atalarım, düşmanları kürüdü,
Çocuklarım sende doğdu, yürüdü,
Dedem,nenem,bu toprakta çürüdü,
Çiğneyenler canım sıkar Türkiye’m..
Vatanımızın ebediyen kalacağının, Türklük adının dünyaya nam salacağının, Albayrağımızın özgür dalgalanacağının altı çiziliyor. Ve Bayrağım şiirinin mısraları arasına dönüyoruz efendim.
BAYRAĞIM
Fatma Uçarlar’ın bir başka şiirinin adı “Bayrağım. Dört ayrı dörtlükten meydana geliyor. Ağlamayı bilmeyen gözlerin, bayrak adı geçince söz dinlemez hale geldikleri noktasından hareket edilerek, sözlerin türkü olup destan olup meydanlara çıkacaklarını, çıktıklarını anlatıyor Fatma Uçarlar. Bayrağın, asırlarca kıtalara dolaştığı, Türk neferinin yanında yer aldığı, özgürlüğün yoluna açtığı, birbir mısralara dökülüyor. Bayrağın gölgesinde yatanın huzurlu olduğu, Baba Sultan’ın gönüllerin sultanı olarak kabul edildiği anlatılıyor, Fatma Uçarlar’ın kaleminde.
BURDUR
Fatma Uçarlar’ın şiirlerinden biri de, Burdur’dan sözeden, “Sende Burdur’u Sevdim” adlı olanıdır. Bu şiirde Fatma Uçarlar, şahsında Burdur’u sevdiği bütünleşmeden sözeder. Dört bölüm halindeki bu şiirin bir bölümü şöyle efendim:
-Ben sende Burdur’u gördüm/O yüzden sevdam sana değildi/Başında, dağlarını gördüm Burdur’un/İçinde mermer yatakları olan/Hazine dolu dağlarını/Bu yüzdendi başını göğsüme yaslamam/Ben Burdur’un tozlu çorak topraklarını sevdim/Ben sende Burdur’u sevdim..
Fatma Uçarlar’ın Isparta Gülü, Kayboldum Yozgat ilinde, Bodrum, gibi şiirleri hep anlatım zenginliği, bilgi veren mısraların alt alta geldiği, getirildiği şiirleridir efendim.
***
Yine Burdur’dan
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Burdurla, Burdurluyla ilgili görüşlerimi ortaya koyarken, sayfalara aktarırken, sıklıkla gündem değiştirdiğimi herkes biliyor. Hazırlamakta olduğum “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabım için iki biyografi var aşağıda. Arkasından, bir minik kalemin bendenize yazdığı bir şiir, şiir denemesi bulunuyor. Buyurun:
1-Turan Acar: Ahmet ve Fatma’nın çocukları olarak 1936 yılında, Burdur-Niyazlar Köyünde doğdu. Köy gezilerinde, köylerdeki toplumsal kurallardan, nezaketli hareketlerden örnekler aldı.Değişik alanlarda çalıştı.Memurluk, kerestecilik, pansiyonculuk, nakliyecilik alanlarında çalıştı.
Belediye Meclis üyeliği, İl Sosyal Hizmetler Kurul üyeliği, Sanayi Sitesi İdari İşler Müdürlüğü görevlerini yürüttü. Yazdığı şiirleriyle, yaktığı-seslendirdiği türkülerle dikkat çeken Turan Acar için, Abdurrahman Ekinci;
“Turan Acar’ın şiirlerinden birkaçı ilişikte. Aslında o, bir türkü yakıcı. Yazdığı şiirleri okurken her türküye ayrı bir makam bularak, türkü gibi okuyor” diyor. “Benim Köylüm” adlı şiirinden bir dörtlük: “Bahçesinin arığına/Ayağındaki çarığına/Tarlasının karığına/Yağmur yağsın köylümün”.
2,Hanım Akçay: Burdur ilimizin Kemer ilçesinde dünyaya geldi. “Erkek çocuğu bekleyen aileme 1 Nisan şakası gibi, kız çocuğu olarak dünyaya gelmişim” diyen Hanım Akçay; Burdur Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Masa Tenisi Antrenörü olarak çalıştı. Müzik öğretmenliği yapan, yazdığı şiirleri ve köye dayalı hikâyeleriyle dikkat çeken sonsuz sevgi dolu bir yürek verdiği için, yüce rabbine teşekkür eden Hanım Akçay’ın “Sensiz sevgi” adlı şiirinin bir dörtlüğü:
-“Bir sessizlik kapladı yüreğimi/Kanımın donduğunu hissettim biran/Yağan kar, sıcak geldi ellerime/Söylediğin o sözler üzerine”..
**
Sebahat Gümüş’ün torunu, Seza Tutku Azaklı 19 Eylül 2001 doğumlu.
Burdur Cumhuriyet İlköğretim Okulu 2-B sınıfında okuyor. Yazdığı şiiri:
İSA KAYACAN
Kaya gibi cansın,
Peygamber adısın.
Çok teşekkür ederim,
Seni çok çok seviyorum.
*
Sen iyi bir insansın,
Şiir yazan şairsin,
İlimizin iftarısın,
Sen İsa Kayacan’sın
*
Bilmiyorum, nerden çıktın?
Ne iyi insansın..
Beni ünlü mü edeceksin?
Sen Ankara’da olsanda,
Daima Burdur’dasın..
*
Seni çok çok seviyorum,
Yazdıklarını hep okuyorum,
Daha daha ünlü olmanı,
Sağlıcakla kalmanı diliyorum.
*
Seza Tutku AZAKLI (Burdur, 18.02.2009)

17 Mart 2009 Salı

İSA KAYACAN'DAN
HABERLER:
Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan
Tefenni, Namık Kemal İlköğretim Okulu öğrenciletriyle sohbet gerçekleştirecek.
ANKARA (Ece Ajans) -
Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan, doğum yeri olan Ece Köyü'nün bağlı olduğu Burdur İl'ine bağlı Tefenni İlçesi'ndeki Namık Kemal İlköğretim Okulu'nda, 20 Mart 2009 Cuma günü saat: 14.00'de, öğrencilerle sohbet gerçekleştirerek, hasret giderecek.
Öte yandan;
İsa Kayacan'ın yıllar önce kullandığı "Kaya Burdurlugil" ve "İshak Tefennili" mahlas-imzalarını yazı ve köşelerinde yeniden kullanmaya başladığı öğrenildi.

13 Mart 2009 Cuma

Yusuf Erkan’dan Burdur Gezi Rehberi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Araştırma ve incelemeye yönelik, çalışma-edebiyat alanındaki noktadan yapılan çıkışlar, hareket noktalarıyla ortaya konulanların zorlukları vardır.
Hemşehrim Yusuf Erkan, uzun bir Burdur araştırma ve incelemesinden sonra;
600 sayfalık, “Zamanın Ötesinden Burdur Gezi Rehberi” adlı kitabını, İstanbul’da, Birleşmiş Yazarlar Şairler ve Bestekarlar Derneği yayınları arasında günyüzü görmesini sağladı. Geride bıraktığımız 2008 yılının son aylarında gerçekleştirilen basım çalışmasıyla, Burdurluların, Burdur severlerin ve kültürel çalışmaların içinde bulunanların hizmetine sunulan anılan kitabın önsözü Yusuf Erkan imzasını taşıyor. Uzunca olan önsözün biryerinde Yusuf Erkan;
-“Burdur’un tanıtılması, turizmde daha fazla pay alması, ekonomisinin gelişmesi ve bir arada Burdur insanının bilinçlenmesine, katkıda bulunmasında küçücük bir adım olarak niteleyebileceğim bu çalışmayı babam Bayram Erkan ve annem Azime Erkan olmak üzere tüm Burdurlulara ithaf ediyorum” diyor. Bu cümleler, önsözün sonunda yer alıyor efendim. Düzeltelim.
İçindekiler bölümlerinin ana başlıkları; Burdur, adının kökeni, araştırmalar, tarihçe kalıntılar, Burdur Müzesi, Burdur’daki Müze Evler, Camiler, Türbeler, hamamlar, çeşmeler, kütüphaneler, kiliseler, Burdur’daki arkeolojik kazılar, Yakın dönemdeki yüzey araştırmaları,
-Burdur’dan yurtdışına kaçırılan önemli eserler, Burdur’da bulunan eserlerin sergilendiği müzeler, Burdur’da neolitik dönem, Burdur’un neolotik dönem özellikleri, Burdur’un höyükleri,
- Frigya, Frigya kentleri, Lykia-Lykia kentleri, Pisidia, Pisidia Kentleri, Burdur’daki Nekropoller, Burdur’daki hanlar, Turizm, doğal güzellikler, mağaralar, içmeler, göller, kanyonlar, orman içi dinlenme yerleri, yaylalar, anıt ağaçlar, önemli bitki alanları, Burdur Faunası, rehber, geleneksel şenlikler, geleneksel sanatlar, Burdur mutfağı, vd.
