31 Aralık 2010 Cuma

2009 yılında, gazete ve dergilerdeki yayın görüntüm: 964 ayrı yazı, 4 bin 184 kez yayın (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Yıllar itibariyle, gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarımla ilgili yaptığım değerlendirmeler- yayınlar ses veriyor, dikkat çekiyor. Bu çerçevede, bu noktadan bakılarak 2009 yılında bu satırların yazarı İsa Kayacan’ın yazdıkları, yayınladıklarıyla ilgili genel tabloya bakalım:
            Bu genel tablo, bendenizin kendimle ilgili, gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarımla ilgili notlarım gün, hafta, ay ve yıl itibariyle yan yana getirilişinden ortaya çıkıyor:, 2009 yılında 964 ayrı yazı yazıp, 38 gazete, 14 dergide toplam 52 ayrı yayın organında 4 bin 184 kez okuyucu karşısına çıkmışım (bu rakam ulaşılan okuyucu sayısının artışıyla farklı bir sonuca ulaşabilir), okuyucuyla buluşmuşum... Bir başka ifadeyle 2009 yılında da ‘rekora’ giden yolda yürümüşüm, ayak izleri bırakmışım.
            Kayıt altına aldığım günlük, haftalık, aylık ve yıllık notlarımı 01 Ocak -31 Aralık 2009 arası, yani 12 aylık sürede, gazete ve dergi isimleri itibariyle değerlendirme, alt alta koyup, sıralama, toparlama sonuçlarıma göre;
1- Belde Gazetesinde (Ankara, 356 ayrı yazı),
2- Olay Gazetesinde (Ankara, 293 ayrı yazı),
3- Yarın Gazetesinde (Ankara, 315 ayrı yazı) olmak üzere, toplam 964 (gün-yazı) ayrı yazımın, günlük olarak yayınladığı ortaya çıktı. Bu 964 ayrı yazımın değişik yerleşim birimlerinde yayın yapan, gazete ve dergilerde “gün-sayı olarak” olarak 4 bin 184 kez yayınlandığı, okuyucu karşısına çıktığı, çıktığım, yıllık kayıtlarımın teker teker-satır satır değerlendirilişiyle anlaşıldı, görüldü.
Şimdi, yukarıda kaydedilen 3 ayrı gazeteye ilâve olarak İsa Kayacan’ın yazılarının yayınlandığı gazete ve dergilere, yayın-gün sayısı itibariyle şöyle bir göz atalım:
4- Sonsöz Gazetesi (Ankara, 344 yazı),
5- Gündem Gazetesi (Ankara, 303 yazı)
6- 24 Saat Gazetesi (Ankara, 301 yazı),
7- Anayurt Gazetesi (Ankara, 155 yazı),
8- Yenigün Gazetesi (Burdur, 267 yazı),
9- Burdur Gazetesi (216 yazı),
10-Burdurlu’nun Sesi Gazetesi (152 yazı)
11-Kent Gazetesi (Kilis, 161 yazı),
12-Gaziantep’te Zafer Gazetesi  (237)yazı,
13-Van Postası Gazetesi (268 yazı),
14-Vangölü Ekspres Gazetesi (140 yazı),
15-Ses-15 Gazetesi (Bucak-Burdur, 50 yazı)
16-Tefenni’nin Sesi Gazetesi (46 yazı)
17-Pınar Gazetesi (Gölhisar-Burdur, 42 yazı)
18-Yeni Söke Gazetesi (45 yazı),
19-Söke Ekspres Gazetesi (9 yazı),
20-7 Mart Gazetesi (Borçka-Artvin, 18 yazı),
21-Fethiye Gazetesi (92 yazı)
22-Babaeski Söz Gazetesi 86 yazı)
23-Şafak Gazetesi (Aydın, 25 yazı),
24-Sorgun Postası Gazetesi (37 yazı)
25-Hürfikir Gazetesi (Lüleburgaz, 32 yazı)
26-Zümrüt Rize Gazetesi (28 yazı)
27-Çoruh’un Doğduğu Yer Gazetesi (Bayburt, 22 yazı),
28-Oğuzeli Gazetesi (Bucak-Burdur  88 yazı) ***
2009 yılında, gazete ve dergilerdeki yayın görüntüm: 964 ayrı yazı, 4 bin 184 kez yayın (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            29- Güzelhisar Gazetesi (Aydın), Yozgat Gazetesi, İleri Gazetesi (Yozgat), Bakış Gazetesi (Aydın), İleri Gazetesi (Ceyhan-Adana), Çukurova Medya Gazetesi (Adana), Eğitim Dünyası Gazetesi (Ankara), Özden Gazetesi (İstanbul), Önder Gazetesi (Keşan), Bayburt Postası Gazetesi, adlı gazetelerde toplam 37 ayrı yazımın yayınlandığı görüldü. Yayın (gün) sıralamasında ilk onda yeralan Gazeteler: Belde Sonsöz, Yarın, Gündem, 24 Saat, Olay, Van Postası, Yenigün, Gaziantep’te Zafer, Burdur.
DERGİLER
1- Çağrı Dergisi (Ankara, 2 yazı),
2- Ankara Edebiyat Dergisi (1 yazı),
3- Erciyes Dergisi (Kayseri, 1 yazı)
4- Kümbet Altında Dergisi (Tokat, 3 yazı),
5- Tuna Boyu Dergisi (Bulgaristan, 1 yazı),
6- Kardeşlik Dergisi (Bağdat, 1 yazı),
7- Işık Dergisi (Kerkük, 1 yazı),
8- Folklor Etnografya Dergisi (Bakü, Azerbaycan, 1 yazı),
9- Dikili Ekin Dergisi (1 yazı),
10-Sarızeybek Dergisi (Söke-Aydın, 1 yazı),
11-Maki Dergisi (Mersin, 2 yazı),
12-Burdur TSO Dergisi (1 yazı),
13-Burdur Yöremizin Kültür, sanat ve edebiyat bülteni (2 yazı),
14-Yol Dergisi (Ankara, 1 yazı).
2005 – 2009 YILLARINA AİT YAZILARIMIN YAYINLANDIĞI GAZETE VE DERGİLER AÇIKLAMASINDAN-YAYININDAN SONRA, İKİ MEKTUP:
1-Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan, Üstadım: Yıllar itibariyle, yazılarınızın yayınlandığı gazete ve dergilerdeki sayıları gördükçe, seviniyor, sizinle gurur duyuyorum. Öncelikle, diktiği çınarın gölgesine bağdaş kurup gövdesine yaslandığınızı ve yılların çalışmalarını gözünüzde slayt şeklinde izlediğinizi düşünüyorum.
            Haklı olarak gururunu duyup, hissedebilmek herkese nasip olan bir durum değildir. Bundan emin olmanızı istiyorum.
            Önce memleketin her köşesini, sonrada kendi memleketinizi kucakladınız tabi. Ne düşüncelerde mi diyeceksiniz?. Başarmanın mutluluk ve gururuyla...
            Yaptığınız bu güzel hizmetlerden dolayı çalışmalarınız süresince ulaştığınız, gönüllerini aldığınız tüm okurlarınız adına, defalarca candan teşekkür ve tebrik ediyorum.
            Ömrünüz uzun, başarılarınız daim ve dostluğunuz kaim olsun efendim. (Osman Tekerci, Edebiyat Öğretmeni-Bucak-Burdur, 04 Aralık 2010)
            2-Yurdumuzun her yerinde yayınlanan yazılarıyla, halkımıza san’at-kültür öğretmenliği yapmakta olan, çalışkan, üretken, dost yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’a gönülden teşekkür ve sevgilerle (M. Kemal Yılmaz, Ankara, 04 Aralık 2010)             ***
Mehmet Nuri Parmaksız’dan:
Türk Edebiyatında ağıt yakma geleneği ve ağıt-destanlar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar isimleriyle, insanlar ortaya koydukları eserleriyle biliniyor, takdir edilip, alkışlanıyorlar. Ya da tersine tanınmıyor, alkışlanmıyorlar.
            Mehmet Nuri Parmaksız, eğitim dünyamızın önde gelenlerinden. Lise edebiyat öğretmenliğindeki başarılarını, ortaya koyduğu eserleriyle de taçlandırdı. Kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Genel Başkanı.
            Mehmet Nuri Parmaksız, varmak istediği hedefle ilgili araştırmalarını yaptıktan sonra, kademe kademe inceliyor. Karar verdikten sonra, hedef yolculuğuna çıkıyor ve kısa zamanda varıyor.
            Bana yenilerde ulaşan bir araştırma-kitabı var Mehmet Nuri Parmaksız’ın,  merkezi Ankara’da olan Akçağ Yayınları arasında günyüzü gören. Adı: Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar. 360 sayfayla şekillenen kitabın önsözü Parmaksız hocaya ait. Önsözün bir yarende:
            -“Çok geniş bir kültürel zenginliğe ve geçmişe sahip olan Türk edebiyatı içinde biz, çalışmamızın ana konusunu, matbaanın kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, tek sayfa şeklinde matbaalarda basılarak satılan ağıt konulu destanlar üzerinde durduk” deniyor.
            Mehmet Nuri Parmaksız bu eseriyle, edebi alandaki çalışmalarının doruğuna çıkıp, bağdaş kurup oturmuştur. Eğitim ve araştırma alanındaki görünen- görünmeyen yüzleriyle ileriye yönelik, kalıcı çalışmalara imza atan bir isim ve imza olduğunu kanıtlamış, dosta-düşmana karşı sevinç ve üzüntüler yaşatmasını bilmiş, başarmıştır. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            Kitabın içindekiler bölümüne, sayfalarına bakıyoruz, gördüklerimizden:
-Türk edebiyatında ağıt ve ağıt yakma geleneği, Türkiye sahasında ağıt kavramı, Türkiye dışındaki Türklerde ağıt ve ağıt yakma geleneği,
-Aşık tarzı edebiyatta, destan kavramı ve destanlar üzerine yapılan çalışmalar,
-Aşık edebiyatında destanların yazılış süreçleri,
-Ağıt konulu destanların destan türü içindeki yeri,
-Ağıt-destanların şekil ve üslup özellikleri,
Türk edebiyatında ağıt: İnsanoğlu yaşadığı müddet boyunca etrafında vuk’u bulan hadiselerden etkilenmiştir. Onu derinden etkileyen en acı olay, ölümdür. İnsanlar, tarihin başlangıcından itibaren ölüm karşısındaki hislerini, yazdıkları şiirlerle dile getirmeye çalışmışlardır. Ölüm sonrası, insanların ölenin arkasından söylediği şiirler “ağıt” olarak adlandırılmıştır. (Sayfa: 13-Giriş)
            ***
            GÜNÜN HABERLERİ:
            1. Teşekkür belgesi: Sayın İsa Kayacan; İLESAM’ın kültürel faaliyetlerine katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, ilim ve edebiyat alanındaki hizmetlerinizin devamını diler, saygılar sunarım. (Mehmet Nuri Parmaksız, İLESAM Genel Başkanı, 25 Aralık 2010 – Ankara)
            2. Burdur Belediyesi Kültür Yayınları arasında, yayınlanmasına karar verilen, İsa Kayacan’ın “Burdur’dan Kültür Yağmuru” adlı kitabının yayın (baskı) hazırlıklarına başlandı.
            3. MAKÜ, Tefenni Meslek Yüksek Okulu’na, İsa Kayacan’ın bağış olarak gönderdiği kitap ve dergi sayısı 505’e ulaştı.
            4. Burdur – Tefenni Ece Köyünde bulunan “İsa Kayacan Kütüphanesi”ndeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 150’ye ulaştı. ***
Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu’dan: Dörtlükler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitap isimleri, bu kitapların yazarları-şairleri…
Kaleme alanlar, yayınlayanları.
            İbrahim Agâh Çubukçu hoca, yaşının rakamlarını ters çevirerek (zaten varolan) delikanlılığını ortaya koyuyor.
            Hoca, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla da dikkat çekiyor, takdir toplayıp alkışlanıyor.
            160 sayfalık dörtlüklerden oluşan “Dörtlükler” adlı şiir kitabı, Aralık 2010’nun başında bana ulaştı. Sayfalarında gezme fırsatını yenilerde bulabildim.
            Dörtlüklerin “başlıkları” yok. Adı üstünde dörtlük, dörtlükler. İbrahim Agah Çubukçu hocanın dörtlüklerindeki mısralar, kendisiyle barışık duygulardan oluşuyor, dünyaya bir renkli bakış, güzelliklerle dolu anlatımlar bütünü bütünleri kitap içindeki dörtlükler. İlk dörtlük 7 nci sayfada karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor. Buyurun birlikte okuyalım:
Dünya değirmeni dönüp duruyor,
Sonbaharda yaprak dalda kuruyor,
İşim tıkırında diyerek durma,
Felek bazen de bir tokat vuruyor.
            Nasihat dolu, uyarı dolu mısralar, hocanın toplum yönlendiriciliğini, doğru yolun göstericiliğini yapması bakımından önem taşıyor. Kitabın 129 ncu sayfasında “şiirler” başlığı altında verilenler var. Yani dörtlükler dışındaki şiir anlatımı, görüntüsü ve bütünlüğü hâkim 129 ncu sayfadan sonraki sayfalarda yer alan şiirlerde.
            Son bölümden, bu bölümden, 132 nci sayfada yer alan “Güzelleme”den iki dörtlükle devam edelim:
Duruşun onurlu soyu gösterir,
Gözlerine baksam yüreğim erir,
Bakışın, gülüşün ferahlık verir,
Bereket getiren sel misin nesin?.
            *
Agâh’ım tenhada durmaz gezerim,
Kötülüğü sevmem nefsi ezerim,
Yüreğim yanıyor şiir yazarım,
Ateş körükleyen yel misin nesin?.***
Bütün Dünya Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergiler, gazeteler, getirdikleriyle önem kazanıyor veya adı-sanı belirli bir süre sonra, kaybolup gidiyor, silinip gidiyor.
            Başkent Üniversitesi yayını “Bütün Dünya 2000” orta boy kitap boyutunda, aylık yayınlanıyor. Yönetim Merkezi: (10. sk. No: 45, Bahçelievler-Ankara).
