15 Temmuz 2010 Perşembe

2005 yılında kaybettiğimiz
Ahmet Tufan Şentürk’ün
son günleri (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin vefatından önceki günlere ait, yeğeni Mustafa Şengül tarafından notların tutulduğu ince uzun bir masa takvimi var elimde. Bu takvimin bana verilişi, benim daha iyi muhafaza edip, değerlendirebileceğimin düşünülmesi, benim için ayrı bir sorumluluk ifade ediyordu.
Bu takvimin, ön ve arka sayfalarında, Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin el yazısıyla yazılmış, değişik isimlere ait telefon numaraları ve farklı amaçlarla tutulmuş “notlar” yer alıyor. Birde “Sarıveliler İlçesi Belediyesi Ahmet Tufan Şentürk Halk Kütüphanesi” kaşesinin iki ayrı yere basılmış görüntüsü… Notlardan ve kırmızı kalemle başlık konularak yazılmışlardan birinde, “Masa üstü kitaplar” başlığı altındaki sıralamaların şöyle olduğu görülüyor:
1-Yunus Emre Hz. Hayatı- Divan, 2-Yunus Emre’ye şiirler, 3-Yunus Emre Divanı, 4-Yunus Emre Divanı (renkli), 5-Yunus Emre Sevgi Yılı (1991) b-Karaman ili dergi.
Yine elimizdeki masa takviminin ön sayfalarında, bazı isimler ve telefon numaraları, değişik notlar bulunuyor. Bu isimlerden bazıları: Abdülkadir Güler, Mustafa Ceylan, Abdullah Satoğlu, İsa Kayacan, Baki Akyol, Feraye Çolak, Arap Yıldırım, Feyzi Halıcı, Semiha Yavuzer, Saim Sezen..
GÜNLÜKLER
Ahmet Tufan Şentürk’ün yeğeni Mustafa Şengül’ün (Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili) tuttuğu günlükler:
22 Nisan 2005 Cuma: Hafıza kaybı başladı. Saat 01.00’de kitap dağıtım listesi hazırlattı. (Kitap, İsa Kayacan’ın hazırladığı Armağan-4). İlaç istedi, ilaçlarını özenle yandaki yatağın üstüne koydurdu. Saat 03.00’de yoğurt istedi. Üç tatlı kaşığı yoğurt yedi. Saat 06.00’da tekrar çağırdı, su istedi. Saat 07.00’de tuvalete gitmek istedi. Rahatsızlığımı beyan edince, Yücel’i çağır dedi. Kahvaltı hazırladım, yemedi.09.00’dan sonra Halisülasyon görmeye başladı. Avize düşecek-sıralı dört bardak düşüp kırılacak. Asılı çarşafın üzerinde karıncalar, çamaşırların üzerinde karıncalar. Bizi buraya kim getirdi. Hastaneye hangi kapıdan gireceğiz. Ambulans geldi mi? Araba ne zaman gelecek?.Haydi gidelim. Ben burada sıkıldım. Evimize gidelim. Bu evde kimse yok mu?. Bu evin sahibi nerede?, Ne gelen var, ne giden. Gidelim artık. Yücel 12.00’den önce gelmez gidelim artık. Benim canım sıkıldı, kalk gidelim. Alparslan, Aydan, Ayten neredeler şimdi?.
Taner diye birisi olacaktı, nerede, ne yapıyor?. Burası Kerbelâ gibi yer, hadi gidelim buradan. Yemekte, Hacıbaba nerede, o gelmiyor mu?. Sonra farkına varıp “hafıza kaybı başladı” diyor.
O güzel gözlerin,
Bukle bukle saçların,
Hepsi sensin sen.
Dağdan dağa, taştan taşa dolaştırdılar. Bir insan evladı yok mu buralarda?.
Süleyman Tufanla görüşüldü. Arap Yıldırım geldi. Dr. İsa Kayacan geldi. (Kebap 9’dan yolluk, Dere Pastanesinden 10 bin liralık çukulata ısmarla. Biletler Taşkent’e kadar direkt alınsın, diyerek, İsa Kayacan’ın gelişini, Toroslara yolculuk olarak algıladı. İsa beyin ailevi problemlerini halletmek üzere yolculuk tehir edildi.
Bayram, Yurdanur, Ayla ve Hilmi bey geldiler. ***
2005 yılında kaybettiğimiz
Ahmet Tufan Şentürk’ün

son günleri (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
23 Nisan 2005: Dr. İsa Kayacan, Basın ilandan Ali Topçu ile Ali beye gidilecek.
24 Nisan 2005 Pazar: Gece normal geçti. Saat 09.00 gibi çağırdı. Şuuru açıktı. Sancıları çıktığını, kalçadaki yaraların ağrıdığını söyledi.Temizlik yapıp ilaçladım. Bir bardak ballı süt içirdim, ilacını verdim. Saat 12.00’den sonra yarım patates (zeytin yağlı) biraz peynir ve kafi miktarda yoğurt yedirdim. Kalp tansiyon ilaçlarını verdim.
Ali Naili Erdem geldi, 00.10’a kadar konuştular. Isparta’dan Yılmaz Bütün aradı. Alparslan geldi. 13.30’da Feyzi Halıcı aradı. Antalya’dan Mustafa Ceylan aradı. Dr. İsa Kayacan aradı. (İsa Kayacan’ın hazırladığı Armağan–4) matbaaya verilmiş. Gültekin Güngör, ziyaret maksadıyla aradı.