Yusuf Erkan, Burdur’un turizm açısından önemli bir fotoğrafını çekmiş, bu fotoğrafın kareleri içinde neler var onların değerlendirilişini başarılı bir şekilde ortaya koymuş, sayfalara aktarmış. Yine kitap içindeki fotoğrafları, kendi fotoğrafları, Valilik arşivi ve ötekiler şeklinde sayfalara aktarılmış.
Bunları anlatırken, naklederken, ifade olarak sayfaya aktarırken, Burdurlu olduğum için,Yusuf Erkan’ın bu çalışmasından dolayı gururlandığını da bir pay çıkarma ifadesi olarak kaydedeyim efendim.
Yusuf Erkan: 1970 yılında Burdur iline bağlı Gölhisar ilçesinin Evciler köyünde doğdu. 1998 yılında Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi “Konaklama İşletmeciliği” bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da “Otelcilik ve Turizm Meslek Grubu’ öğretmeni olarak görev yapıyor. Yusuf Erkan, Burdur’u Burdur folklorunu enine-boyuna incelemeye devam ediyor.
Hazırlamakta olduğum “Burdur Destanı”ndan: Yusuf Erkan: İstanbul’da yaşayan/Turizm eğitimi alan/Zamanın ötesinden/Burdur’u araştıran/Yayınlarla kitaplaştıran/Yusuf Erkan benim.. Bensiz olmaz..
HAFTANIN DÖRTLÜĞÜ (Fatma Uçarlar’dan)
Folklorü bir başka güzel;
Sipsinin sesi, yüreği ezer,
Zeybek oyunu dünyaya değer,
Baki Bey Konağı var Burdur’un..
GÜNÜN DUYURUSU: Okul Müdürü Faden Okatan’dan alınan bilgiye gore; Burdur il’i, Tefenni ilçesindeki Namık Kemal İlköğretim Okulu öğrencileri kitap ve dergi yollamanızı bekliyorlar. Biz gönderdik…
***
Burdur’dan yola çıkarak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur’dan, Burdurludan yola çıkarak ortaya koyduklarımız. Burdur’dan bize yansıyanlar, Kitaplarda, gazetelerde yer alanlar.
BURDUR’UM SENİ
Burdur ilimize bağlı Gölhisar ilçemizde yaşayan, çağdaş halk ozanı, folklor derlemecisi Osman Akkoç’un “Burdur’um Benim” adlı, başlıklı şiiri, Burdur’u değişik yönleriyle ve yerleşim birimleriyle anlatıyor. Yedi dörtlükten meydana gelen şiirin girişi genellik içinde veriliyor. Şöyle:
Burdur’umu anlatmakla açayım sözümü,
Aklıma gelir durur, salkım salkım üzümü.
Su deposuna çıkar doyururum gözümü,
Şirin, güzel, sevimli Burdur’um benim.
Sonra ilçeler teker teker dolaşılıyor. Yaşilova, Ağlasun, Altınyayla, Çavdır, Çeltikçi, Bucak, bir bir anlatılıyor. Bu şiirin bir başka dörtlüğünde de şöyle seslenilmekte:
-İlçeleri, Gölhisar, Bucak, Tefenni,
Her zaman görmek isterim, mest eder beni,
Karamanlı, Kemer ilçe olmuştur yeni,
Nerelere gitmek istersem, durdurun beni..
Osman Akkoç “Burdur ve İlçeleri”ni de bir başka şiirinde uzunca anlatıyor. 12 dörtlükten meydana gelen” Burdur ve ilçeleri” adlı, başlıklı şiirin ilk dörtlüğünde ki Osman Akkoç duyguları şöyle:
-O ceviz ezmesiyle, rengarenk gülünle,
O şeker fabrikanla, o masmavi gölünle,
Şen şakrak insanınla, baldan tatlı dilinle,
Mısralara sığmazsın, anlatsam Burdur seni…
Fatma Uçarlar’ın dört bölümden meydana gelen “Sende Burdur”u sevdim” adlı, başlıklı şiiri var yazımızın bu bölümünde:
SENDE BURDUR’U SEVDİM
Fatma Uçarlar, Burdur sevgisini, Burdur’a olan bağlılığını, Burdurluya olan yakınlığını, içtenliğini bu şiirde anlatıyor. Anılan şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
-Ben sende Burdur’u gördüm!,
O yüzden sevdam sana değildi,
Ben Burdur’u sevdim..
Bakışlarında,
Salda’nın derinliğini,
İnsuyu’nun serinliğini gördüm.
Ben bu bakışları sevdim.
Bu bakışlarda,
Selda’yı sevdim, İnsuyu’nu sevdim…
Son bölümde, gazeteci Mesut Madan’ın Burdur’da günlük yayınlanan 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün gazetesinde ki köşesinde” Hoş geldin usta” başlığıyla yazdığı makalesinin girişi:
HOŞ GELDİN USTA
Tefenni’nin Ece Köyü’den çıkıp yazdığı yazılarla Burdur’u tüm Türkiye’yi tanıttı o. O bir duayen. O bir Usta. O Anadolu Basını’nın yıldızı. Bitmek tükenmek bilmez bir hazine o. Yazılarıyla, şiirleriyle bütün Anadolu Basınının can suyu. O bir yazı fabrikatörü.
“Herkes beni Ankara’larda sanır / Burdur’da bir dam çökse içim parçalanır” diyen bir Burdur sevdalısı o. Ama Burdur o’nun kıymetini biliyor mu? İşte bu tartışılır…
Yüzlerce kitap yazdı. On binlerce yazısı gazete ve dergilerde yayınlandı. O mütevaziliğini hiç elden bırakmadı. Yazılarını aksatmadan mahalli gazetelere gönderdi. Kısa bir aradan sonra yazılarıyla tekrar aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan…
***
Üç şiirle anlatılanlar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirlerin ortaya koyucuları, şairlerimiz, şairelerimiz. Melahat Ecevit, Isparta ilimiz merkezinden seslenmeye devam ediyor. Yenilerde üç yeni şiiri geldi. 18 Aralık 2008 ve 10 ve 11 Ocak 2009 tarihlerinin taşıyıcıları bu şiirler. Yani üçü de çiçeği burnunda şiirler. Bu şirlerin mısraları arasına dönelim ve kısa kısa bir göz atalım. Buyurun:
BİR MİNDERLİK YER
18 Aralık 2008 tarihinde kaleme alınmış, daha doğrusu bu tarihte bitirilmiş, tamamlanmış. Beş ayrı bölümden meydana gelen bu şiirin girişinde; “Bir zamanlar seninle/Herşey daha güzel olacak derken/Bak, kapımızı güz yelleri çalıverdi erken” mısralarıyla başlanıyor.
O güzelim günlerin keyfinin sürülemediğinin altı çiziliyor, “hep mor çiçeklerini topladık/Umudu dökülmüş bahçelerin” diye devam ediliyor. Mor çiçekler, umudu dökülmüş bahçeler, anlatım zenginliğini sağlayanlar. Ve sonunda şöyle bağlanıyor şiir:
-Pencereden gün ışığı sızmalı derken,
Hani kapattığımız perdeler var ya,
Onları biraz olsun aralı bırakamadık.
Ne yazık ki, özlem çektiğimiz mutluluğa,
Bir minderlik yer ayıramadık..
Duygularının çorak kalacağını anlayamayan insanlar. Anlatma zorluğu içinde olan duygu sahipleri, kalem sahipleri.
HAİN RÜZGAR
Rüzgarın da haini oluyor demek ki. Vardır değil mi? Melahat Ecevit hocanım 11 Ocak 2009 tarihinde yazdığı veya tamamladığı “Hain Rüzgar” adıyla, başlığıyla yazdığı dört bölümlük şiirin ilk bölümünde şunlardan sözediyor:
Bu akşam başka esiyorsun,
Hain rüzgar!...
Bakışların sadece göz ucu,
Belli ki şeytana ters giydireceksin,
Papucu…
Melahat hocanım, “Pencere camlarını kırıp/Döküşün/Hiçbir şey olmamış gibi bir de dönüp/Öpüşün” lerden rahatsız oluyor.
BİZİM GIZ
Melahat hoca altı dörtlükten meydana gelen, Burdur, Isparta ve çevresine ait olan bir yakınlık deyiminden, kan bağı gösteriminden söz ediyor” Bizim gız” diyor. Şiirinin başlığı da bu. “Pembe gül takınmış siyah saçına,/Daha yeni değmiş ondört yaşına/İnce rastık çekmiş hilal kaşına/Kapı gıcırtısına oynar bızım gız” anlatımından sonra şöyle sesleniyor:
-Çıkar orta yerde saçın savurur,
Edalı dönüşü içler kavurur,
Davul-zurna gümbür gümbür vurulur,
Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız..