            Başkent Üniversitesi adına sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal. Yayın Genel Yönetmeni: Mete Akyol. Yayın Genel Yönetmeni Yardımcısı: Mehmet Muhsinoğlu, Sorumlu yazı işleri müdürü: Gülçin Orkut. Kimlikte daha pek çok isim ve imza var.
            Ayrıca, Seçiciler Kurulu, Sürekli yazarlar sütunundaki isim ve imzalar bir hayli fazla maşallah.
            Bütün Dünya’nın beş ayrı sayısı var masamda. Bütün Dünya’nın kapağında, manşet olarak verilenler, spot olarak verilenler var.
            Bütün Dünya’nın sayfalarında yer alanların sayısı da aynı yoğunlukta, çoğunlukta. Sayfalarda yeralanlar, gazetecilik anlayışı ve tekniğiyle karşımıza çıkıyorlar. Fotoğraflar yerli yerinde, yerlerinde. Yazarları itibariyle bazı başlıklar:
-Kırksekiz saat bekletilen gemi (Aziz Nesin, Mayıs 2010)
-Vahdettin dosyası (Sinan Meydan, Mayıs 2010)
-Çiçeğin domatesleri (Muzaffer İzgü, Mayıs 2010)
-Bana verilen görevi yaptım (Mehmet Muhsinoğlu, Mayıs 2010)
-Evliliğin eskimemesi için (Yücel Aksoy-Mart 2010)
-Bir güzel insan simgesi Doğramacı (Mete Akyol, Nisan 2010)
-Okumak Dünyaya açılan pencere (Bekir Özgen, Nisan 2010)
-Ermeni tasarılarının kaynağı ABD kongresi (Gürbüz Evren-Nisan 2010)
-Usta yazarların kaleminden Atatürk (Konur Ertop-Temmuz 2010)
-Cevizci Madam’ın evi (Mehmet Ünver, Temmuz 2010)
-Hiç aklımdan çıkmıyor ki Lavoisier (Mete Akyol, Ağustos 2010)
-Hakimiyet-i Milliye yazıları (Cengiz Önal-Ağustos 2010)
-Yeni medya yapılanması (Gürbüz Evren-Ağustos 2010)
-Hakimiyet-i Milliye Gazetesindeki “Ulusal Egemenlik” başlıklı ilk başyazı, Mustafa Kemal tarafından, Hakkı Behiç Bey’e not ettirilerek yazdırıldı (Cengiz Önal, Sayı:147, Sayfa 49)
***
            İki biyografi bir mektup
Prof. Dr. İSA KAYACAN
“Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabımda yeralacak, Burdur’dan iki biyografi aşağıda. Bunlardan sonra, Almanya’dan Kemal Petricli’nin bir mektubu var:
            Şükrü Hekimoğlu: Burdur Yaren Geceleri’nin cümbüşçü üstadı Şükrü Hekimoğlu, nam-ı diğer ‘Elmor’, 1948 yılında Burdur’da doğdu. İlkokulu Burdur Hüsnü Bayer’de, Ortaokulu Burdur Lisesi’nde okudu. Esnaf olarak hayata atılan Hekimoğlu, 1977–94 yıllarında Burdur Şeker Fabrikasında çalıştı. “Eşim, oğullarım ve torunlarımla Burdur’umda yaşamayı çok seviyorum.” diyen Hekimoğlu, dedeleri, amcaları, dayıları, babası ve hatta damatları gibi müzikle uğraşmakta ve boş zamanlarını da cümbüş yapımıyla geçirmektedir.
            “Daha 4-5 yaşlarından itibaren, babamın katıldığı, Burdur’un meşhur ‘Yaren Ziyafetleri’ geleneği içinde yer aldım. Bu ekipten Cümbüşçü Hekimoğlu defte Ali Güler, Darbukada Ünal Şavklı ile birlikte özel günlerde müzik yapmaktayım” diyen Hekimoğlu, Burdur’un geleneksel eğlence kültürünü yaşatmaya devam eden hekimoğlu Burdur’un ziyafet geleneği ve oyunlarını gelecek nesillere aktarmak üzere, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları içerisinde yeralan ‘Burdur’un Folklorik Eğlence Kültürü (2010)’ kitabının derleyicisi olarak görev yaptı.
            Hulusi İlhan:  1979 yılında Denizli’de doğdu. İlkokul, Ortaokul ve Lise eğitimini Burdur’da tamamladı. 2002 yılında, Süleyman Demirel Üniversitesi, Burdur Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Grafik Ana Sanat Dalı Bölümünden mezun oldu.
            2003- 2009 yılları arasında, Bilgi İşlem Uzmanı olarak görev yapan, 2009 yılında Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nda Grafiker olarak göreve başlayan, TSO’nun resmi web sitesi, üç aylık dergisiyle, Oda’nın yayımcılığını yapan, TSO yayınları arasında çıkan kaynak kitap niteliğindeki yayınlarla, çok sayıda afiş-broşür türü eserin dizgi tasarımlarını ve tanıtım CD’lerini gerçekleştiren, dizgi-tasarım uzmanı, grafiker Hulusi İlhan Burdur’da yaşıyor.
            MEKTUP:
            Değerli dost, Sayın İsa Kayacan; Sizi tanımak için geç kalmış sayılmam ama bunca iyilikleriniz geçmiş yılları da içine aldığına inandığımı sağladı. Siz, bana yeterli bir dostsunuz. İyi ve karakteri temiz, iyi niyet sahipliğini sağlam tutmuş, insanların gönlünde taht kurmuş, sevilen, sayılan, dünyada eşi enderi bulunmayan yegâne kalbi altından üstün bir gerçek dostsunuz.
            Hayattan anlamayan insanlar, sizin yüceliğinizi de anlamazlar. Önce sizi tanımak, hayatınızın içinde perçinleşmiş doğruluğu, yardım severliği, her yere yetişmekle öpülesi gereken ellerinize büyük saygı gösteren milyonlarca insandan fazla insan olduğuna inanmaları gerekir o sizi anlamayanların. Ama ben yine de diyorum ki; sizi tanımayan kalmamıştır. Benim garip düşüncemi lütfen bir latife olarak kabul ediverin.
            Bunca yaşıma geldim, dünyayı gezdim, yazdım, çizdim ama sizin gibi asil, gurursuz, her insanla aynı ayarda yürüyen, gezip yaşayan, uyum sağlayan tek bir insana rastlamadım. (Kemal Petricli, Köln–29 Kasım 2010)
            ***
Konrad-Adenauer-Vakfından: 
Gazetecinin el kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Konrad-Adenauer-Vakfı yayını olarak, Wolf Schneider, Paul-Josef Raue’nin yazdığı, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden Işık Aygün’ün dilimize çevirdiği, aynı fakültenin İletişim Gazetesi editörü Ahmet Kadri Kurşun’un düzeltmenliğini yaptığı 276 sayfalık “Gazetecinin el kitabı” adlı yayın, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi yayınlarının 16 ncısı olarak günyüzü görmüş.
Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye temsilcisi Dr. Wulf Schönbohm’un önsözüyle başlıyor. Buranın bir yerinde:
            -“Gazetecilik mesleği çok etkin ve sorumluluk isteyen bir meslektir.Bu sebepten dolayı geleceğin gazetecilerinin iyi bir mesleki eğitim almaları önemlidir. Bu eğitimde gazetecilik mesleğine ilişkin etik değerlerin verilmesi de dahildir” deniyor.
            Daha iki önsöz daha var kitabın ilerleyen sayfalarında. Bu isim ve imzalar; İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı-Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Suat Gezgin, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden Işık Aygün şeklinde sıralanmakta.
            Kitap hakkında, başlığıyla verilenler bir sayfaya yerleştirilmiş. Bir yerinde bu değerlendirmenin: “Bu kitapta, diğer pek çok kitapta bulunmayan çeşitlilikte mesleki deneyimler ve ayrıntılı eğitici örnekçeler yeralmaktadır. Yaygın haber teknikleri, uygulamaya dayalı olarak bir biçimde, uygun örnekler eşliğinde tanıtılmakta ve gazetecilerin sorunları dile getirilmektedir” şeklinde devam edişi görülmekte.
            Kitabın amacı, ara başlığı, başlığı altında verilenler var anlatımların başladığı ilk sayfada. Buranın bir yerindekilerden:
            -“Çalışmamızda, gerekli olduğunu düşündüğümüz durumlarda, genelde hizmet içi uygulamalarda ve bu mesleğe yönelik kitaplarda pek karşılaşılmayan bir yenilik yaparak yetersiz gördüğümüz mevcut geleneksel yöntemler yerine yeni örnekçeler sunmayı uygun gördük”.
            Kitap içindeki ana başlıklardan ve bazı alt başlık örneklerimiz:
            Gazeteciler, nasıl bilgi toplar?, Gazeteciler okuyucuları ve dinleyicileri nasıl bilgilendirirler?, Renkli enformasyon, görüş, okur nasıl kazanılır?, Yazmak ve redakte etmek, Yazı işleri, etik, Gazetenin geleceği, Gazetecilik eğitim ve gazeteci tipleri.
            Gazeteciler okuyucuları ve dinleyicileri nasıl bilgilendirirler?.. Bu sorunun altında yeralanlardan: Her konuda bilgilendirmek neden bu kadar zordur?, Haber nedir?, Haberin içeriği nelerden oluşur?, Haber nasıl yazılır?, Söyleşi, Dikkat, sayılar!, Gazetecilerin çoğunluğu eleştirel değil, Pek çok gazeteci yönlendiriyor, Analiz-Sentez, Perde Arkası…
            Not: “Gazetecinin El Kitabı”nı bana gönderen, Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi, sayın Faik Bakoğlu’na teşekkür ediyorum (İK).
            ***
            Bir dergi ve değişik kitaplar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Masamın üzerinde bir dergi var Balıkesir Akçay’dan geliyor. Adı: İda Körfez Fanzin. “Söylenecek sözü olanların limanı” hatırlatması var ismin, logonun altında. Hazırlayan: Ahmet Yılmaz Tuncer. Para ile satılmıyor. Yazışma adresi: P.K. 53 Akçay-Balıkesir, olarak kaydedilmekte. Normal kitap boyutunda. Şiirler, yorumlar-yazılar var sayfalarda. Kitap tanıtımları da dikkat çekiyor.
            Ahmet Yılmaz Tuncer’in “Yok olup gitmek” adlı, başlıklı şiiri kapakta yeralmış. Bu şiirden: Seus tapınağının merdivenlerinde/Yaşanan aşklar üzerine/Yazılır oldu şiirler.
            Yine Ahmet Yılmaz Tuncer’in “Sabaha biriken” adlı uzunca bir şiiri, uzun soluklu bir anlatımı dikkat çekiyor.
            İda Körfez Fanzin’in sayfalarında imzaları bulunanlardan bazıları şöyle sıralanmakta: Bülent Güldal, H. Senday Özdamar, Metin Turan, Nazım Hikmet Ran, Mehmet Önder, Fikri Coşkun, Nalan Çelik, Erhan Tığlu, Mehmet Rayman, Ergül İlter, H. İrfan Önder, Cevat Turan İhsan Arı vd.
DEĞİŞİK KİTAPLAR HAKKINDA KISA KISA
1-Derin Kar Senesi (Fazıl Bayraktar, öyküler,  144 sayfa)
2-Ahir Gözlerin (Şiirler, Hasan Hüseyin Yılmaz, 112 sayfa)
3-Güz Günleri (Ali Haydar Karahacıoğlu, şiirler, 64 sayfa)
4-Şeker Dikeni (Ahmet Şahinoğlu, taşlamalar ve deyişler, 128 sayfa)
5-Güzden önce Aşktan sonra (Belgin Turan, şiirler, 112 sayfa)
6-Mutluluk şarkısı (Ramazan Hoş, şiirler, 126 sayfa)
7-Şeyh Servet’ten Günümüze kimlik Bozumu (Nurettin Özcan, araştırma, inceleme, 180 sayfa),
8-Şiirde Saklı Tesellim (Sema Akkurt, 48 sayfa),
9-Gülistan’ın Gülleri (Tarık Torun, şiirler, 160 sayfa)
10-Tarihten Ta…. Atatürk’e Türk Destanları, (Ali Kayıkçı, 196 sayfa)
11- İLESAM 2008 Şiir Antolojisi (176 sayfa)
Bu Antolojinin 130 ncu sayfasında, rahmetli İlkan San’ın kısa biyografisi, fotoğrafı ve iki şiiri var.
Bu şiirlerden Selam adlı olanının bir dörtlüğü:
Cenneti andıran irem bağlara,
Her zaman dumanlı yüce dağlara,
Yurduma ulaşan tozlu yollara,
Gönülde yer eden dostlara selam.
            *** 
Mithat Erden’den: Ortadoğu ve Orta Asya’da İmparatorlukların batışı ve yeniden doğuşu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fransızca dan çeviren: Mithat Erden. Uluslar arası İlişkiler ve Stratejiler Enstitüsü yayınları arasında yayınlanan 142 sayfalık bir kitap.
            Önsöz, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İmparatorlukların durumuyla sayfalar başlıyor. Değişik imzaların, farklı-çeşitli görüşleri var.
            Önsöz’den: “Bu incelemenin konusu, İstanbul’u Tahran’a İslamabat üzerinden Lahora bağlayan hattır. Yani, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan ve Arap olmayan bölgedir.
            Arap olmayan Ortadoğu Bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu ve Türk Moğol İmparatorluğu gibi üç büyük İmparatorluğun beşiğidir. Bugün dahi bu üç İmparatorluğun hatırası bu bölge insanlarının belleğinde hala yaşamaktadır”. Araştırmanın içeriği, yayının genel görünümü, anlamı ortaya çıkıyor böylece.
            M. Mari Caboriean, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İmparatorlukların durumundan söz ederken, üç ayrı süreç üzerinde duruyor. Bunlar özetle:
            Birinci süreç: 1500 yıllarında başlayan yeniden yapılanmadır.
            İkinci süreç: Bir taraftan özellikle İngiltere ve diğer taraftan Rusya gibi Avrupalı devletlerin sömürgeci İmparatorluklarının yayılmasıdır.
            Üçüncü süreç: Avrupa ile temas ve etkileşimin başlaması, milliyetçilik cereyanlarının ortaya çıkması ve geleneksel İmparatorluklarla, sömürgeci İmparatorluk sistemlerini tehlikeye sokan ulusal devletlerin kurulmaya başlamasıdır.
            Ve bu üç süreç ayrıntılı olarak anlatılıyor, gerçekler gözler önüne seriliyor efendim. Değişik imzaların ortaya koyduklarının başlıklarından bazılarının sıralanışı:
- İmparatorlukların yeniden doğuşu doğru mu?. Çindeki belirsizlikler (M. François Thval-İris)
- Pakistan’lıların istekleri (M.Minchael Barray-UNESCO),
- İran’ın rolü (Bernard Hourcade-CNRS),
- Türkiye’nin Rolü (M. Semih Vaner-CERİ)
- Müslümanlar Hindistan’da (Büyükelçi Lewin)
Ve sayfa 109’da başlayan, M. Semih Vaner (CERİ) imzalı Türkiye’nin rolü başlığı altındakilerin, 114 ncü sayfadaki Üçüncü konu: Ekonomik gelişmeden bir paragraf:
            - Türkiye, Türkçe konuşulan topraklardaki Türk dünyasında, sürmekte olan Kuzey - Güney yarışmasında özel bir konum işgal etmektedir. Fakat Türkiye, Sovyetler Birliği tarafından ekonomik gelişmeleri geciktirilmiş bölgeleri yanına çekecek kadar güçlü değildir.
         ***
Azerbaycan’daki Pervane Namıkgızı’ndan:
Türk-Azeri Şehidleri
 Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kerimova Pervane Namıkgızı, 1992 doğumlu, Azerbaycan (Bakü) Kafkas Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Çocuk denecek yaşına rağmen, Ağdamda görüşerik/Bir sevinç göyersin/Ebedi güneş/Atatürk’le könül sohbetim/Türkiye’nin Pervanesi Atatürk, adlı kitaplarından sonra 72 sayfalık “Türk-Azeri Şehidleri” adlı kitabını da yayınladı. Tebriklerimizi sunalım önce.
            01 Haziran 2010 tarihinde Ankara’da “Hakk dünyaya ahiret evine sayısız eserler ithaf eden İsa Kayacan’a” cümlesiyle imzalayan Pervane Namıkgızı, gelecek için ümitli olduğumuz gençlerimizin başında geliyor.
            Bakü’de, Oskar Neşriyyat kuruluşunda basılan kitap, Pervane’nin dünyasında yeralan gerçeklerin yansıtıcısı.
            Önsöz, Oktay Rıza imzasının taşıyıcısı. Müellifden, yani Pervane’den de bir sunuş var.
Pervane bir yerinde:
“Şeki’deki Türk şehidliğinde Türkiye’den gelip ganını Azerbaycan toprağına gatan bir Türk esgeri mezarında özüne toy edir. Oğlu şehid olan ananın elindeki silahı alıb:
“Ana diz buyurdun,
Bura doğma toprağımdır,
Ganımız Türk ganıdırsa,
Azerbaycan bayrağı,
Türkiye’nin bayrağıdır” diyor, deniliyor. Şiirler ve fotoğraflar birbirinin zenginleştirilişini sağlıyor.
            Şiirlerin başlıklarından: Sayfa 20’de başlayan” 5 yaşlı şehid gız”. 21 nci sayfada küçük kızın fotoğrafı var. “Garabağın Hocalı şeherinde 5 yaşlı körpe gızcağızı Ermeniler öldürüpler. Ona hasrediyorum” deniyor.
            PERVANE’NİN YENİ ŞİİRLERİ
            Pervane Namıkgızı’nın yeni şiirleri var bana ulaşan. VIII. Uluslararası Türkçe Olimpiyatlarına katıldığına ilişkin “Türkiye bir güneştir” başlıklı şiirinin girişinde Pervane Namıkgızı şöyle diyor:
Siz ey dünya gençleri,
Hoş geldiniz güneşe,!
Türkiye bir güneştir,
Biz onun ışınları,
En güzel nimet vatan!..
En güzel nimet Ana!..
*
            BAHTİYAR VAHAPZADEYE İTHAFTIR
Nasıl vatanına bağlıydı canın,
Öylece bağlıydın Türk toprağına,
Sarıldı cenazen Azerbaycan’ın,
Hem de Türkiye’nin al Bayrağına.
            ***
Oturduğumuz Mahallenin “Ayrancı” adı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Oturduğumuz mahallenin adı: Ayrancı. Aşağı Ayrancı, Yukarı Ayrancı şeklinde bir ayırım var.
            Mahalle adıyla ilgili çalışmaların “Ayrancı Mahallesi “Muhtarlığı tarafından yapılması gerekirken, bu konudaki araştırmalar Remzi Oğuz Arık Mahallesi Muhtarı Süleyman Demircan tarafından yapılıyor ve bize ulaştırılıyor bu çalışmalar.
            Süleyman Demircan’ın bize ulaştırdığı “Ayrancı semt raporu” var elimizde. Bu raporda yeralanlar bilmediklerimiz, duymadıklarımız olarak karşımıza çıkıyor. Raporun ilk satırları:
            -“Mustafa Kemal ve ekibi 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldiğinde, kentin nüfusu 20 bin, 1945 yılında 226 bin, 1970 yılında 1.200’dür. Cumhuriyetin ilk yıllarında Alman mimar Jansen tarafından bir kent planı hazırlanır. Bu plan 300 bin nüfusa göre hazırlanan bir plandır. Yenişehir, Cebeci, Maltepe konut bölgeleri, Dikimevi, Ulus güzerghı 19 Mayıs Spor Salonu, Ulus Gençlik parkı, Hipodrom, Üniversiteler, Kızılay TBMM bu plana göre gelişir”
            Ayrancı semtiyle ilgili verilen bilgilerden: 1933 yılına kadar Meclis bahçesi, Teneke mahallesi, sonra Tatar vatandaşların yoğunlaşmasıyla Tatarlar mahallesi olarak bilinir. 1965 yılına kadar bu mahallede oturan Tatar kökenli vatandaşlar, hayvan besler, süt ürünleri üretirler, yoğurt, ayran pazarlarlar. Bu günkü yeni ismi “Ayrancı” ismi de buradan gelmektedir.
            Remzi Oğuz Arık Mahallesi Muhtarı Süleyman Demircan, “Yerel yönetimlerden, kentimiz ve semtimiz için taleplerimiz” başlığı altında sıraladığı 24 maddede önemli görüşler ortaya koyuyor, anlaşılır biçimde taleplerini sıralıyor. Bunlardan bazıları:
1- Yerel yönetimlerin, halkın karar süreçlerine katılması, karar mekanizmalarında yeralmaları için demokratik ortamı yaratmaları,
2- Kentin dokusunu bozan tek yön trafik uygulamasına son verilmesi için hukuki sürecin acilen başlatılması,
3- Semtimize cevap verecek kadınlar lokalinin yapılması,
4- Kent içindeki baz istasyonlarının kentin dışına çıkarılması için yaptırım sağlanması,
5- Bestekâr sokağı ve Şimşek sokağının 2 ayda bir gün, etkinlik yapmak için kültür ve sanat sokağı olarak düzenlenmesi,
6- (24) Semtimizdeki ağaçların budanıp temizlenmesi..
            ***
             Mehmet Sılay’dan İskilipli Atıf Hoca
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Araştırmalarıyla, yayınlarıyla dikkat çeken isimler hep takdir görmüşlerdir, alkışlanmışlardır.
            Mehmet Sılay Tıp doktoru. Önceki dönemlerde Milletvekilliği yapan, araştırmacı-yazar. Yenilerde bir kitabı daha bana ulaştı.
Adı: İskilipli Atıf Hoca (1876–1926).
            382 sayfalık kitap, merkezi İstanbul’da bulunan “Düşün Yayıncılık” tarafından günyüzüne çıkarılmış, yayınlanmış.
            Mehmet Sılay bu kitapla, araştırmasıyla İskilipli Atıf Hocanın, hayatını ve eserlerini incelemiş, yayın sayfalarına aktarmış. Sonraki sayfalarda, kitap bölümlerinde; sonun başlangıcı hareket noktası yapılıyor, hocanın tutuklanışı, mahkemeden ayrıntılar, anıt mezar projesi, detaylı biçimde anlatılıyor, naklediliyor.
            Önsöz’ün bir bölümünden: “Meşhur İstanbul gazetelerinden Tanin, Akşam, Cumhuriyet, Vakit, Tasvir-i Efkar, Son Telgraf, Tevhhid-i Efkar ve özellikle yarı resmi Hakimiyet-i Milliye’de beklenen haber yayınlanır: İki Mürteci asıldı!.. Mürteci hocalar bu sabah asıldılar!..
            İrtica kitapları müellifi İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi haklarındaki idam kararı bu sabah infaz edilmiştir.. Kışın en soğuk perşembesi olan 04 Şubat 1926, şüphesiz unutulması mümkün olmayan bir ‘şahadet’tir”..
            Muhammed Atıf 1876 yılında İskilip’in Tophane köyünde doğdu. Okuyup yazmayı dedesinden öğrendi. 1904 yılında ve yirmisekiz yaşında, arkadaşlarının delâletiyle tanıştırılan Safranbolulu Fatma Zahide hanımla sade bir dini merasimle evlendi. 1910 yılının ilk ayında Atıf hoca, günümüz YÖK Başkanlığına muadil Medreseler Müfettişi olarak tayin edildi. Değişik, gazete ve mecmualarda makaleler yazdı.
            Yazarını idama mahkum ettiren, küçük hacimli suç aleti kitap: Frenk Mukallitliği ve Şapka küçük bir risale.
Dört bölümden oluşan uzun bir makale aslında…
            Şapka İktisası Kanunu: Yaz mevsiminin en sıcak günlerinden biri. 24 Ağustos 1925. Burası Kastamonu şehir meydanı. Arka planda Nasrullah camii şadırvanı. Kürsüde devlet Başkanı. Elindeki şapkasını meydanda toplanan millete gösteren Mustafa Kemal, Cumhuriyet dönemi tarihi nutuklarından birini daha irad ediyor:
            -“Efendiler, uygar ve milletlerarası kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir.. Onu giyeceğiz”..
            Necip Fazıl Kısakürek “Son devrin din Mazlumları” isimli kitabında İstiklâl Mahkemesinde yargılanan İskilipli Atıf hoca ile İstiklâl mahkemesi hakimi Kılıç Ali ile arasında şöyle bir konuşma cereyan ettiğini anlatır:
            -Kel Ali bir ara büyük bir hışımla Hocaya dönerek:
            -Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun! dedi,
            Hoca sakin ve vakur bir tavırla:
            -Evet efendim, Şapka Kanunu çıkmadan iki sene evvel şapkanın bir Müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım, dedi.
            Kel Ali: Şimdi ne yapıyorsun?, diye sordu.
            Hoca: Kanunlara riayet ediyorum, diye cevap verdi.
            ***
Cumhur Turan’dan: Demon
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Cumhur Turan’ın kendi deyimiyle  “üç uzun öykü” merkezi Ankara’da bulunan Payda yayıncılık, yayınları arasında kitaplaştırılmış. Adı: Demon.
            Cumhur Turan hoca, ilk sayfalardan birinde, “Başlarken” başlığı altında şunları söylüyor:
            -Bir yerlerde sıkışıp kalmış, yaşamların toprağında üretilmiş üç uzun öyküyü; üç kocaman damla gibi akıtarak getirdim. Her birisini yazarken nasıl farklı iklimlerin içinde yürüdüysem, sizin de okurken aynı duyguyu yaşayacağınızı umuyorum.
            Öyküler; Demon, Zıbıkçı, Tebası.. Pardon! Karısı Kezban, adlarının taşıyıcısı olarak görülüyor.
            Arka kapakta, bu üç öyküyle ilgili birer özetleme yapılmış, anlatımla öyküler hakkında bilgiler verilmiş. Buradan kopya çekerek devam edelim mi?:
1- Demon: 0 günlerde pek çok şey keşfedilmemişti. Merakı da içinde barındıran bir heyecan yaşamı yürütüyordu. Yıllar birbiri üstüne aktı ve bir gün, ne yeni bir heyecan ne de buna dair beklenti kaldı. Artık her gün bir önceki günün yinelenmesine dönüşmüştü. Sevişmek bile tek düze alınan bir yemekti. Öylesi bir yemekti ki, bir zamanlar alınan ta, akan zamanın anaforunda yitirilmiş, sırf cinsel gereksinimi gidermek için zaman zaman yutulan bir hapa dönüştü.
2- Zıbıkçı: Her şey bitti derken; çözüm, öngörülmeyen bir pencereden içeri şaşırtıcı bir düşsellikle dalar. Öyle ki, biri bu çözümü önerse “saçmalama”ya da “kafayı mı sıyırdın” dersin. O denli sıra dışıdır. Ama zamanın değirmeninde ne sıra dışılıklar olağanlaşarak yaşamdaki yerlerini almışlardır ki; Pakize’nin dünyasında da böyle olmuştu.
3- Tebası.. Pardon! Karısı Kezban: O geceyi bir netlikle ve ince ayrıntısına kadar yeniden yaşarmışcasına anımsamıştı. Sayrılığı onu çok duyarlı hale getirmiş olmalıydı. İçinde bir kez dönmeye başlayan film, beyninin arşivinden gelen yeni makaraların gösterime girmesiyle sürmedeydir.
Cumhur Turan’ın şiirde mi başarılı, öyküde mi başarılı olduğunun ayırımı oldukça zor… Her alandaki başarılarını hemen görüyor ve anlıyorsunuz, kabulleniyorsunuz efendim.