Bizim gız, ürkektir, ceylan gibidir. Zilleri takınca narin ellerine, döner, döner. İşvesi yerindedir, baygın bakışları çok canlar yakar, sinek vızıltısı karşısında oynar bizim gız.
***
Yeni yeni yazılanlardan
Prof. Dr. İSA KAYACAN

“Bana Yazılan Şiirler” adlı bir kitabın yayın hazırlığı içindeyim ya. Bana yazılan şiirlerden örnekler vermeye o yüzden devam ediyorum, biraz da sıklaştırıyorum sizin anlayacağınız. Bunlardan ikisi daha:
Vefalı, yani gönüllü, yiğit insan İsa bey: Gönlümde sizin için düşündüklerimi yazdım. Aslında siz benim yanımda daha çok değerli ve özel birisiniz. Lütfen hoşgörünüze sığınarak af buyurmanızı ve bununla yetinmenizi rica ediyorum.
Aslında ben hiç kimsenin arkasında methe-mazhar yazı yazmayı ve söylemeyi sevmem. Amma siz olunca bu niyetim aniden değişiverdi. O’da sizleri ne kadar sevip saydığımın nişanesidir. (Türkmen Ozanı, Süleyman Özçelik, İskenderun, 15.01.2009
Prof.Dr. Sayın İsa Bey
*
Aslı Türktür Kayacan’ın soyundan,
Burdur ili güzel Ece köyünden,
Ayrı düşmüş aşretinden, beyinden,
Çarkı felek Seyranında biri var..
*
Can ile cananın Kayacanından,
Aşıklar, ozanlar, pirler şanından,
Üç ile yediler, kırklar ceminden,
Çarkı felek devranında biri var.
*
Bir dem içmiş, ol aşıklar deminden,
Güneş dahi kıskanıyor şeminden,
Taşı sıksan can fışkırır canından,
Çarkı felek hayranında biri var.
*
Türkmen ozanıyım övgü yazarım,
Nokta koyar, bir kalemle çizerim,
İsa beyi, çar köşede gezerim,
Çarkı felek bayramında biri var.
*
Isparta ilimiz merkezinden Melahat Ecevit hocanım, “Bizim gız” başlığıyla yazdığı ve bendenize ithaf ettiği 10 Ocak 2009 tarihli şiiri:
BİZİM GIZ
*Hemşehrimiz, Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan’a
*
Pembe gül takınmış siyah saçına
Daha yeni değmiş ondört yaşına
İnce rastık çekmiş hilal kaşına
Kapı gıcırtısına oynar bizim gız
*
Hele bakın ürkek ceylan haline
Zilleri takınmış narin eline
Şal kuşak yakışmış ince beline
Kaşık şıkırtısına oynar bizim gız
*
İşvesi yerinde hava atıyor
Göz süzüp etrafa çalım satıyor
Kıvırıp kıvırıp göbek atıyor
Tabak tıkırtısına oynar bizim gız
*
Bir başka rakseder ritimde sazda
Baygın bakışı can yakar birazda
Çağlayıp coşuyor baharda yazda
Suyun şıkırtısına oynar bizim gız
*
Oyuna doymuyor elleri havada
Çalıkuşu gibi durmaz yuvada
Hamsi balık gibi oynar tavada
Sinek vızıltısına oynar bizim gız
*
Çıkar orta yerde saçın savurur
Edalı dönüşü içler kavurur
Davul zurna gümbür gümbür vurulur
Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız
***
Van’dan Ümit Kayaçelebi’nin şiir dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirlerinin mısraları arasında gezerek, şiir dünyaları hakkında bilgiler vermeye çalıştıklarımın sayısı, yüzlerle ifade ediliyor. Hatta binlerle denebilir.
Van ilimiz merkezinden seslenen, şiir, yazı ve araştırmalarıyla, dikkat çeken hele TRT Radyolarının dinleme-izleme müdavimlerinden Ümit Kayaçelebi’nin şiirleri arasında, daha doğrusu mısraları arasında bir gezinti yapma isteğim hep ertelendi.
Elimde olmayan nedenlerle erteleyen, ertelemek zorunda kalan benim efendim.
Ümit Kayaçelebi, bir fotoğraf makinesi gibi. Çevresinde olup bitenler hakkındaki tesbitlerini sayfalara aktarıyor. Yumuşak bir anlatımı, anlaşılırlık oranı fazla olan bir sunuş biçimi var.
TSM-THM sanatçılarıyla arkadaş gibidir. Ümit Kayaçelebi. Onlar hakkında bilgiler verir, onlar için yazdıklarını gazete ve dergilerin sayfalarına aktarıp, okurlarıyla paylaşır, bölüşür. Şair,yazar ve gazeteci Ümit Kayaçelebi Sevim Süer’e ithaf ettiği 9 dörtlükten oluşan şiirinin ilk iki dörtlüğünde şöyle seslenmektedir:
-Yıllarca radyoda dinlediğimiz,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
Hepsine muhabbet beslediğimiz,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
*
Korolar yönetti Ahmet Yamacı,
Şemsi Yastıman’la Bayram Aracı,
Halâ hatırlarda Seyfettin Sucu,
Unutmadık, unutulmaz o sesler.
Gelin-Kaynana şikayetleri, gelin-kaynana atışmaları Ümit Kayaçelebi’nin şiirlerinin konusudur, anlatımlarının önemli boyutlarında yer alır, karşımıza çıkarlar. Gelin-Kaynana atışmasında Gelin:
Sabun koydum legene
Bak başıma gelene,
Ben kadar taş düşe,
Kaynana senin tepene
Kaynana durur mu, hemen cevap verir. Hemde böbürlenerek verilen bir cevaptır bu:
Kartal sinek avlamaz,
Köpek kuşa havlamaz,
Aklı olan gelin,
Kaynanaya hırlamaz.
Gelinden şikayeti anlatan şiiriyle, kaynanayı şikayetle anlatılanların imza sahibi oluşuyla Ümit Kayaçelebi, toplumsal sıkıntıların toparlanışını yapmakta, adeta çözüm yolları göstermektedir. Bir başka şiirinde de Van sebzelerinden sözetmektedir.
Bu şiirin ilk dörtlüğü:
-Şimdi sorsam nedir şu gazayağı,
Sen görmedin bilemezsin evladım.
Bir de desem nedir guzu gulağı?,
Sen görmedin bilemezsin evladım..
*
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim…
***
Yazılanların içinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanoğlu, kendisinden söz edilince, hemde ‘olumlu’ söz edilince, biraz şımarır,
Gururlanır, bunların yenileri gelsin ister.
Bu satırların yazarı İsa Kayacan olarak, benim için yazılanların sayısı arttıkça, seviniyor, mutlu oluyorum.
Samsun’dan Ozan Obalı (Mustafa Bilir) 16.07.2008 tarihinde benim için bir şiir yazmış. Hemde yüz yüze gelmediğimiz halde. Kendisi “sizi kırk yıldır ismen tanıyorum” diyor.. Bu tür anlatımların, şiirlerin karşı karşıya gelmeden yazılması ayrı bir anlam getiriyor, farklı bir düşünce ortaya koyuyor. Mustafa Bilir’in (Ozan Obalı’nın) şiiri efendim:
İSA KAYACAN BEY’E
Dokuz yüz kırk üçte Burdur’da doğmuş
Şu dünyaya gelmiş İsa Kayacan.
Ne avuca sığmış ne kaba sığmış
Bir ırmak bir selmiş İsa Kayacan.
*
Güzel-iyi-doğru denilen üçlü
Onunla anlamlı onunla güçlü
Bu kadar sevecen bu kadar içli
Olmasını bilmiş İsa Kayacan.
*
Sanat ve basına kol kanat germiş
Yazıp tam yüz otuz kitaba ermiş
Herkese kalbinden bir parça vermiş
Saygı hürmet almış İsa Kayacan.
*
Yıllar akıp gitmiş, o hiç gitmemiş
Sevgiyi büyütmüş, aşkı bitmemiş
Namerdin dalında bir gün ötmemiş
Mert bağına dalmış İsa Kayacan.
*
Dostluk destanını yazan birisi
Ona hürmetlerin layık irisi
OBALI dünyanın boştur gerisi
Gönüllerde kalmış İsa Kayacan.
*
PTT’nin “İSA KAYACAN ÖZEL POSTA PULU”
Söke ilçemiz merkezinde yaşayan, eğitimci, şair, araştırmacı, yazar Abdülkadir Güler, 01 Kasım 2008 tarihinde, açtığımız, Burdur-Tefenni Ece Köyü’ndeki “İsa Kayacan Kütüphanesi” için yazdığı makalesinin bir yerinde:
-“İnsan neyi ekerse onu biçecektir. Sayın Kayacan, yıllardır bu kitap ve kütüphane uğruna emek veriyordu. Çaba harcıyordu. Yaklaşık 52 yıldır durmadan yazıyor ve yazdıklarını hem ili Burdur’a ve Anadolu’ya gönderiyordu. Daha öncede söylemiştim. Sayın Kayacan sadece sanat ve Kültür bağlamında PTT’ye verdiği paraları bir yere toplasaydı, şimdi Ankara’nın Çankaya’sında lüks bir dairesi olurdu. Ama o, toplamadan ziyade dağıtmayı tercih etti. Halâ bu kültür uğraşı içinde hizmet veriyor.