27 Aralık 2010 Pazartesi

Erciyes Üniversitesindeki “kapatılan kütüphane skandalı”yla kaybolan vefa aranıyor
                                           Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kayseri Erciyes Üniversitesi, ülkemizin eski ve önde gelen eğitim ve bilim kuruluşlarından. Bu üniversitemizden hep sevindirici, bundan öncede başarılı haberler alırdık, duyardık.
            Şimdilerde ise, özellikle Kayseri Basınında yeralan “Erciyes Üniversitesinde kütüphane skandalı” şeklindeki haber ve yorumlar karşısında, üzüldüğümü, duygularımın karmakarışıklaştığını ifade etmeliyim.
            Hemen konuya dönüp, bu haber ve yorumlar bütününün çekirdeğinde neler var birlikte gözden geçirelim, buyrun:
            Prof. Dr. Tuncer Gülensoy hoca; 1980’li yıllarda, Develi Aşık Seyrani Şenliklerindeki oturum başkanlıkları sırasında tanıdığım bir hocamız. Yıllarla birlikte, Erciyes Üniversitesi ve Kayseri ilimizle bütünleşti, “Kayserili oldu” bir bakıma. Bu üniversitemizde bir bilim adamı olarak 18 yıl hizmet veriyor, başarılara imza atıyor, yüzlerce öğrenci yetiştiriyor, ihtisaslaşma alanında da yol göstericiliğini sürdürüyor.
            Bu arada, gerek yurtiçi, gerekse yurtdışı ilişkileri, temasları sonunda, Üniversite bünyesindeki kitaplığı büyüyor, büyüyor, 3 bin 500’lere, hatta 5 binlere ulaşan bir rakam ortaya çıkıyor. Çalışma odasında ve çevresindeki odalardakilerle, büyük bir kütüphane varoluyor. Burada, yurt dışından getirilen çok değerli kitaplar, eserler yer alıyor. Kütüphanede ayrıca Gülensoy hocanın plâketleri, kilimler ve önemli bazı eşyaları da yeralıyor. Bunlar arasında bugün değerleri 10,12,20,30 bin TL değerinde olan yabancı sözlükler, kitaplar, Türk Dünyasına yönelik yayınlar var.
            Bu bağışlar yapılırken, kütüphane Üniversiteye devredilirken, “bağış senedi” imzalanıyor. Bu bağış senedinde; “ Bu kütüphane başka bir kütüphane ile birleştirilemez başka bir yere nakledilemez. Aksi takdirde kitaplığı bağışlayan kişi ve birinci dereceden yakınları, kitapları geri almaya hak kazanır” hükmü bulunuyor.
            Efendim, az gidiliyor, uz gidiliyor, gece gündüz yol gidiliyor, Kayseri’deki Erciyes Üniversitesi bünyesindeki Fen ve Edebiyat Fakültesi Fen ve Edebiyat olarak ikiye ayrılıyor. Bu bölünmenin ardından, “Edebiyat Fakültesi Dekanı tarafından kapatıldığı ileri sürülen” Prof. Dr. Tuncer Gülensoy Türkoloji İhtisas Kitaplığı’ndaki levhalar, hocanın resimlerinin bazılarının “çöpe atıldığı” ileri sürülüyor.
            Şimdi, geriye dönüp bakalım; vefanın yer değiştirdiği, bilim anlayışının şekil farklılığı ortaya koyduğu bu haberle ilgili, bağışın yapıldığı günlerden başlayarak gazetelerde yeralanlardan bazı cümleler nakledelim ve Erciyes Üniversitesi Rektörlüğünden konuyla ilgili açıklama beklemeye başlayalım:
1-      Prof. Dr. Tuncer Gülensoy 40 yıllık birikiminden oluşan 3 bin 500 kitabı bir kütüphaneye dönüştürüp Erciyes Üniversitesine bağışladı (Yeni Şafak Gazetesi, 14.07.1992)
2-      Yakıştı mı üniversiteye: Erciyes Üniversitesine, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy tarafından bağışlanan 5 bin kitabın yeraldığı kütüphanesinin kapatılması ve kitapların depoya kaldırılması skandalı büyük tepki çekiyor. (Satır Arası Gazetesi, Kayseri, Sayı:41)
3-      ERÜ’de kütüphane skandalı büyük tepki çekiyor (Kayseri Güneş Gazetesi, 16.12.2010)
4-      Birçoklarının yapmayı, bırakın kafasından bile geçirmediği bu olayı gerçekleştiren hocaya saygı ve minnet duyulması gerekirken, birileri kalkmış kütüphaneyi kapatmış. Ve eserleri depoya kaldırmış. Sebebi belli değil! Türk Dili Dekanı Prof. Sayın Ümit Tokatlı hocanın makamına gittim. Onlarca dakika bekledim. Sekreterine not bıraktım, ama zahmet edip dönmedi bile. Milliyetçi olarak bildiğimiz Sayın Rektörümüz Fahrettin Bey’i defalarca aradım ve not bıraktım, ama iş Türk Dili olunca o da dönmedi. Türk Dili konusunda çok önemli araştırmalar yapan, kaynaklar edinen bir hocanın yıllarının birikimini bıraktığı kütüphane sessiz sedasız yok ediliyor. Ama ses çıkaran yok. Acaba diyorum, böyle bir olay Ermeni Dili Kütüphanesinde yaşansa veya Çin Dili Kütüphanesinde yaşansa, Üniversite yönetimi nasıl bir tepki verirdi? (Abdülmecit Avşar, Kayseri Gün Haber Gazetesi, 17 Aralık 2010)

23 Aralık 2010 Perşembe

Soldan: Bekir Gündoğan, İsa Kayacan,  Süleyman Ukav

Prof. Dr. İsa Kayacan: Gazeteciliğin gerçek okulu Anadolu Gazeteleridir.
ANKARA (Ece Ajans) - Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü  ve TRT’nin işbirliği ile “TRT Anadolu” kanalında hafta içi her gün sabah saat 10.30 da başlayan 12.00 ye kadar devam eden “Anadolu Basını” adlı  bir program yayına girdi.
Bekir Gündoğan'ın sunduğu, 20 Aralık 2010 tarihindeki  ilk programa Gazeteci-Yazar İsa Kayacan ile Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı Süleyman Ukav konuk  olarak katıldılar.
İsa Kayacan söz konusu programda yaptığı konuşmada; “Anadolu Basını Milli Mücadele’nin kazanılmasında harcı olan basındır. Yani, Anadolu Basını Gazi Basın’dır” dedi.
Gazeteciliğin gerçek okulu’nun Anadolu Basını olduğunu vurgulayan Kayacan; “Anadolu da Gazetecilik yapmadan yaygın basında çalışmaya başlayanlar, İlk, Orta ve Lise eğitimi almadan yüksek okula başlamış olanlar gibidirler…
Bu gün Anadolu Basını içerisinde bir çınar gibi duran, 1918 yılında kurulmuş Yeni Adana Gazetesi, l922 yılında kurulmuş Antalya Gazetesi, 1924 yılında kurulmuş Bartın Gazetesi ayaktadırlar, hatırlatmasında bulundu.
Prof. Dr. İsa Kayacan; Anadolu Basını’na yönelik böyle bir programın başlatılmasının çok doğru ve yerinde olduğunu, bu programla Anadolu da ki Gazeteciler arasında teşvik ortamı ve yarış sağlanacağını sözlerine ekledi.
Celâl Öztaş, Çağdaş Burdur Gazetesi Sahibi