Aslında PTT Genel Müdürlüğü’nde bir yetkili olsaydım, İsa Kayacan adına bir posta pulu basardım. Bu hizmeti de PTT Genel Müdürlüğü yetkililerinden bekliyoruz. Çünkü İsa Kayacan yayınladığı kitap, gazete ve dergileri Anadolu’ya taşıması konusunda evi ile PTT arasında mekik dokumuş ve binlerce TL yatırmıştır. Bu hizmetler yadsınamaz” dedi.
BURDUR
Uzun süre Burdur’da görev yapan Fatma Uçarlar’ın Burdur şiirlerinden biri, “Burdur” adıyla 12 dörtlükten oluşuyor. Burdur Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınladığımız “Şiirlerle Burdur” adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan Fatma Uçarlar’ın “Burdur” adlı şiirinden:
-Folklorü bir başka güzel,
Sipsinin sesi, yüreği ezer,
Zeybek oyunu dünyaya değer,
Baki Bey Konağı var Burdur’un.
*
Mehmet Akif vekilin olmuş,
Fakir’in sende doğmuş,
İsa Kayacan sesin olmuş,
İncir Han’ı var Burdur’un.
***
Nurdane Uzun’un şiir dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sanat ve edebiyat dünyamızın içinde yeralan, yıllardır, yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çeken isim ve imzalardan biri: Nurdane Uzun.
Nurdane Uzun Bursa’da yaşıyor, buradan sesleniyor. Yayınladığı kitapları var. Değişik türlerde, genellikle şiir ağırlıklı bu kitaplar.
Yenilerde bana ulaşan bir demet şiiri, çocuk öykülerinden oluşan, Ağustos 2008’de günyüzü gören, okurlarıyla buluşan, buluşturulan “Mavi Kurdele” adlı çocuk öyküleri var masamda. Alp Yayınları arasında günyüzü görmüş 96 sayfalık “Mavi Kurdele’ Nurdane hanımın 13 ncü kitabı.
Öykülerin adları; Mavi kurdele, çorapçı kadın, sakızcı çocuk, Doktor Ahmet, Kurban bayramı, Alabaş, Güvercin dede, Osmanlı kadını, Yavru güvercin, Kediler, Kiraz mevsimi. Nurdane uzun, şiirde olduğu gibi, öyküde, çocuk öykülerinde de anlatım zenginliği ve konuların dağılmadan, toparlanış ustalığı içindeki görünümüyle takdir görüyor.
İlk öykünün girişinden: “Vakit ikindiyi gerilerde bırakırken, sahildeki insanlar da birer ikişer ve gruplar halinde evlerine dönüyorlardı. Deniz dalgasız pırıl pırıldı” cümlesi söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymuyor mu?.
ŞİİRLER
Nurdane Uzun’un şiirlerindeki konu seçimi, anlatım ve bütünlük içindeki genel görüntü, anlatılmak istenilenlerin özelliğini, güzelliğini ortaya koyar.
Bu şiirlerin bazıları, güfte denebilecek durumdadır. Bestekarlarımızın gözden geçirmeleri halinde besteleyebilecekleri şiirlerin, güfte bütünlüğü içinde olanların bulunduğu görülecektir.
“Gülüm” adlı, başlıklı şiir vermek istediğimin örneklerden biri: Şöyle başlıyor bu şiir:
-Kaldırdın başımdan umut tacımı,
İçimde acılar dinmiyor gülüm.
Sardın bedenime gönül sancımı,
Yediğim içime sinmiyor gülüm.
Mor menekşem, Gönül ocağına koy tencereyi, O sahilde bekliyorum, Hasretin içimi yakıp yıksada, iklimler mi yoksa ben mi değiştim?, İkinci bahar, Yeşil gözlü yar, Aşk bahçemde bülbül diye, İlahi, Yaşamayı sevdiren gibi başlıklar verilen, yazılıp, sayfalara aktarılan Nurdane Uzun şiirleri. Bunlardan “İlahi” den:
—Hidayete erenlerden,
Cemalini görenlerden,
Kalbe şefkat verenlerden,
Eyle bizi, eyle Yarab!..
Ve Nurdane Uzun’un bendenize atfen yazdığı “İsa Kayacan Hocam’a” başlıklı 7 dörtlükten oluşan bir şiiri var. Bu şiirin girişi:
-Dolu, boynu eğik başağa benzer,
San’atın mimarı İsa Kayacan.
Gönlünün yanında hiç kalır anzer,
San’atın ustası İsa Kayacan.
Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
GÜNÜN SÖZÜ: 2009 yılı, Burdur için; “Spor Yılı” olacak. (Resul Alptekin
)

6 Mart 2009 Cuma

Milletvekili maaşı dışında
bir geliri bilmeyen siyasetçi:
Ali Naili Erdem
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Türkiye genelindeki gazetelerin bana ulaşanlarının sayısı 350’nin üzerinde.
Bunların tamamına yakınında yazdıklarım yayınlanıyor, bölge ve çevredeki okurlarımla, dostlarımla merhabalaşıyorum.
Elimde iki gazete var. İstanbul’da günlük 8 büyük sayfayla okurlarıyla buluşan, buluşturulan, merhabalaşan merhabalaştırılan gazeteler bunlar efendim.
Birincisi “Yenigün”adının taşıyıcısı. İmtiyaz sahibi: Ozan Köklüçınar. İkincisi: Çağdaş Ulus: İmtiyaz sahibi: Filiz Köklüçınar. “Ulus” adlı gazete sayısı bir hayli fazla. Ankara’da da Ulus gazetesi yayınlanıyor
ALİ NAİLİ ERDEM
Yukarıda adı geçen iki gazetede, Türk siyasetin yüz akı, politikanın doğru çizgisi, dostluğun zirvesindeki seslenişiyle herkesin gönlünde yeri olan Ali Naili Erdem’in yazıları, geçmişin deneyimleriyle, yaşanmışlıklarıyla içiçe olduğu için bir solukta okunuyor, aranılırlığı yüksek olan makaleler, aktarımlar olarak görülüyor, kabul ediliyor.
28 nci yayın yılı içinde olan “Yenigün” gazetesinin 8762 nci sayısında Ali Naili Erdem imzasının içinde, sütununda yeralanlardan. Başlık: Ortaya konulanlar;
- Davamız en uygar ve en zengin bir toplum olarak varlığımızı yükseltmektir. Ben barışçı milliyetçiyim.
- Tarihten güç alarak yaşamaya evet, tarihte yaşamaya hayır.
- Geçmişte kurulan devletlerin başında Türk kelimesi yoktur. Yaşadığımız cumhuriyetin kıymetini bilin.
- İtilip-kakılan ve horlanan bir Türk vatandaşına dayanamam. Türk, dünyanın her yerinde şapka çıkarılan insan oluncaya kadar savaşacağım.
- Atatürkçülük, zengin topraklar üzerinde aç yaşamak değildir.
- Utanmaktan yoksun olanların inmeyecekleri çukur yoktur.
- Milletvekili maaşı dışında bir geliri bilmedim. Bilmekte istemedim.
DARBELERİ SEVMEDİM
Ali Naili Erdem usta, örnek siyasetçi “Darbeleri sevmedim” diyor ve devam ediyor;
- Demokrasinin iyileştirilmesi adına yapılanları da sevmedim. Her darbe sonrasında sosyal yapıda dengesizlikler oluşmuş ve toplum devamlı bir dalgalanmanın içine itilmiştir. Silahla her yanlışlığın düzeleceğini sananlar ve savunanlar yanıldıklarını anladıkları zaman iş işten geçmiş olduğu için rayından çıkan olumsuzlukları tekrar yerine oturtmak yıllar almıştır.
- Türkiye vergi cennetidir. Hiç vergi vermeden yaşayanlar, verenlerden az değildir.
DÜN YUHALADIKLARINI BUGÜN ALKIŞLIYORLAR
Çağdaş Ulus Gazetesinin 2114 ncü sayısı. Ali Naili Erdem hocanın bu gazetenin 1 ve 7 nci sayfalarında görülen “Yaşamın içinden” ana başlıklı yazı da ilgi çeken görüş ve cümlelerle karşımıza çıkıyor. Bu yazıdan bazı cümleler efendim:
- Dün neredeydiler, bugün neredeler?. Dün yuhaladıklarını bugün alkışlıyorlar/ İktidar rüzgârına göre yönlenen siyaset fırıldakları her geçen gün artıyor. Kişilikli yöneticilerden eser yok.
- Bugünkü ortamda siyasi partilerin hangi görevleri üstlendiklerini anlayamıyorum. Alaca-bulaca renklerin içinde yaşamlarını sürdürenlere aydın mı diyelim?
***
Bayram Durbilmez hocadan:
Aşık Edebiyatı araştırmaları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar, kararlı, sabırlı ve bu iki nokta arasına, sürekliliği çalışma sürekliliğini yerleştirdi mi, yerleştirebildi mi, başarıya mutlaka ulaşıyor-ulaşıyorlar, zirveye bağdaş kurup oturabiliyorlar. Tıpkı, Yrd. Dç. Dr. Bayram Durbilmez hocada olduğu gibi.
AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
Yrd. Doç. Dr. Bayram Durbilmez, “Aşık Edebiyatı Araştırmaları-Taşpınarlı Halk Şairleri” adlı kitabının 3. ncü baskısını yayınladı. Merkezi Ankara’da olan Ürün Yayınları arasında günyüzü gören 302 sayfalık kitap.
Bayram hocanın halk edebiyatımız alanında ciddi çalışmalarıyla, araştırma ve yayınlarıyla geniş bir kaynak bütünü içinde yeraldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elimizdeki tek bir kitap bile, görüşlerimizin doğruluğunu gösteriyor.
Bayram hoca, hazırlanan tezlerdeki, yüksek lisans tezlerindeki, ortaya konulan projelerdeki imzalarıyla dikkat çekerken, bu konudaki makaleleriyle de göz dolduruyor. Bildirileri var uzun uzadıya hazırlanmış, detaylandırılmış. Dinlendiklerimiz var, okuduklarımız var, izlediklerimiz var.
Kitabın içindekiler bölümüne şöyle bir göz atıyoruz:
- Aşık edebiyatı Nazım biçimleri ve türleri,
- Aşıklık gelenekleri,
- Taşpınarlı halk şairleri ve şiirlerinden örnekler,
Bunlar kimler?. Kimlerden sözediliyor. Bakalım:
- Aşık İkramı (1986-1954), Aşık Gariboğlu (1929-) Aşık Halis (1937-) Aşık Erdemli (1936-1968), Aşık Muttalip (1941-1991), Aşık Türkmenoğlu (1944-1998),
- Aşık Sadettin (1944-) Aşık Nurani (1951-2001), Aşık Çemeloğlu (1955-) Aşık Gülbahçe (1958-), Ozantürk (1969-)
Önsözün girişinde; “Geleneği olanın geleceği de olur. Aşık edebiyatı da bir gelenek edebiyatıdır” deniyor. Önsöz Bayram Durbilmez hocanın efendim. Giriş bölümünde, ilk cümleler şöyle:

-“Aşık edebiyatının kökenlerini en eski halk şairleri olan Kam_Şamanlara kadar götürmek mümkündür. Kam, şaman, baskı, oyun, akın,ozan gibi adlar verilen gelenekli halk temsilcileri, halk şairliği yanında, yüzyıllar boyunca toplumun değişen sosyal ihtiyaçlarına göre farklı işlevler de yüklenmişlerdir. Azerbaycan, Anadolu ve Rumeli sahasında ozanlıktan aşıklığa geçişte de toplumun değişen ihtiyaçları etkili olmuştur”.
Esas adı: Sami Sırakaya olan ve 10 Mayıs 1951 tarihinde Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Taşpınar köyünde doğan Aşık Nurani’nin (1951-2001) “Yozgat’ım” adlı uzunca bir şiiri var 217 nci sayfada.Buradan iki dörtlük nakledelim:
-Bozok yaylasında mübarek belde,
Bellidir tarihte izi Yozgat’ın,
Hiç soranı yok ki, nedir, ne halde,
Onun için buruk özü Yozgat’ın.
*
Nurani der, her kul seni görmeli,
Senle olup, senle kavil kılmalı,
Sazlar çalar, diller söyler Sürmeli,
Çalar yanık yanık sazı Yozgat’ın.
Aşık edebiyatının kökenleri, oluşumu ve gelişimi, Yozgat ve yöresindeki aşıklık geleneklerini anlatan, dile getiren bu yayınından dolayı Bayram Durbilmez hocamızı kutluyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
***
Yaşlılık, Tanrının insanlara ödülü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yaşlılıkla ilgili değerlendirmeler farklılıkla karşımıza çıkıyor. Kimisi, “yaşlılık, sağlıklı olduğu takdirde, olgunluğun, tecrübelerin bütünlüğünü oluşturur, ortaya koyar” derken, kimisi, “yaşlılık zordur. Ne yapılırsa, gençlikte yapılmalıdır” diye kestirip atıyor.
Denemeleri ve şiirleriyle dikkat çeken bir kamu görevlisi, hem de başarılı bir kamu görevlisi Aytekin Aydın’dan bir “mektup” aldım.. Yaşlılıkla ilgili görüşleri dikkat çekiciydi, farklılık netliği ve görüntüsü getiriyordu. İlginç bulduğum Aytekin Aydın’ın yaşlılık yaklaşımını aşağıya alıyorum efendim:
YAŞLILIK
Yaşlılık, bana göre, Tanrının insana verdiği bir ödüldür. Nasıl mı?:
Dünyaya gelen insan hastalıklardan, kazalardan ve yaşamın her türlü zorluklarından bedenini ve ruhunu koruyarak. 60–70 yaşına geliyor. Yüzünde derin çizgiler, kırışıklıklar oluşuyor, saçlar beyazlaşıyor. Acaba neden?. Bunların bir anlamı yok mu?.
Bir insan istesede 15 yaşında saçları beyazlayıp, yüzünde derin çizgiler oluşamaz. Farzedelim böyle bir şey oldu. Toplumdaki herkes onunla dalga geçer. Ona kimse saygı duymaz. Çünkü, o yüzündeki derin çizgileri ve beyaz saçları hak etmemiştir. Onlara sahip olması için en az bir 50 yıl beklemesi gerekecektir.
O derin çizgiler, beyaz saçlar, Tanrının o kişiye teşekkürüdür.
Yaşlı ve ünlü bir tiyatro sanatçısına bir doktor arkadaşı, estetik ameliyat öneriyor. Ve sanatçı inanılmaz bir tepki göstererek doktora şöyle diyor:
-“Siz ne diyorsunuz doktor bey. Ben o derin çizgilere, o beyaz saçlara sahip olmak için tam 70 yıl bekledim. Şimdi siz benden, hayatımın 70 yılını alıp yok etmek istiyorsunuz. Buna hakkınız yok, kesinlikle ameliyat olmuyorum”. İşte böyle..
Bana göre, Tanrı yaşlı bir insana şöyle diyordur:
-“Benim sana verdiğim emanetimi, bedenini ve ruhunu tam 70 yıldır, hayatın tüm zorluklarına, kazalara, hastalıklara, acılara rağmen korudun, bu yaşa geldin. Bende senin yüzünde her birinde binlerce anlamı olan derin çizgiler oluşturdum. Saçlarını beyaz aklarla doldurdum. Bunları gören insanlar, sana hayranlık ve saygı duyacaklardır. Çünkü o insanların bir çoğu, senin bazen hüzünlenerek baktığın o kırışmış yüze, o beyaz saçlara sahip olmadan bu dünyadan ayrılacaklar. Çünkü sen özelsin. Sen gençliğin ne olduğunu biliyorsun ama onlar yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorlar”.. Tüm yaşlılara sesleniyorum: Siz dünyamızın renkli bahar çiçekleri gibi güzel, onlar kadar hassassınız. Tecrübelerinizle, erdemliklerinizle, çorak dünyamızın çiçekleri, tatlı bilgeler, kahramanlar iyi ki varsınız.
Hepinize çok uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sizden bir ricam var: Biraz bekleyip, beni de aranıza alır mısınız? Sevgilerimle, (Aytekin Aydın, Ocak 2009-Ankara).
İSA KAYACAN (2)
Soğukta kalmış gibi,
Titriyor yazın senin.
Yüz kitabın sahibi,
Alında yazın senin.
Sevindirir garibi,
Kışında yazın senin
Mustafa CEYLAN (Ankara, 19,5,1999)
GÜNÜN SÖZÜ: Denetim, eğitimin önemli bir ayağıdır. (Recep Yiğit)
***
Gülaye Razyeva’dan: Atatürk’ü görürem
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den gelen şair, şaire ve yazarlarımızın sesleri, kitapları, yayınları… Bunlardan bir yenisi, Gülaye Rızayeva-Şınıklı’ya ait. “Atatürkü Görürem” adlı 99 sayfalık şiir kitabı efendim.
Kitabın redaktörü: Sirus Azadi, Operatörü: Ayşegül Abdülkerimova, Dizgi: Arda Grafik Planet, Cavidan Elbars imzalarıyla karşımıza çıkıyor.