Çağdaş Burdur Gazetesi Sahibi Celal Öztaş:
Öncelikle; ana dilimizi iyi konuşmalı, iyi yazmalıyız
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Bazı isim ve imzalar vardır, merak konusudurlar. Onlarla ilgili bilgilerin toparlanması, kamuoyuna yansıtılması doğru olur, yerinde bir değerlendirme olarak kabul edilir:
Celal Öztaş: Burdur’un, Bucak ilçesinin Elsazı köyünde doğdu. Çobanlık yaparak aile, bütçesine katkıda bulunan Celal Öztaş, güvenlik, temizlik, tıbbi sekreterlik, yemek temini, otomasyon alanlarında hizmet verdi. Bu alanlardaki işyerlerinde 1500’e yakın kişiye iş vererek, istihdam yaratmadaki başarılarıyla ekonomimize katkılarda bulundu.
Burdur dışında; Antalya, Afyonkarahisar, Konya, Hatay, Manisa, Isparta, İzmir ve Muğla illerimizde de hizmet veren, Çağdaş Burdur Gazetesinin imtiyaz sahibi ve Öztaşlar Grup Yönetim Kurulu Başkanı olan, Öztaşlar Nakliyat, Öztaşlar Güvenlik, CNS Müteahhitlik kuruluşlarıyla dikkat çeken; “Çağdaş Burdur Gazetesiyle sessiz yığınların sesi, kimsesizlerin kimsesi olmaya devam ediyoruz” diyen Celal Öztaş, Burdurlu’nun Çağdaş Burdur Gazetesine gereken önemi verdiğini, bundan güç olarak, Yusuf Tortop ve Gazete çalışanlarıyla birlikte, gazetenin yayımını sürdürdüklerini ifade ediyor.
Lise Mezunu iken 1975 yılında Tapu Kadastro Eğitimi alarak, sınav sonucu, Şanlıurfa’da Toprak Reformu Müdürlüğünde göreve başlayan, sonra özel sektördeki çalışmalarına dönen, işçilerle bir aile olmayı hedeflediklerini ve uyguladıklarını söyleyen Celal Öztaş; Her yıl bin kişinin üzerinde istihdam sağladıklarını, inşaat malzemelerinin satışı ve inşaat işleriyle de uğraşdıklarını, yıllık ortalama 6 bin ton kömür satışı gerçekleştirdiklerini söylüyor.
Özellikle, çocuk ve gençlere bilgi ve tecrübelerini aktarmaktan mutluluk duyan Celal Öztaş, bu nasihatlerinden bazılarını şöyle sıralıyor: Çalışmak için uygun gün ve saat bekleme / Devamlı ve planlı çalış/ Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren.
UNUTMA ÇOCUĞUM (Celal Öztaş)
  • Çalışmak için uygun gün ve saat bekleme!
  • Bir günde yapman lazım gelen, bir işi ertesi güne bırakma!
  • Başladığın bir işi, bitirmeden başka bir işe başlama!
  • Bir işe başlamadan evvel, o iş üzerinde iyice düşün ve hesap yap!
  • Devamlı ve planlı çalış!
  • Dinlemek için işini değiştir ve yavaşlat!
  • Sakin ve metin ol, acele etme, sindirerek çalış ve öğren!
  • Her gün iyi bir eserden yüksek sesle, beş on sahife oku!
  • Rastladığın edebi, felsefi bazı güzel parçaları ezberle!
  • Sabırlı ve metanetli ol!
  • Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren!
  • Bir işe öfkeli ve sinirli iken karar verme!
  • Çok konuşma! Yerinde ve özlü konuş!
  • Kimsenin yüzüne karşı söylemediğini, arkasından söyleme ve bil ki arkasından konuşmak korkaklığın en köyü şeklidir!
  • Kimsenin cahilliğini yüzüne vurma! Bil ki insanları en çok kızdıran ve gücendiren, cahilliklerinin yüzüne vurulmasıdır!
  • Yalan söyleme, yalan söyleyen, yakalanma korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir!
  • Daima olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!
  • Gece yatarken ve sabah kalkarken besmelesiz işe başlama, zira besmelenin her şeyin anahtarı olduğunu unutma!
  • Bir günü tamamlayıp, ertesi güne başlamadan ne yapacağını kendine sormadan uyuma! 
  • Celal ÖZTAŞ (Çağdaş Burdur Gazetesi, 16 Aralık 2010)  ***
Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu
 Türk Halk Kültürüne  (2010) Hizmet Ödülleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            1955 yılında kurulan, Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu’nun Genel Başkanlığında faaliyetlerini sürdüren, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun 2010 yılına ait “Hizmet Ödülleri” 18 Aralık 2010 tarihinde, Ankara’da Türkiye Yazarlar Birliği Konferans Salonunda sahipleriyle buluştu, buluşturuldu.
            Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu’nun açılış konuşması ve ödül alan kuruluş ve kişilerin ödül gerekçelerini (özet olarak) açıklamasından sonra ödüllerin dağıtım törenine geçildi.
            Bu arada, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun 55.Kuruluş Yıldönümü nedeniyle hazırlanmış ve basılmış olan, Salih Ünver’in hazırladığı 164 sayfalık kitap da katılımcılara, ödül gerekçeli sayfalarla birlikte dağıtıldı, daha doğrusu koltuklara konularak katılımcılara ulaştırıldı.
            Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülü alan kuruluş ve kişilerle ilgili olarak hazırlanan ödül gerekçelerinden;
1-                  Bakanlık son yıllarda, Halk kültürümüz açısından değerli yayınlar da yaptı (Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay için)
2-                  Halk Musikimiz, TRT’nin geniş ilgisiyle, yozlaşmaktan ve unutulup gitmekten kurtulmuştur (TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin için)
3-                  Geçen 32 yıllık süreçte Türkiye Yazarlar Birliği çok önemli aşamalar kaydetmiştir (Türkiye Yazarlar Birliği için),
4-                  Türk Folklor Kurumu, 1971’den günümüze “Folklor Kurumu Dergisi” ismiyle çalışmalarını sürdürmektedir (Folklor Kurumu için),
5-                  Feymani gibi, ülkemizin yetiştirdiği büyük bir ozanın onere edildiği şölenlerin büyük ilgi gördüğü mahakkaktır (Osmaniye Folklor Araştırma Derneği için),
6-                  Osmanlı- Türk tarihi ve sanatı ile ilgili birçok makale yazıp, bunları Türkiye ve Mısır’daki bilimsel dergilerde yayımladı (Prof. Dr. Abdullah Atiye Abdülhafız için)
7-                  Ankara’da “Hüryurt” Gazetesini ve üç dilde yayınlanan “Türkiye’nin Sesi” Dergisini çıkardı. TRT’de programlar yaptı. (Kutlay Doğan için)
8-                  Türkiye’nin ilk Bebek Müzesini kurmak için Nevşehir’in Ürgüp ilçesi Mustafapaşa’da eski bir konağı satın alarak müze kurma çalışmalarını başladı. 2008 yılında sanatseverlerin hizmetine sundu (Sibel Radiye Gül için),
9-                  Yaptığı çalışmalardan dolayı, Türkiye ve İran’daki kimi kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı. (Prof. Dr. Kadir Golkarıan- Güldiken için),
10-               Folklor çalışmalarıyla birlikte edebi çalışmalar da yapmaktadır (Şahver Karasüleymanoğlu için),
11-               Ulusal ve Uluslararası hakemli dergilerde İngilizce yayınlanan makaleleriyle dikkat çekmektedir (Nuran Kayabaşı için),
12-               Kültür Müdürü olarak görev yaptığı Tekirdağ ve Edirne’de son derece önemli çalışmalar yaptı (Kenan Oflaz için),
13-               Önceleri şiirle başlayan edebi çalışmaları, daha sonra halkbilim konularına yöneldi (Ergün Veren için)
14-               Keçenin tanınıp sevilmesi ve yaygınlaşması için hazırladığı programlarda gönüllü eğitici olarak görev yaptı. (R.Gülenay Yalçınkaya için)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Müzeyyen DÜDÜK
Burdurlu Şair Müzeyyen Düdük, annemizi de sonsuzluğa uğurladık
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İnsanoğlu, az yaşıyor- çok yaşıyor, zamanı- vakti gelince aramızdan ayrılıyor, vefatla bizlerden ayrılıyor, çok sevdiklerini veda ediyor.
            Müzeyyen Düdük, Burdur’lu şairlerimizden biriydi. Yazdıkları, yayınladıklarıyla hayat buluyor, sanatçı ve edebiyatçılarla birlikte olmaktan huzur ve mutluluk duyuyordu.
            Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulabilmek için aylarca mücadele etti. Uzun süre yatağa bağlı kaldı. Eşi hacı amcamız başta olmak üzere yakınları bakımıyla ilgili gece gündüz seferber oldular.
            Burdur’a gittiğimde ziyaret eder, yeniden şiirlerinin yayınlanacağını, kendisiyle ilgili toplantılar düzenleyeceğimizi söyler, üzüntü içinde bir sevinç yaratmaya çalışırdık. O, bizimle “helâlleşir” gerçekleri bildiğini anlatmaya çalışırdı.
            Burdur, Araştırmacı, Yazar ve Şairler Derneği çatısı altında bulunmaktan mutluluk duyduğunu yakından bildiğim Müzeyyen Düdük annemizle ilgili bilgileri sıksıkla bu Derneğin Başkanı Sebahat Gümüş’ten alırdım.
            18 Aralık 2010 Cumartesi günü, erken saatte Sebahat Gümüş hocahanım telefonla beni arayarak; Müzeyyen annemizin vefat ettiğine ilişkin acı haberi verdi.
           Üzüldük, hemen eşi hacı amcamızı aradım, başsağlığı diledim. Durmuş Öcal’a haber verdim. Yeğenim Hüseyin Kayacan’ı da bilgilendirdim.
            Müzeryyen Düdük, annemiz 18 Aralık 2010’un ilk saatlerinde Burdur’da vefat etti. Aynı gün Ulu Camide kılınan öğle namazının ardından, şehir mezarlığındaki aile kabristanında  toprağa verildi. Mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin.
            2005 Yılında yayınladığım “Burdur’un Saz ve Söz ustaları-I” adlı kitabımın 106’ncı sayfasında yeralan Müzeyyen Düdük biyografisini aşağıya alıyorum efendim:
            Müzeyyen Düdük: 1929 yılında İzmir’de doğdu. 12 yaşında şiir yazmaya başladı. Değişik nedenlerle, eğitimini sürdüremedi. Babası, köyde hem hocalık (imamlık) hemde muallimlik yaptı. Babasının o günlerde okuttuğu kitap ve gazetelerle, dünyasını genişletmeye çalıştı. Kendi kendini yetiştirdi. Şiirleri dergi ve gazetelerde yayınlandı.
            Tahsilini tamamlayamadığı için sık, sık üzüntü duyan, 2004 yılı itibariyle 75 yaşına basan “Şiir Pınarı”, “şiir anne” adlarıyla bilinen Müzeyyen Düdük şiirin her alanında gezdi, kendini gösterdi.
            Genellikle günlük hayattan aldığı kesitler, mısralara dökülünce anlam zenginliği içine girdi. İlk bakışta sevgiyi, hasret duygularıyla birleştirerek, ağırlıklı nasihat taşıyan görüşleriyle dikkat çekti. 
            Toplumumuzun değişik kesimlerinde olup- bitenlere karşı duyarsız kalmayıp bir objektif titizliği ve özelliğiyle tespite çalıştı. Tespitten sonra tahlil ederek, sonuçlarını mısra mısra gözlerimizin önüne serdi.
            Yaşamımızın gülmekle başlaması gerektiğini, anlam kazandığını hareket noktası yaparak şiirlerini işledi, dergi ve gazetelerde yayınladı. Müzeyyen Düdük, ilk şiir kitabı “Gönüllerden Gönüllere”nin (2004) sayfalarında, bu sayfalardaki şiirlerin mısralarında bizlerle merhabalaştı.

17 Aralık 2010 Cuma

Dr. Yusuf Ekinci’den: Ahilik
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar, dergiler.. Yayınlandıkları günlerde veya sonraki günlerde bize ulaşanlar. Ulaştırılanlar bunlar içinden, arasından.

Hemşehrim Dr. Yusuf Ekin
ci’nin “Ahilik” adlı araştırması, genişletilmiş 10. baskısıyla bana ulaştı. 494 sayfalık kitabın ilk sayfası, Dr. Ekinci’nin biyografisiyle başlıyor.
Sonra önsöz var hocanın kendine ait olsa gerek. Bir yerinde, “Kitabı yeniden düzenlerken eleştirileri ve önerileri değerlendirdim. Ahilik ve Ahi Birliklerini günümüzle daha fazla ilişkilendirmeye çalıştım” deniliyor.

Beş bölümden oluşan “Ahilik” adlı kitabın içinde yer ala
nların ana başlıkları, şöyle karşımıza çıkıyor: Ahilik, Ahi Birliklerinin kuruluşu, Ahi Birliklerinin faaliyetleri, Ahi Birliklerinin çözülmesi, TKY-Standardizasyon.
Ana başlıklar altındaki ara başlıklara bakıyoruz. Bunlardan, dikkat çekenler:

-Değişim karşısında Ahilik, Ahilik ve insan, Ahilik ve toplum, Ahilik ve ekonomi, günümüz görgü kurallarıyla, Ahilik görgü kurallarının karşılaştırılması, Ahi Birlikleri ve loncalar, Orta Sandıkları, Ahi Birliklerinin yönetimi, Esnaf Şeyhi, yönetim kurulu, Büyük meclis, İş hayatının düzenlenmesi, Dayanışma, sosyal faaliyetler, yamaklık, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri, Çıraklık, kalfalık, ustalık merasimleri, Katılımcı liderlik, Kalite, standart ve Ahilik, Standardizasyonun önemi,.. Ahilikle ilgili verilen bilgilere bakıyoruz. Bunlar:

Ahinin üç şeyi açık, üç şeyi kapalı olmalıdır.

Açık olanlar: 1- Eli açık olmalı; Yani cömert olmalı, 2- Kapısı açık olmalı; Yani konuksever olmalı, 3-Sofrası açık olmalı; Yani aç geleni tok döndürmeli,

Kapalı olanlar: 1-Gözü kapalı olmalı, Kimseye kötü bakmamalı, kimsenin ayıbını görmemeli, 2-Dili bağlı olmalı, Yani kimseye kötü söz söylememeli, 3- Beli bağlı olmalı, Yani kimsenin ırzına, namusuna, haysiyetine
ve şerefine göz dikmemeli.
Peki “Ahilik” deyince ne anlıyoruz? Bu sorunun cevabı 15. sayfada veriliyor: Günümüzde Ahilik esnafa özgü bir kavram olarak algılanmakta, Ahilik denilince esnaf, esnaf denilince de Ahilik akla gelmektedir. Ancak, bu kavramın günümüze ve geleceğe ışık tutan daha derin ve geniş anlamı da vardır.

Ahiliğin, Türklerin İslamiyeti topluluk halinde kabul ettikleri yıllarda, Türk örf ve adetleri ile İslam inancını kaynaştırmak amacıyla geliştirilen bir düşünce sistemi ve yaşama tarzı olduğu söylenebilir.

Dr. Yusuf Ekinci: 21.03.1943 tarihinde Burdur’da doğdu. Isparta Gönen İlk Öğretmen okuluyla, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünden mezun oldu. 1987 yılında doktorasını verdi. İlkokul, ortaokul, lise ve dengi okullarda öğretmen ve idareci olarak çalıştı.

Milli Eğitim Bakanlığında, Şube Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı, Daire Baş
kanı, Müsteşar Yardımcısı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak çalıştı.
1995 yılında Burdur Milletvekili olarak seçildi. Türk-İş Genel Başkan Danışmanı olarak görev yapan Yusuf Ekinci’nin 11 ayrı kitabı yayınlandı. ***