Gülaye hanım bu kitabında değişik şiirleriyle Türkiye, Atatürk sevgisini dile getiriyor. Atatürk şahsiyetinin büyüklüğünden ve ölmezliğinden sözediyor, yola çıkıyor Türkiye/Azerbaycan kardeşliğinden, Mevlana yüceliğinden, hareket ederek kalbinde, ruhunda duyduğu sevgilerini mısralara döküyor.
“Bitip tükenmeyen sevgilerin sahibi” olarak bilinen Gülaye Rizayeva-Şınıklı’yla Ankara’da, Altındağda Şiir Akşamları programı çerçevesinde tanışma fırsatı buldum.
Atatürk ve Türkiye sevgisiyle dolu olduğunu, yayınladığı “Atatürkü Görürem” adlı kitabıyla daha açık ve net anlama, görme gerçeğiyle karşılaşmam beni sevindirdi, mutlu etti.
“Atatürkü Görürem” adlı kitabın sunuş ve önsöz mahiyetinde yazılanlar, “Redaktordan”, “Türk Türkü goşdu” ve “Hazine köprüsü” başlıklarıyla verilmiş. Bunlardan:
- “Salam Azerbaycan şiirinin hususi bir yeri var. O öteki şiirlerinde olduğu gibi, Deyir ki Salam Azerbaycan şiiriyle, hiç kimsenin demediği, diyemediği yalnız şahsına ait tarzda vatan sevgisini mukaddesleştiriyor” (Sirus Azadi),
- “Düzüm düzüm sıralanan bu satırlar, Garabağ ağrılı, Tebriz hazretli, Kerkük, Çanakkale yanlığıdır. Sarıkamış çölündeki şehid ruhunun masım bakışıdır. Bir ana laylasının ışığında sizinle söz dünyasında görüşdük” Telman Dejelli)
- “Gülaye hanım düşünür ki, Mustafa Kemal Atatürk dünyanın bir çok ülkelerine, milletlerine örnek olarak, yalnız öz milletinin değil, bütün insanlığın azaldığını arzulayan büyük bir lider idi” (İmami Şövket Ebülfezi gızı).
Azerbaycan yazıçılar ve jurnalistler birliklerinin üyesi, şaire Gülaye Şınıklı, “Taleyimin laylaları” adlı şiir albümleriyle de dikkat çekiyor. Bu albümlerde yeralan şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından seslendirilmeye devam ediliyor efendim.
Kitabın adı olan “Atatürkü Görürem” adlı şiir 37, 38, 39, 40 ve 41 nci sayfalarda yeralıyor. Bu şiirden:
Aşkımızın aynasında,
Atatürkü görürem.
Azadlığ dünyasında,
Atatürkü görürem.
*
Gülayeyem, sözümle,
Hep özünü-özümle,
Hakkı gören gözümle,
Atatürkü görürem..
Gülaye hanım Atatürkü böyle görüyor.. Ya bizim Türkiye’de bazı zeka özürleri nasıl görüyor?. Anlayan var mı? Tebrikler Gülaye hanım, tebrikler.
GÜNÜN HABERİ: Mehmet Cadıl Anadolu Öğretmen Lisesi’nde simit dağıtımını gerçekleştiren işadamı Mehmet Cadıl; “Onlara desteğimi her zaman hissettirmek istiyorum. Ben onların hem annesi, hem de babasıyım” dedi.
***
Anadolu Basını’nın sorunları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Geçmişte, Anadolu Basını dedik, mahalli basın dedik, yerel basın dedik… Bugünde “Yerel basın” diye tutturuyoruz, ifade ediyor, söylüyoruz. Bence “Anadolu Basını” deyimi en doğru olanıdır.
Anadolu basını, Anadolunun dilidir. Yöreselliğiyle övünen, yöreseli ön plana koyan, makyaj yapmaktan hicap duyan, riyadan, kinden nefretten sakınan, güzellikleri arayıp bulan, güzel bir yüz özlemidir Anadolu Basını.. Anadolu Basını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda önemli harcı olan bir basındır, Yerel basın yerine, bilerek ve ısrarla Anadolu Basını deyimini kullanmamızın temel felsefesi, Anadolu sözcüğünde somutlaşan, birleştiricilik, bütünleştiricilik, bir başka ifadeyle, ulusal birlik, ulusal bütünlük idealinin varlığıdır.
ANADOLU BASINININ SORUNLARI
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Türkiye’de 2 bin 400 yerel, 23 bölgesel ve 52 yaygın gazete yayınlanıyor. Yerel televizyonların sayısı 212 bölgesel televizyon sayısı 16, ulusal televizyon sayısı 27. Bunlar Şubat 2009 verileri.
28 Ocak 2009 tarihinde, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde gerçekleştirilen, Basın-İlan Kurumundaki Anadolu Gazete sahipleri temsilci seçimine 328 gazeteci katılıyor.Konya Merhaba Gazetesinin sahibi Mustafa Arslan 167 oy alarak Basın İlan Kurumunda Anadolu gazete sahiplerini temsil etme hakkını elde ediyor.
Bu arada, Türkiye İstatistik Kurumunun 2008 nüfus sayımı sonuçları 71 milyon 517 bin 100 kişi olarak açıklanıyor. Yani normal ifade edişimiz: Nüfusumuz 71.5 milyon olmuş.
ANADOLU BASINI MENSUPLARI TRT’1de.
09 Şubat 2009, TRT-1’de saat 22.30’da Tayfun Talipoğlu’nun hazırlayıp sunduğu “Nasılsınız?” programı Anadolu Basınının sorunlarının tartışılması, ortaya konulmasına ayrılıyor. Ülkemizin değişik bölgelerinden gelen, gazete sahipleri, yazı işleri müdürleri, köşe yazarları, televizyoncular ve muhabirleri katılıyor. Program gece 03’e kadar sürüyor.
İki bölüm halinde canlı yayın olarak gerçekleştirilen programa katılanların görüşlerinden bazı cümleler efendim:
1- Yerel medyanın güçlenmesi demek, medyanın güçlenmesi demektir. Yerel medyada köşe yazısı yazmak, eleştirmek zordur (Cumhur Kılıççıoğlu)
2 Paralı cezalar basının özgürlüğünü kısıtlıyor. Yerel basın çok önemli bir aydınlatma sürecidir (Prof. Dr. Korkmaz Alemdar)
3- Türkiye’de demokrasinin güçlenmesini isteyenler, yerel gazetelere destek vermelidir (Prof.Dr. Suat Gezgin)
4- Basın toplantılarında televizyonlara açıklama yapılması bekleniyorsa, o toplantının sadece televizyonlara açıklama yapılması gerekir (Niyazi Manış),
5- Seçim yasağı sadece radyo ve televizyonlara uygulanıyor. Gazete ve dergiler ise serbest (Adnan Yüce),
6- Yerel medyanın kaynak, yetişmiş eleman sorunları var, İletişim fakültelerimizin elemanları donanımlı yetişmiyorlar (Naci Alan)
7- Türkiye’de yerel gazete kurmak, en kolay işlerden birisi. Bir berber dükkanı açmak, bir market açmak için evrelerden geçiyorsunuz. Türkiye’de kafası bozulan gazete çıkarabiliyor (Mevlüt Yeni),
8- Yaptığım işin bir okul olduğunu düşünüyorum (Aslı Aydın),
9- Biz ulusallar gibi, çamur at izi kalsın.. Biz ne kadar pay alırız? Gibi özgür değiliz (Meral Özdemir)
10- Biz silah zoruyla gazete çıkarmıyoruz. Benim elimden gelen tek iş buydu (Ali Şener)
11- Bitlis’ten bir arkadaşım not iletti: “Adam, kamyonunu satıyor, gazete çıkarıyor” dedi. Radyoda bir eser çaldığınızda, polis gelip “kim istedi bu eseri” diye soruyor (Necip Çapraz),
12- Gazate işletmeciliği anlamında sorun yaşanıyor. Gazete tehlikeli bir silah olmasına rağmen, herkes ehliyetsiz ve herkes gazete çıkarabiliyor (Mehmet Ali Dim)
13- Seçim zamanı herkes gazete çıkarıyor. Seçim zamanı herkes yerel medyayı hatırlıyor. Bir de Türkiye’de görünme hastalığı var (Tayfun Talipoğlu)
***
Eskimeyen şiirler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zamanın eskitemedikleri vardır. Bunlar değişik alanlarda, farklı biçimlerde karşımıza çıkarlar. Söz etmek istediğim eskimeyenler, Fatma Uçarlar’ın, Tanrı sevgisi, ölüm, dualara yönelik duyguların şekillendirdiği şiirlerinden birkaçı efendim.