Mustafa Ceylan’dan:
Bir yanardağ fışkırması
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Edebiyatımızın Antalya merkezli baş temsilcisi Mustafa Ceylan.. Önderliğinde yürütülen Gülce Edebiyat akımı çalışmaları hızla yayılırken, yurdumuzdan ve dünyanın değişik ülkelerinden ses getirirken mola verip, yeni yayınlarıyla da karşımıza çıkıyor Mustafa Ceylan. Mustafa Ceylan, izlenmesi zor başarıların altına imza atar.
Yenilerde bana ulaşan bir kitabı “Bir Yanardağ Fışkırması” yıllardır ilgiyle, izlediğimiz, dinlediğimiz bir şiirin adı. Kitap yenilerde bana ulaştı, ulaştırıldı.
72 sayfayla “Gülce şiirler” çerçevesinde yayınlanan kitap da yer alanlar, yine gülce edebiyat akımındaki şiir anlayışı çerçevesindeki bir anlayışla yazılmış, sayfalara aktarılmış.
Örneğin, sayfa 29’daki “Asker oğul” başlıklı, adlı şiir, Gülce edebiyat akımının yiğitçe, tarzında ele alınmış kaleme alınmış. Bu şiirin girişinden:
Anaların ağıdını,
Dindir gayri asker oğul!,
Dağ başından paçavrayı,
İndir gayri asker oğul!..
Bir yanardağ fışkırması adlı kitapda yeralan şiirler, Gülce edebiyat akımının örnekleriyle şekillenmiş, şekillendirilmiş, sayfalara aktarılmış. Mustafa Ceylan’ın büyük emek verdiği bir edebi alan çalışması. Kutluyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.
Yıllardır, Mustafa Ceylan okuyuşlarıyla alkışladığımız, bildiğimiz, tanıdığımız kitabın adı olan şiir “Bir yanardağ fışkırması” kitabın arka sayfasında karşımıza çıkıyor. Bu şiirden iki dörtlük alalım ve noktamızı koyalım efendim.
Bir yanardağ fışkırması,
Benim gönlüm, deli gönlüm.
Ceylanların hıçkırması,
Benim gönlüm, deli gönlüm.
***
Kanatlanıp göğe uçar,
Kendisinden kendi kaçar,
Hasret hasret çiçek açar,
Benim gönlüm, deli gönlüm. ***
Mustafa Ceylan’dan: Anadolu Efsaneleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sanat ve edebiyatımızın yaşayan ustalarından, gülce edebiyat akımının baş mimarı, yöneticisi, yıllarla birlikte eskimeyen bir sevgi bağını yaşattığımız Mustafa Ceylan.
Antalya’dan sesleniyor. Yazdıkları, yayınladıkları beğeniliyor. Alkışlanıyor, izlenmeye devam ediliyor.
Yenilerde bana ulaşan kitaplarından birinin adı: “Anadolu Efsaneleri” Gülce yayınları arasında 130 sayfayla okurlarına ulaşmış, ulaştırılmış.
Mustafa Ceylan, Antalya’da oturuyor ya.. Kitap Antalya Efsanesiyle başlamış. (Gülce-bahçe)den sözedilerek, kaydedilerek yola çıkılmış. “Yaralı Ceylan ve Avcısı”ndan sözediliyor. Şöyle başlıyor.
Dinleyin ağalar, dinleyin beyler,
Eritir zamanı bu halkın gücü.
Özlem duyuyorsa kahramanına,
Diriltir mezardan bu halkın gücü.
***
Dilsize söyletir, gösterir köre,
Aminle, duayla dertlere çare,
İsterse indirir doruktan yere,
Çürütür tahtları bu halkın gücü.
(Gülce-Bahçe)-Balıkesir Kız Efsanesi, Burdur adının efsanesi, Ankara-Elmadağ gelin kayası efsanesi, Bayburt efsaneleri, Burdur Salda Gölü efsanesi, Edirne Kırkpınar efsanesi, İzmit-Dil iskelesi efsanesi, Kayseri ağ gelin efsanesi, Ordu Asarkaya efsanesi şeknesi, İzmit-Dil iskelesi efsanesi, Kayseri ağ gelin efsanesi, Ordu Asarkaya efsanesi şeklinde devam edip gidiyor efsaneler, efsanelerin anlatımları.
Mustafa Ceylan, edebiyatımız için en zor olanların seçiminde önde, bunların yazılıp, değerlendirilip anlatım sıralamasında önde.. Kısacası Mustafa Ceylan her yerde ve her zaman önde.
Sayfa 39’da başlayan Burdur Salda Gölü Efsanesi’nin giriş bölümü, girişi efendim:
Rengini topraktan,
Gökyüzünden ve sudan,
Alan doğa harikası,
Güzeller güzeli bir göldür,
Dünyanın ikinci temiz suyu,
Mars ile örtüşür toprak yapısı,
Türkiye’nin ikinci derin gölü Salda,
Yaşıyor dipdiri efsanede, masalda.**
GÜNÜN SÖZÜ: Mustafa Ceylan; her yerde her zaman açık farkla önde.. ***
Mustafa Ceylan’dan: Kapadokya güneşleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bir tahlil uzmanı, araştırmacı, şair-yazar Mustafa Ceylan’ın birbiri ardına yayınladığı kitaplarından biri daha: Kapadokya Güneşleri. Tahlil..
66 sayfalık kitap da; Sabit İnce, Rasim Köroğlu, Nedim Uçar ve Mümün Uluç’un şiir dünyaları ve Kapadokya sevdaları tahlil ediliyor, inceleniyor..Mustafa Ceylan sonuçları ortaya çıkarılıyor, sayfalarda sergileniyor.
Önsözün sonundaki cümleler: Rasim Köroğlu’nun o külüstür “arabası”na dolaşıp, şiir akrabalarımla nice cihanları ve nice dolunayları dolaştım.
Sabit İnce’nin “Anadolu derdi” derdimiz oldu da, en çok Nedim Uçar’ın dağ başlarına bağdaş kuran yıldızlarına ve sislerine tutundum.
Ve bir anda karşıma müthiş bir enerji santralı çıktı ki, Mümün Uluç isimli bir fırtınanın etkisinden kurtulamadım. EN çok da bu etki ile bu kitabı çıkarma gayretine giriştim…
Aşağıya imzalarıyla birlikte alacağım şiirler, Mustafa Ceylan’ın inceleme ve tahlilleri sonunda “Kapadokya Güneşleri” adlı kitabının sayfalarına aktarılanlar arasından seçilen dörtlükler olacak efendim. Buyurun:
SABİT İNCE’DEN
Kim ne derse varsın desin,
Benim derdim Anadolu.
Dost düşmanım bunu bilsin,
Benim derdim Anadolu.
RASİM KÖROĞLU’NDAN
Sanmayın ki felek hoş tuttu beni,
Ne doldurdu, ne de boş tuttubeni,
Düşmanın attığı değmeden geçti,
Hep kendi attığım taş tuttu beni.
NEDİM UÇAR’DAN
Vadilerin yeşil kuytularında,
Vişne çürüğüne çalan akşamlar.
Sahillerin mavi sığ sularında,
Pembe hülyalara dalan akşamlar..
1- Nihayet kesesini doldurmaya ve milletin sırtından para kazanmaya niyetli olmayan bir kültür elçisi, bir sanat sevdalısı, bir koca yüreke rastladım. Çok şükür! Bu kültür ve sanat sevdalısı, Kapadokya tutkunu abide bir şahsiyetin adı: Mümün Uluç. (Mustafa Ceylan, sayfa:55)
2- Ortaokul yıllarımdan 1993’lü yıllara kadar şahsen benimle ilgili bir araştırma yapacakların ağabeyim, hocam İsa Kayacan’ın anılarla yüklü dev kitaplarına başvurmalarını önermekteyim. Kayacan usta ile sanat-kültür-edebiyat yolculuğumuz hep ağabey-kardeş ilişkisi içinde geçmiştir ve son nefese kadar da devam edecektir (Mustafa Ceylan, Kapadokya Güneşleri, sayfa: 12)
***
İsa Kahraman’dan, İsa Kayacan’a
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bazen, iki isimle yan yana gelen, adaşlıklarıyla yan yana gelenler olabilir. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Kütahya’dan İsa Kahraman, Ankara’dan İsa Kayacan. İsa Kahraman’ın bu satırların yazarı İsa Kayacan’a bir mektubu ve arkasından, bendenizin “Bana Yazılan Şiirler” adlı kitabında (kitabımda) yeralamayan, baskı sonrası yazılan bir İsa Kahraman şiiri var. Buyurun birlikte okuyalım:
Muhterem hocam, Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Son kitabınız olan (128.kitap) “Bana Yazılan Şiirler” adlı eserlerinizi bendenize göndermek lütfunda bulundunuz. Bin teşekkür, bin dua. İhya ettiniz. Öylesi bir kitapta benim bir çalışmamın olmaması, beni üzdü. O ha’let-i ruhiye ile kaleme aldığım şiirimi ekte sunuyorum. Kayda değer bulursanız, uygun bir yerde değerlendirirsiniz, nihai karar sizindir.
Bu vesile ile: Şiirimde de bahsettiğim gibi, garip Anadolu’mun garip şairlerine kol, kucak açarak onların elinden tutmaya devam edeceğinizden eminim. Bu sizin karakteriniz.
Bana düşen: “Allah size hayırlı, sağlıklı, uzun ömür versin. Siz de bu manada Türk kültürüne hizmet etmeye devam edebilesiniz” duasını size (Halisane) yollamaktır. Allah kabul buyursun.
Sevgili hocam, hoşça kalın, Allaha emanet olun efendim (İsa Kahraman, Kütahya, 18.07.2010)
İSA KAYACAN’A
Garip Türkiye’mde nice şairin,
Kalbine tercüman, dili Kayacan.
Tutunacak dal ararken nicesi,
Uzanıp kavrayan, eli Kayacan.
***
Ece’den Tefenni, sonra Burdur’a,
Yörük yola girmiş, mümkün mü dura,
Çarık varsa şükür, nerde kundura,
Dinler mi yağmuru, seli Kayacan.
***
Ece Dergisiyle yaktı ocağı,
Süslüyor kaç kitap, köşe bucağı,
Herkese açıktır, kolu, kucağı,
Sevdiğine bağlar, beli Kayacan.
***
Az yardım etmedin, adaşım bana,
Halis dua, hiç gider mi yabana,
Rahmet olsun, anan ile babana,
Yaptırmıştı köye, yol, Kayacan.
***
Demir attın Ankara’ya varmakla,
Mücadelen kutsal, dişle, tırnakla,
Aran da çok iyi Cenab-ı Hak’la,
Yedirmez mi sana, balı Kayacan.
***
Şair, yazar, katip, otelci, hancı,
Hem maddi, manevi, çektin çok sancı,
İkimizde olduk sonra ormancı,
Sevdik hem ağacı, gülü Kayacan.
***
Dile kolay rakam: Yüzyirmidokuz,
Kaç kişi yazmıştır, boş lafa tokuz,
Bunca kitap yazdın, “oku”da yokuz,
Yeri; desem sana, Deli, Kayacan.
***
Bir İsa’dan, bir İsa’ya selam var,
Aramızda boş laf değil, kelam var,
Hem adaşın, birde torun balam var,
Oda bir Allahın, kulu Kayacan..
İsa KAHRAMAN (18.07.2010-Kütahya)
Not: Bu şiirle, İsa Kayacan’a yazılan şiir sayısı 244’e, şiir yazan şair ve ozan sayısı 131’e yükselmiştir.
***
Hemşehrim Emine Önal’ın üç şiiri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Antalya’da yaşayan, Burdurlu hemşehrim Emine Önal’ın üç ayrı şiiri var masamda yenilerde gelen. Bunlardan ilki:
MEÇHUL KÖY (Emine Önal)
Ta orda bir ağaç gördüm uzakta,
Kurumuş dalları, dibinde üç yapraklı bir yonca.
Su görmemiş besbelli, bakılmamış, büyümemiş benim gibi.
Ta orda bir ev gördüm uzakta.
İçinde, zavallı ak sakallı bir insan,
Ağaca bakıyor durmadan.
Gücü yok ki sulasın o ağacı
Tutmuyor ki elleri, toplasın meyveleri.
Orada güneş doğar, uzaktan uzağa batar.
Yaşlı adamın tepesinden iner,
Kaybolur zaman zaman.
Tıpkı senin kayboluşun gibi,
Her zaman.
İkinci şiir “Kimsem yok” başlığının taşıyıcısı. Bu şiirdeki Emine Önal duygularına bakalım
Buyurun:
KİMSEM YOK (Emine Önal)
Arpayı erdirdim, buğdayı biçtim.
Koyunu ayırıp kuzuyu seçtim.
Yavrular derdinden gurbete düştüm.
Gurbet elin zerre kadar tadı yok.
Göç ettim gurbete yok ki hiç param.
İmrendim ellere sosyete olan,
Köyümde yediğim bir kuru soğan.
Gurbet elde baklavadan farkı yok.
Sabah olur, herkes gider işine.
Gamın sefaletin düştüm peşine.
Gurbet elde bir iş gelse başına.
Kapını açacak hiçbir kimsem yok,
Son Emine Önal şiirinin adı: “Ana”. Sekiz ayrı mısradan meydana gelen “Ana”nın mısralarına dönelim, bakalım. Nelerle karşılaşacağız:?
ANA (Emine Önal)
Ham doğurup besleyen, hem giydirip süsleyen,
Kanadında gizleyen, anadır o anadır.
Sen ağlarken ağlayan, sen gülerken o gülen,
Evlat yoluna ölen, bir melek insandır o.
Analar baş tacıdır, baba dert ilacıdır.
Meyveler ağacıdır, kırılmaya gelmez o.
Analı kuzu hey kuzu, anasız kuzu vay kuzu.
Hem oğlanı, hem kızı doğuran anadır o anadır.
***
Gölhisar Gündem Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur merkez ve ilçeleriyle ilgili her türlü haber beni yakından ilgilendirdi, ilgilendirmeye devam ediyor.
Halk ozanı, araştırmacı, yazar ve gazeteci Osman Akkoç’tan bir ‘tomar’ gazete aldım. Kendisinin de yazarları arasında bulunduğu “Gölhisar Gündem” Gazetesiydi gelenler.
Burdur ilimize bağlı, Gölhisar ilçemizde haftalık yayınlanan bu gazetenin, yani Gölhisar Gündem’in, Kurucusu: İbrahim Nanecioğlu, Sahibi: Bülent Okunakol, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İbrahim Erbay, Hukuk sorumlusu: Av. Mustafa Demirörs, Sayfa editörü: Halil Sanlı, Muhabir: Serkan Bilgiç.
Küçük boy 12 sayfayla, haftalık olarak okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan Gölhisar Gündem’in, 240,41,44,45,46 ve 248 nci sayılarının sayfalarına şöyle bir göz atalım:
Köşe yazılarıyla okurla merhabalaşanların, ilk sayfalardan anonslarında; Eyüp Ersoy, Bülent Okunakol, Osman Akkoç, Necdet Ergün, isim ve imzalarıyla karşılaşıyoruz. İlk sayfalar, Gölhisar yerel haberleriyle şekilleniyor. Bazı haber başlıkları:
-Gölhisar’da başarılı sera modeli, Burdur’da parlayan iki yıldız: “Kibyra ve Sagalassos”, Çavdır’da Anadolu Öğretmen Lisesi yapılıyor, Altınyayla çevre yolu inşaat çalışmaları devam ediyor, Lütfen tarlanızdaki anızları yakmayın, Dirmil’de anıt ağaçlar tescilleniyor, Yusufça çevre yolu ve Çamköy yolları hizmete girdi, Gölhisar sanayi sitesinin bitmeyen çilesi, Gölhisar şehir stadyumu modern tribüne kavuşuyor, Yüksekokul öğrenci sayımız düştü, vd.
İç sayfalarda, Osman Akkoç’un hazırladığı yöresel bulmaca, değişik haberler, araştırma yazıları, makaleler, Şimdi makalelerden, imza sahiplerinden de sözederek bazı cümleler alalım, nakledelim efendim:
-Yaklaşık 20 yıl önce yapımına başlanan peyderpey bitirilerek sanayi esnafımızın Gölhisar ve çevre halkının hizmetine giren bu sanayi sitemize halâ modern bir görüntü verilememiş, yerüstü ve yer altı alt yapı çalışmaları bitirilememiştir (Bülent Okunakol, Sayı: 246)
-Varken bir şeyin kıymetini anlamamak, yok olduğu zamanda biz niye bu işin kadrini bilemedik deyip, ahlar-vahlar çekeriz (Eyüp Ersoy, Sayı:240)
-Ev sahibi, eğlence bitti, haydi gidin artık diyemez. Ama, davul ve zurnalar yada sazlar, bunun bittiğini halkımıza anlatmayı başarmıştır. Ancak, bunlar bundan 30-40 yıl öncesine kadar yapılıyordu. Şimdi zaman zaman yapılsada değeri kalmamıştır. Çünkü hoparlör ile söyleniyor (Osman Akkoç, Sayı: 244)