Bu şiirlerin başlıkları; Hak yolu, Ölmem mi lazım? , O’na koşmak isterim, o yer, Kerim Aydın Erdem’e, Sessizce. Bu şiirlerin mısraları arasına dönmek istiyorum. Buyurun birlikte gözden geçirelim
HAK YOLU
Her şey seninle yıkandı yağmur,
Şu katı yüreğim, nasıl olur hamur?,
Eğer ben hak yolunu bulmazsam,
Toz yap bedenimi, oradan oraya savur.
İkinci şiir “Ölmem mi lazım?” başlığıyla karşımıza çıkıyor. Burada, “Her geçen gün/Dedirtiyor aman/O konuşma anı/Bilsem ne zaman?” mısralarıyla söze başlanıyor. “Yaşamak zor ama/Dayanmam lazım/Ölümsüzlüğe ulaşmak için/Ölmem mi lazım?” diye soruluyor. (Burdur, 07.11.2003)
ONA KOŞMAK İSTERİM
Fatma Uçarlar’ın üçüncü şiiri bu. “Bir umut düştüm bilinmez yollara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum/Bıktım, hesap vermekten kullara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum”la biten beş dörtlükten oluşan “O’na koşmak isterim”in ilk dörtlüğü. Bu şiirden bir dörtlük daha:
-Dağlarda Ferhat’ın sesini duydum,
Çöllerde Mecnun’un izini gördüm,
Veysel Karani’nin izini yüzümü sürdüm
Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum.. (Burdur, 14.11.2003)
Ve arkasından Fatma Uçarlar’ın “O yer” adlı, başlıklı şiiri. Burdur’da 23.11.2003 tarihinde kaleme alınmış, şekillenmiş, sonra yayınlanmış. “Gel deyip, çağırıp bekleyenim yok ama/Bilirim/Bir yer var, bekler beni/Çare yok/Geldi mi o emir/İstesem de istemesemde/uyacağım/ilk kez değer bulacak bu bedenim/ Götürüleceğim eller üstünde/Belki de annemin kucağı kadar sıcak/O yer Bekler beni son nefeste.”
KERİM AYDIN ERDEM’e
Rahmetli Kerim Aydın Erdem dostumuz için Fatma Uçarlar, Denizli’de başladığı altı dörtlükten meydana gelen şiirini 21.09.2004 tarihinde Burdur’da bitirmiş, tamamlamış. Bir dörtlüğünde şöyle diyor Fatma Uçarlar:
Kaptan’ımız kılavuz, yaptık vazifemizi, Allah’tan Kerim’ini, diledik dostumuza, İsa, Musa, Fatıma, açtık ellerimizi,
Ayrılık burukluğu, çöktü tüm omzumuza.
Ve sessizce, şiiri Fatma Uçarlar’ın. 12.11.2004 tarihinde yazılmış, kaleme alınmış ve yayınlanmış. Burada; “Dilimdedir yalnızca tek bir hece/Dualarla seslenirim her gece/Günahlardan sonra boynum eğince/Af dilerim, af dilerim sessizce” mısralarıyla söze başlanıyor.
Bu şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Bir başka dörtlüğü anılan şiirin:
-“Gel kulum” de, yalın ayak geleyim,
Huzurunda, yüzüm yere süreyim,
Son nefeste göz kaparken güleyim,
Rahman’ına sığınırım sessizce…
Ve duaların kabul olduğu anlarla ilgili Fatma Uçarlar duyguları, anlatımı: “Huzurunda kabul olur dualar/Gönüldeki geçenleri o anlar/Hak yolunda dinmez akar hep yaşlar/Bülbüllerle seherdeyim sessizce”...
***
Karadeniz Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergilerimiz getirdikleriyle, genel görüntüleri ve içerikleriyle dikkat çekerler… Veya aranılır, beklenilir bir dergi veya dergiler olarak görünmezler.
Elimde bir dergi var. Adı: Karadeniz. Üç ayda bir yayınlanan uluslararası sosyal bilimler Dergisi. Elimdeki 2008’in kış dönemine ait ilk sayısı. 184 sayfayla şekillenmiş, okurlarının karşısına çıkmış, çıkarılmış.
Hakemli bir dergi olan “Karadeniz”in kimlik bölümüne bakıyorum:
Sahibi Hayrettin İvgin. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erhan İvgin. Editör: Dr. Erdoğan Altınkaynak. Genel koordinatörde Dr. Erdoğan Altınkaynak Yayın sorumlusu: Mustafa Aça. Kültür Ajansın yazışma adresi: Konur Sk. No: 66-9 Bakanlıklar-Ankara, Dergi için yazışma adresi: Dr. Erdoğan Altınkaynak: Giresun Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tür Dili ve Edebiyatı Bölümü-Giresun.
Karadeniz dergisinin sunuşunda daha doğrusu “Çıkarken” başlığı altında editör imzasıyla yazdığı yazının bir yerinde; “Karadeniz ve çevresi ülkelerini konu edilen çalışmalar öncelikli olmak üzere tüm yazılar yılda dört kez yayınlanacak dergide yayın ilkeleri ve akademik hakem heyetlerinin değerlendirme raporlarından gelecek sonuçlara göre yayımlanacaktır” diyor, Dr. Erdoğan Altınkaynak.
İÇİNDEKİLERDEN
Karadeniz dergisinin içindekilerden, başlık ve imza sahiplerinden (bazıları) söz etmek gerekirse:
- Halk Bilgisi Haberleri ve İnan dergileri bağlamında 1929–1949 yılları arasında halk bilimi ve halk edebiyatı araştırmalarında Trabzon’un yeri (Doç.Dr. Mehmet Aça),
- Karay-Kırımçak ilişkileri ve Musevi dinli iki Türk halkının ayrışma sebepleri (Yrd. Doç.Dr. Erdoğan Altınkaynak),
- Çukurova ağıt söyleme geleneğinde ölüm dışı söylenen ağıtlar (Prof. Dr. Erman Artın),
- Birinci Dünya Savaşı sonrasında Çorum’da bazı polisiye olaylar ve eşkiyalık (1919) (Doç. Dr. Ahmet Halaçoğlu)
- Gürcistan’ın Tsalka (Parmaksız/rayonunda yaşayan Urum Türklerinin dil ürünlerinden örnekler (Ünal Kalaycı),
- Çağdaş Tatar şiirinde İstanbul konusu (Çulpan Zarif ve Raife Rahman şiirleri misalinde (Doç.Dr. Leyla Mingazova).
Prof. Dr. Erman Artun, Çukurova üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde görev yapıyor. Derginin 52 nci sayfasında başlayan “Çukurova ağıt söyleme geleneğinde ölüm dışı söylenen ağıtlar “başlıklı araştırmasının devam ettiği “Mezar yeri ağıtı” ara başlığı altında yeralanlardan:
-Mezar yeri satın aldım babamdan,
Alem bunu böyle bilsin ellemen,
Ayrı düştüm elimilen obamdan,
Gül benzim sararsın, solsun ellemen.
*
Ben ölürsem, aramayın sormayın,
Yavrulara bir yudum su vermeyin,
Musallada namazıma durmayın,
Cenazemi eller kılsın ellemen.
YAYINLAR: Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den aldığım iki dergi: 1-Kümbet Altında, 2- Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Kümbet.. Her iki dergide Tokat ilimiz merkezinde yayınlanıyor.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den gelen iki gazete: 3 ncü Haber ve Hadiseler Şehirler.

5 Mart 2009 Perşembe

Gazeteci-Yazar İsa Kayacan: Zeybeği tek başına değil toplu oynadığımızda Burdur’un sesi duyulur.
Röportaj: Hasan TÜRKEL
Burdur basınının duayeni, Gazeteci Yazar İsa Kayacan’ı, şehre hakim Yeşiltepe’de gerçekleştirdiğimiz bir söyleşiyle, “Şehirde ve Ülkede Gündem” köşemize konuk ettik. Üstat Kayacan’a, yayına hazırladığı “Burdur Destanı Bensiz Olmaz” adlı kitabına ilişkin sorular yöneltip, Burdur’a dair de yorumlarını aldık.
Hasan Türkel : Sayın Kayacan, yayına hazırladığınız ve gazetemizde, eski deyişle tefrika etmeye, yani bölümler halinde yayınlamaya başladığımız “Burdur Destanı Bensiz Olmaz” adlı kitabınızın hazırlık evresi nasıldı?
İsa Kayacan : Burdur’la ilgili “Burdur Hatırlamaları” adlı, ikinci baskısı yapılan kitabım başta olmak üzere, değişik yayınlar yanında Burdur’un ve Burdur’lunun manzum türüyle, yani manzum anlatım biçimiyle dile getirilmesinin bir araya toparlanmasının yararlı olacağını düşündüm. Ve Türkiye’de, bu alanda bir ilki gerçekleştirmek istedim.
H.T. : “Burdur Destanı Bensiz Olmaz” adlı kitabınız Burdur’u tanımaya nasıl katkı sağlayacak?
İ.K. : Burdur, elbette değişik kaynaklarda, özellik ve güzellikleriyle birlikte yer alıyor. Ancak, düz yazı, yani nesirle verilenler çok uzun olduğu için, şiirle anlatmanın daha pratik, daha kısa yoldan, Burdur ve Burdur’luya bir tasvir verebileceğini ve bu çalışmanın Burdur’u tanımaya katkısının daha etkin olacağını düşünüyorum.
H.T. : Üstad, “Burdur Destanı Bensiz Olmaz” da, ilk kez gün ışığına çıkardığımız Burdur’a dair şeyler de yer alacak mı?
İ.K. : Burdur’u tanımlamaya ilave gibi imkanım yok. Ama bu varolanların tesbiti, değerlendirilmesi ve bir araya getirilmesi anlamında değerlendirilebilir.
BURDUR SEVDADIR, BURDUR’LU SEVGİ YUMAĞI.
H.T. : Kitabınızda tabiat, tarım, turizm, sosyal yapı, kurumlar, sanat, yemekler, daha pek çok alanda bilgiler yeralıyor. Bu anlamda, kitabın amacını ortaya koyarsak, ne söylersiniz? İ.K. : Burdur sadece bir kelimeden ibaret değil. Bu anlatım içerisinde varolan farklı bilgiler, belgeler, Burdur’un tarihinden de başlıyarak, kültürel varlıklarıyla, yöneticileriyle, gazete ve gazetecileriyle, çok geniş bir biçimde ele alınması, değerlendirilmesi amaçtır.
H.T. : Burdur’u iki cümleyle tanımlarsanız?
İ.K. : Burdur, bir sevdadır. Burdur’lu, sevgi yumağıdır. Burdur, hasrettir, özlemdir. Burdur, sevgi kentidir.
BURDUR’LU, FERDİ HAREKETTEN VAZGEÇMEZSE, KALKINAMAYIZ.
H.T. : Burdur’un gelişmesi, daha doğrusu gelişmemesi hakkında görüşleriniz neler?
İ.K. : Yıllardır söylemeye gayret ettiğim bir söz var. Burdur’lular zeybeği, tek başına oynuyor. Halbuki zeybek oyunu, toplu halde oynanırsa ses verir, görüntü zenginliği ortaya koyulur. Burdur’lu, ferdi hareket etmekten vazgeçmediği sürece, bir araya gelme ve beklenen kalkınmanın sağlanması mümkün olamayacaktır.
H.T. : Burdur’da, sanat, şiir, yazı, resim, yani kültür üretimi ne alemde sizci?
İ.K. : Geçmiş yıllara baktığımız zaman, kültürel çalışmalar ülke genelinde olduğu gibi Burdur’da da zayıflamıştır. Ancak, gelecek için ümit veren, şair ve yazarlarımız fazla olmasa da vardır.
H.T. : Ülkenin, başka kültürlerden etkilenmemiş, en özgün kültürü olan Teke Yöresi kültürü hakkında düşüncelerinizi alabilirmiyiz?
İ.K. : Burdur, Teke kültürünün başkentidir. Sipsisinden kabak kemanesine, bağlamasından curasına, Ahmet Yamacı’sından Hamit Çine’sine ve Sümer Ezgü’süne kadar uzanan, büyük bir kültür zenginliği vardır.
TÜRKÜLERİMİZ, DENİZLİ VE KOMŞU İLLERE MALEDİLMİŞ.
H.T. : Teke kültürünün yeterince tespit edilip arşivlenerek, kayıt altına alındığı söylenebilir mi sizce? Alınmadıysa neden?
İ.K. : TRT repertuarlarında bulunması gereken Burdur çıkışlı pek çok türkü, ya Denizli’ye ya da çevredeki başka illere ait olarak kayıtlara geçirilmiş. Bunun üstüne bir de, Burdur’da konu ile ilgilenmesi gerekenlerin, fazla duyarlı ve etkili olamayışlarını ve sorunun bunlardan kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz.
BURDUR’A KARŞI GÖREVİMİZ BİTMEZ,
H.T. : Sayın Kayacan, artık bir üniversitemiz var. Bu kültürün korunması ve yansıtılması anlamında, üniversiteden beklentileriniz var mı?
İ.K. : Üniversite, adı üstünde Teke Folklörüyle ilgili, bilimsel araştırma ve çalışmalarını arttıracak, kayıt altına alacak ve ülke genelinin hizmetine sunmalıdır. Beklentimiz budur.
H.T. : Sayın üstad, şimdi şöyle gerilere, hatta çocukluğunuza kadar giderek düşündüğünüzde, geleneklerimizde Burdur’a has, düğüne, şenliğe ilişkin bir tablo aktarabilir misiniz bize?
İ.K. : Bizim çocukluğumuzda, Hıdırellez katılımları, çok etkili olurdu. Bir bayram havası içinde geçerdi. Şimdi rahmetli olan, köyümüz sakinlerinden, bağlama çalanlar ve Burdur türkülerini seslendirenler, beni çok etkilerdi. Onları hatırladım.
H.T. : Üstadım. Söyleşimizin sonunda, mesajınız nedir?
İ.K. : Burdur’lu olarak, Burdur ve Burdur’luya karşı görevlerimin bitmediğini ve bitmeyeceğini biliyorum. Hepimiz, elimizden ne geliyorsa yaparak, Burdur ve Burdur’luyu sürekli, Türkiye ve Dünya gündeminde tutmaya devam etmeliyiz. (Burdur Gazetesi, 02 Mart 2009)
******KONUK YAZAR**********
ECE KÖYÜ’NÜN ECESİ
Melahat ECEVİT
Prof. Dr. İsa Kayacan genç yaşta yazı hayatına başlaması onun için hayatının dönüm noktası olmuştur. Çeşitli kademelerde görev yapmıştır. Binden fazla gazete ve dergilerde yazarak Anadolu Basınının duayeni unvanını kazanmıştır. Ve çeşitli ödüllere layık görülmüştür.
İsa Kayacan, merkezleri Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan Asya Üniversitesi Rektörlüğü Dünya ve Uluslararası ilim Merkezi Başkanlığı İlmi Şuraları kararıyla 19-20 Haziran 2003 tarihlerinde kendisine iki ayrı (fahri doktora) ve Vektör Uluslararası İlim Merkezi Başkanlığınca Fahri profesörlük ünvanları verilmiştir.
Hayatını kültür sanat ve edebiyata adayan İsa Kayacan, yaptığı hizmetleriyle Türkiye basınının tanıdığı önemli bir şahsiyettir. Bir insanın doğup büyüdüğü yere hizmet etmesini bir kutsal görev kabul eden İsa Kayacan, bu kutsal görevini Ece Köyü’nde gerçekleştirmiştir. Aylar önceden başlayan açılış hazırlıkları 2007 Eylül ayında çalışmalarıyla başlamıştır. Çeşitli uğraşlardan sonra kütüphanesinin açılışı 01.11.2008 tarihinde hizmete girmiştir.
Ece Köyü Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi adı altında açılışa sunulmuştur. Ece Köyü Muhtarlığı kararıyla da aynı tarihte yine Ece Köyü’nde İsa Kayacan Sokağı açılımı gerçekleştirilmiştir. Ece Köyü’nde bir bayram havası estirilmiştir. Ece Köyü’nde açılan bu kütüphane sayesinde yöre halkı ilim irfan yuvasına kavuşmuştur. İsa Kayacan’ın 1956 yılında yayınlanmış olan ilk şiiri bana hiç gitmek nasip olmayan Ece Köyü’ne götürür.
Bizim köyün adı Ece
Karanlıktır her gece
Eşeler Dağı’na giden
Oduncu emmiler dayılar
Merhaba….
İlk merhabasıyla başlayan basın hayatı sayısız merhabanın açılışı olarak devam etmektedir. Geniş bir dünyası olan Prof. Dr. İsa Kayacan Anadolu basınının sıcak bir dost kapısı olarak sevgiyi ve dostluğu yazmaya devam etmektedir.
Böylesine mesleğine bağlı ve âşık olan İsa Kayacan bitip tükenmeyen bir meşale gibi Anadolu’ya ışık yansıtmaktadır. Basın yolundaki çalışmalarını sevdalı bir nefer olarak devam ettiren, Türk basınının değerli mensubunu Allah korusun diyorum.
İsa Kayacan Ece Köyü’nde adına verilen kütüphane için çalışmaları sonsuza kadar anılacaktır. Şiirlere, sokaklara verilen ismin şimdi Ece Köyü’ne ve yörenin en anlamlı eseri olarak İsa Kayacan adına açılan kütüphane olmuştur. Kendilerini tebrik ediyor, Ece Köyü’nün Ece'si olan Prof. Dr. İsa Kayacan’a yaptığı değerli hizmetlerinden dolayı tebrik ediyor, saygılarımı sunuyorum.