-Bu dünyada kimseye güvenmeyecek miyiz?. İnsanlık öldü mü? Yazışmaya ne gerek var? sözleri ne yasal olarak, ne de dinen geçerli değildir (Necdet Ergün, Sayı: 246)
***
Güzide Gülpınar Taranoğlu’dan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin, sanat ve edebiyatımızın duayenlerinden Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun şiirleri, duygu zenginliği içinde karşımıza çıktı yıllardır. Güzide hanımın iki şiirinden, bazı dörtlükler vermek istiyorum aşağıda efendim. Bunlardan birincisi, Sen Gövermezsin başlığının taşıyıcısı. Bu şiir üç dörtlükten meydana geliyor.
Şiirin tamamı:
SEN GÖVERMEZSİN (Güzide Gülpınar Taranoğlu)
Kış geçer bahar gelir
Zaman zamanda erir
Yine dallar göverir
Niçin sen gövermezsin?
***
Kulak duyar göz görür
Rüzgar eser ses verir
Dünya hep yenilenir
Niçin sen gövermezsin?
***
Gecenin ardında gün
Acı gıda beş öğün
Aşkıyla övündüğüm
Niçin sen gövermezsin?
İkinci Güzide Gülpınar Taranoğlu şiirinin adı “Ben”. Altı dörtlükten oluşturulmuş bu şiir. Üç ayrı dörtlüğü anılan şiirin:
Kötülük bilmedim, nedir, nasıldır
İnsanda iyilik özdür, asıldır
İnsanlar çiğ sütle büyümüş kuldur
İkiyol, şeytani, rahmani yoldur.
*
Doğruyu bulmalar zormudur sanki
Allah’ı bilmekle olur inanki
Din-iman ayarlar canda ahengi
Allah’ım, adınla ömrümü soldur..
*
Kul kula etmesin asla eziyet
Meydana fışkırır o kötü niyet
Herkesin sonları aynı nihayet
Allah’ım daima huzuru buldur..
***
GÜNÜN SÖZLERİ:
Her gecenin ardında insan yeniden doğar/Sevgi cennet bağının bir ilahi yoludur/Sevgiliden uzakta haz yaşanmaz (Güzide Gülpınar Taranoğlu)
***
Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun Duygu harmanından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Edebiyatımızın bilinen, önde gelen isim ve imzalarından Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun rahmetli eşi Dr. Bilal Taranoğlu için yazdığı şiirler içinden, “Duygu Harmanım” adlı şiir kitabından seçtiklerimizden efendim. “Yarabbi” adlı şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki dörtlüğü:
Bunaltma Allah’ım mümin kulları,
Işısın hayıra giden yolları,
Helalın elinden olsun malları,
Şeytana hiç fırsat verme Yarabbi.
***
Adını anmadık anım yok benim,
Sensiz gücüm yok dermanım yok benim,
Bilirim sayende karnım tok benim,
Ömrümü zamansız dürme Yarabbi.
***
Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun dörtlükleri var, duygu yüklü, anlamlı.
Bu dörtlüklerden ikisini de aşağıya alalım.
Buyurun:
Dün yanımda, bu gün sade canımda,
Kurduğumuz güzel dünya boşaldı,
Adı dilde aşkı her an kanımda,
Tutuştukça canım ona yol aldı..
***
Güzel düşler bilinmezler yolunda,
Yaşamanın tadı bitti sonunda,
Senden başka her şey bana yabancı
Ruhum kalbim acıların kolunda..
GÜNÜN SÖZLERİ:
1-Gözyaşı kulların kaderinde var / Zira insanoğlu, doğarken ağlar.
2- Pek çok insanın yüreği yıldızsız geceye benzer (Güzide Gülpınar Taranoğlu)
***
Cumhur Turan’dan: Anadolu Gemisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Cumhur Turan-Payda Yayıncılık kuruluşu, bir bütünlük içinde görünüyor, böyle değerlendiriliyor.
Merkezi Ankara’da bulunan Payda Yayıncılık kuruluşunun sahibi ve genel koordinatörü Gülendem Gültekin, bir yayın uzmanı. Dizgi ve sayfalara yerleştirme, düzenleme profesörü. Öncelikle kutluyorum, alkışlıyorum.
Cumhur Turan’un 10 rakamının üzerinde kitabı, Payda Yayıncılık kuruluşunun yayınları arasında bir arada günyüzü gördü. Bu kitapların sayfalarında gezmek kolay değil. Epeydir Cumhur Turan hocanın kitaplarının sayfalarında gezme gayreti içindeyim
Bir yeni kitap, roman “Anadolu Gemisi” adıyla Cumhur Turan imzalı. 140 sayfayla günyüzü görmüş.
Üçüncü sayfanın girişi, romanın başlangıcı:
-İki arkadaş Karşıyaka’da bir bankın üzerine oturdular. Bir süre suskun İzmir körfezini seyrettiler. Karşıyaka iskelesinden Konak iskelesine gidecek gemi kalkmak üzereydi. Geminin motorunun manevra yaparken çıkardığı görüldü, çırpındığı suyun hışırtısı ile karışarak onlara kadar geldi. Bir hafta önce karneler dağıtılmış, ikisi de sınıflarını geçmişlerdi. Yeni öğrenim yılında, ilköğretim yedinci sınıfa devam edeceklerdi. Uzun bir yaz tatili onları bekliyordu”
Bu Cumhur Turan hocanın, Anadolu Gemisi için yaptığı giriş. Sonraki sayfalarda anlatım-anlatımlar devam ediyor. Olaylar gelişiyor, zaman zaman çıkmazlara girilir gibi görünse de, bir çıkış yolu mutlaka bulunuyor.
Anadolu Gemisi adlı kitabın bir anlamda özeti şeklinde görülenler, kitabın arka kapağına konulmuş. Buradan aldıklarımız:
-Murat ile Oğulcan, martılara simit atmayı bir anda bırakarak; Burcu ise, aynı anda yerinden bir yaya gibi fırlayarak, Özge’nin parmağını uzatarak gösterdiği gemiye doğru baktılar. Bir anda hepsinin bakışları Özge’nin gösterdiği gemide toplandı.
Güvertede olan diğer yolcularda; “ne oluyor” dercesine bir merakla o noktaya bakmışlardı. Bu bakış anının sessizliğini Murat bozarak;
“Anadolu… Anadolu”…
Geminin bordasında yazılı adını üst üste iki kez sesli olarak okumuştu. Bu okuyuş diğerlerini de ateşleyince, dördü birden:
“Anadolu.. Anadolu”, diye yineleyip, ellerini çırparak zıplamaya başladılar. Birden o gemi ile aralarında bir gönül bağı kuruluvermişti…
***
Mektubun satırlarından, şiirin mısralarından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana gelenler.. Mektuplar, şiirler. Bunların genel bir değerlendirme içinde ele alınışları, sayfalara aktarılışları. Mektubun satırlarından, şiirin-şiirlerin mısralarından seçtiklerimiz, sıraladıklarımız:
Değerli dost, Sayın İsa Kayacan; Sizin aklınıza gelen, başkalarının aklına esmiyor. Bizim insanlarımız, menfaat dünyasını seviyor galiba!. Bana öyle geliyor. Son kitabınız “Bana yazılan şiirler” in arkasına son söz yazan dostumuz Mansur Ekmekçi’nin yazısı hala kafamı kurcalıyor. O yazıyı arka sayfaya almanın tam yerine isabet etmesi beni çok memnun etti. Her okuyanın gözlerinde bir soru işareti bırakacaktır o yazı. Bilirim ki siz, benim gibi normal yaşantınızın yanında paraya yüz vermeyensiniz. Doğal bir görüş düşüncesiyle hareket etmenizin size çok şeyler kazandırdığına, ruh sağlığıyla söylüyorum.
Ben, bunca yıl Avrupa’da yaşadığım halde, yetmişli yıllardan sonra dost edinemedim. Sizi de keşke o zamanların içinde tanısaydım. Gazetelerden tanıyordum ama, demek ki irtibat kuramamışız. Şimdi sizi tanımış oldum. İyi niyet sahibi değerli bir şahsiyet heryerde, her adımda tanınan tertemiz kişiliğe sahip bir yüreksiniz. (Kemal Petricli Köln-Almanya, 15.09.2010)
ŞİİRLERİMİZ BİRDAL CAN TÜFEKÇİ’DEN
İki şiirimiz, daha doğrusu Birdal Can Tüfekçi imzalı iki şiir var masamda, elimde. Bu şiirler 5 dörtlükten oluşan “El Beni”, yine beş dörtlükten oluşan “Görmek İsterim” adlarının taşıyıcıları. Bu şiirlerden ikişer dörtlük alalım, nakledelim efendim:
EL BENİ (Birdal Can Tüfekçi)
Kaçılmıyor bu kaderin önünden,
Canan usandı, can koptu teninden,
Bir garibim, kimse bilmez halimden,
Acımadan dile koydu el beni.
**
Birdal der; bak hayaller oldu yalan,
Savruldu harmanım bağlarım talan,
Gurbet ellerinde, oldum perişan,
Öldürmeden, sala koydu el beni..
***
GÖRMEK İSTERİM (Birdal Can Tüfekçi)
Çiçek açsan yapraklanan dalımda,
Aklım kaldı al yanağın alında,
El ele çıkıp da, hayat yolunda,
Yar, yanımda seni görmek isterim.
***
Söylediğin sözler, cana, batınca,
Günü aya, ayı yıla katınca,
Hasta olup yataklara yatınca,
Yar, yanımda seni görmek isterim.
***
Birdal Can Tüfekçi Duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Muğla ilimize bağlı, Dalaman ilçemizde yaşayan, buradan seslenen Birdal Can Tüfekçi’nin şiirlerindeki olgunluk, şiir yolculuğunda alınan mesafenin uzunluğu ve sağlamlığı hissediliyor, görülüyor artık. Tebriklerimi sunuyorum. Önce, dört ayrı dörtlükten meydana gelen “Divane aşık gibi” adlı, başlıklı Birdal Can Tüfekçi şiirinden iki dörtlük alalım, nakledelim:
Kağıdı kalemi, alıp da elime,
Bütün dertlerimi, yazasım geldi.
Sevda şarkılarını, salıp dilime,
Divane aşık gibi, gezesim geldi.
**
Söner mi yazmakla yürek yangını!
Koymam kimselerde, alcam ahdımı.
Beni ateşlerde, yakan zalimi.
Kör kurşunlara, dizesim geldi!.
Yazımızın son bölümünde veya ikinci-son bölümünde “Gözlerin” adlı, altı dörtlükten meydana gelen Birdal Can Tüfekçi şiirinin mısraları arasında yaptığımız gezinti sonunda, üç ayrı dörtlük nakledelim buradan:
Güneşli havada, şimşek çaktırır!
Baktığı her yeri, yakıp; yıktırır1
Beni benden alır, candan bıktırır1
Esir eder beni, senin gözlerin.
***
İçime kor düştü, sevgiden yana!
Ela gözlü o yar, bakınca bana.
Gülerdi, oynardı, şakırdı ama.
Ömrümden nice yıl, çaldı gözlerin.
***
Sanırsın bakınca, sever sayardı!
Dağları eritir, taşı oyardı.
Suskun duruşuyla, cana kıyardı!
Dermansız dertlere, saldı gözlerin.
***
Engin Çır’dan: İki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İzmir’de yaşayan, Devlet Sanatçısı, şair – betsekâr Engin Çır’ın iki şiiri var masamda. Bunlar, “Bitti güzelim” ve “Yine bahar sensiz oldu” başlıklarının taşıyıcıları efendim. İlk şiir “Bitti güzelim” beş ayrı dörtlükten meydana geliyor. Üç ayrı dörtlüğü bu şiirin:
BİTTİ GÜZELİM (Engin Çır)
Çözüldü gönlümün sevgi bağları
Engel görür oldum küçük dağları
Aslıyı düşündüm geçen çağları
Uzayan yollarım bitti güzelim.
***
Kor oldu içimi yaktı gözlerin
Gözümden özüme aktı gözlerin
Gitme kal der gibi baktı gözlerin
Uzayan yollarım bitti güzelim
***
Derdimi içimden atmak istedim
Aşkın şerbetini tatmak istedim
Uzanıp dizinde yatmak istedim
Uzayan yollarım bitti güzelim.
Ve Engin Çır hocanın “Yine bahar sensiz oldu” dört ayrı dörlükten oluşan şiirinin tamamı ise şöyle karşımıza çıkıyor, bizimle selamlaşıyor. Buyrun birlikte okuyalım:
YİNE BAHAR SENSİZ OLDU
Yine bahar sensiz oldu nazlı yar
Yollarına otağ kurdum geçmedin,
Hasretinle gönlüm doldu nazlı yar
Pınarımdan bir yudum su içmedin.
***
Sevdim dedin uzak kaldın yıllarca
Günlerimi benden çaldın yıllarca
Her çeşmede nasip aldın yıllarca
Pınarımdan bir yudum su içmedin.
***
Gelir diye yollarına bakmıştım
Senin için ne türküler yakmıştım
Aşkın için seller gibi akmıştım
Pınarımdan bir yudum su içmedin.
***
Nicelere ne ümitler bağladın
Nice günler eller için ağladın
Kimi görsen aşık oldun çağladın
Pınarımdan bir yudum su içmedin.
Engin ÇIR - İzmir
***
Tefenni Ortaokulu mezunlarından bazıları ve Mithat Erden’den bir şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur ilimize bağlı, Tefenni ilçemiz ortaokulundan 1950’li yılların sonunda mezun olanların bazıları.. Bunların isimleri, görev yaptıkları yerler..
Mithat Erden, eğitimci, araştırmacı-yazar ve şair. 1960 öncesi, Tefenni ortaokulunun Müdürü.. Tefenni sevdalısı bir usta. 23.10.2010 tarihinde, Ankara’daki evinde yaptığım ziyaretim sırasında Tefenni Ortaokulundan mezun olanların isimleri ve görev yaptıkları yerler itibariyle bir liste verdi bana. Bunlar şöyle sıralanıyor. (Görev yerleri sonradan değişmiş, bu isimler emekli de olmuş olabilirler):
1-Abdurruhman Özboyacı (Hakim Albay), 2- Hikmet Özbağcı (İst. Vali Muavini), 3- Ali İhsan Yüksel (Avukat), 4- Ramazan Erçiftci (Albay-Rusca Öğrt) 5- İsmail Çiftci (İzmir Savcısı), 6- Ali Çiftci (J. Albay), 7- İhsan Barın (Dusseldorf-Üniversitesi-Prof.), 8- Hüseyin Alper (J.Albay), 9- Mehmet Sunar (J.Albay), 10- Mehmet Yıldırım (J.Albay), 11- Veysel Yıldırım (J. Albay), 12- Yalçın Erten (Korgeneral, J. Gn. K.lığı), 13- Şali Çağlar (Prof. Hacettepe Ünv.), 14- Mehmet Kekeli (J.Albay), 15- Dr. Ali Sümer (İnegöl Hast. Baş. Tbb), Kadir Akın (Bakırköy Kaymakamı), 16- Kadir Uysal (Aydın Valisi), 17- Ömer Selimoğlu (Banka Müdürü), 18- Hulusi Selimoğlu (DYP Karamanlı ilçe Bşk).
BEN BUYUM (Mitat Erden)
Ben bir Türk’üm, ben bir Kürd’üm, ben Çerkez’im, ben Laz’ım
On beş dilden çalar, söyler ince telli bir sazım,
**
Köroğluyum, Rüstemi Zal, Dedekorkut, Kava’yım,
Ben dünyaya ışık saçan güneş, yıldız ve ayım.
**
Ben onurum, ben şefkatım, ben sevgiyim ben insan,
Ben yüzyıllar ötesinden gelip tarihler yazan.
**
Türkiye’yim, uygarlığın temellini atanım,
İnsanlığa özgürlüğü, kardeşliği katanım.
**
İster “he” de, ister “yok” de, ne dersen de ben buyum,
Ha Kabil’den, ha Habil’den gelmiş olsa da soyum.
**
Bildiğim şey, vurulmuşum tatlı şeker diline,
Zeybeğine, Lorkesine, kınalı ellerine.
***
Bildiğim şey sevdalıyım, toprağına, taşına,
Bildiğim şey adamışım canımı bu vatana.
**
Türkiyem bu anam, bacım, ilk göz ağrım kardeşim,
Türkiyem bu, has yavuklum, ışıl ışıl güneşim.
**
Kibele’yim, Afrodit’im, Ayzıt’ım ben, Gök Tanrım,
Onun için yaşıyorum, onun için bu dünyada ben varım.
**
Ben Ahmedi Yesevi’yim, Mevlana’yım, Pir Sultan’ım,
Her zerresi şefkat ile sevgi ile dolu kanım.
**
Dolamışım kollarımı güzel ince beline,
Anadolum, kurban olam yediveren gülüne.
**
İster “he” de ister “yok” de, ne dersen de, ben buyum,
Ha Kabil’den, ha Habil’den gelmiş olsa da soyum.
Mithat ERDEN (2003)