25 Nisan 2005 Pazartesi: Saat 06.30’da çağırdı, su istedi şuuru açıktı, yoğurt istedi. Yeterli miktarda yedi. Saat 10.30’da ballı süt ile ilaçları verildi. 12.00’de Nurettin Özdemir aradı. Saat 13.00’de Gültekin Güngör aradı. 14.45 İsa Kayacan aradı. Kitabın basımı için matbaa işi halledilmiş. (500 bin Tl). 19.15’de, Hüseyin Yurdabak, Abdullah Satoğlu, Murat Duman geldiler.
26 Nisan 2005 Salı: 04.15’de bal, peynir,patates yedi. İsa Kayacan aradı, kitap (Armağan-4) matbaaya verilmiş. Öğleden sonra Gülsüm Koçak geldi. Bir kase çorba içti, ilaçlarını verdim. Akşamüzeri Mustafa Ertaş geldi. Bugün tahliye yaptı. Saat 22.00’de yayıncı Abdullah Gün geldi. Eskişehir’den Mehmet Ali Kalkan aradı.
27 Nisan 2005: Gece sıkıntılı geçti. Sabah 05.00’te çağırdı. Saat 09.00’da mide ilaçları ile bir çay bardağı ballı süt verdim. Şuuru açık. 11.00’de İstanbul’dan Kâmil Uğurlu aradı.
28 Nisan 2005: Emine Sönmez aradı. Nuran abla geldi. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu geldi. M. Ali Kalkan aradı.
29 Nisan 2005 Cuma: Sabah 05.00’te uyandırdı. Şikayetleri vardı. Vücudunu sabunla silip duruladım. Yarasını pansuman ettim. Saat 09.00 gibi havuç suyu verdim. Nuran abla aradı. Saat 12.45’te Rıdvan Çongur geldi. Kahramanmaraş’tan Dilek aradı. (yeğeni M. Şengül’ün kızı) Eskişehir’den M. Ali Kalkan aradı. İsa Kayacan aradı. Saat 14.00 gibi yemek yedi. (Çorba 1 kase mantı, 3 kaşık ilaçları verildi. Akşam üzeri hava yağışlı idi. S.Y.)Gece sakin geçti sayılır.
30 Nisan 2005 Cumartesi: Sabah 06.00’da uyandırdı. Güneş ışığından rahatsız oluyor. Pencereleri kapattırdı. 08.00 gibi, bir çay bardağı havuç-elma suyu içti. 11.45’te ‘içim kıyıldı’ dedi. Bir porsiyon çorba içirdim. 13.00’te ilaçlarını içirdim. İsa Kayacan aradı. Yarasını pansuman yaptım. Kahramanmaraş’tan Öznur’la Murat aradı. “Senin vefa duyguna teşekkür ederim” dedim. Öğretmen Tülay Ayaz aradı. Saat 16.30’da Nuran abla ve Hande geldiler. Tansiyon ölçüldü (100-60). Abdullah Satoğlu telefonla aradı. İsa Kayacan geldi. Konuştular, konuştuk.
01 Mayıs 2005 Pazar: 06.30’da çağırdı. Hafıza kaybı belirtisi vardı. “Ben neredeyim?. Burası neresi?” gibi sorular sordu. Kalçadaki yaradan şikayetçiydi. Pansuman yaptım.07.00 civarında 1 adet armut ve havuç suyu içirdim. 09.00’da 1 bardak ballı süt içirip ilaçlarını verdim. İsa Kayacan aradı. Öğleden sonra Dr. Tayyar geldi. Muayene yaptı. Gaz giderici ilaç ve yarayı çabuk iyileştirecek merhem yazdı. Onunla beraber 1 bardak portakal suyu içirdim. Saat 15.00’te Tülay Ayaz geldi. Tez dosyasını aldı. 15.40’da bir kase çorba içirdim. Güngör Özmen aradı. Hastane hazırlığı için Nuran abla aradı. Akşam 21.00 gibi Dilek’le, Ahmet geldiler. Hafif hafıza kaybı başladı. ***
2005 yılında kaybettiğimiz
Ahmet Tufan Şentürk’ün
son günleri (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
02 Mayıs 2005 Pazartesi: Gece 03.00 gibi çağırdı, su istedi. Yarım bardak kefir içirdim. Sayıklamalar, konuşmalar vardı. 06.30 da 1 bardak ballı süt ve 3 adet bisküvi yedirdim. (devam): Sabah 06.00’da kaldırdı. Su istedi. Armut, havuç suyu içirdim. Ballı süt, ilaçlar, 3 defa arka arkaya tahliye yaptı. Hazırlıkları tamamladıktan sonra ambulans çağırıp hastaneye gittik. Başkent hastanesinden, Gazi hastanesine gidildi. Tetkik ve tahliller yapıldı. Bir gece acil serviste kaldı. İlaç dahil hiçbir şey yemedi. Serum takıldı. Yücel ağabey gece yanında kaldı.
03 Mayıs 2005 Salı: Tetkik ve tahlillere devam edildi. Öğleden sonra ambulansla eve getirildi. Son derece bitkindi. Hiçbir şey yiyip içmedi. Gece sakin geçti.
04 Mayıs 2005 Çarşamba: Saat 07.00 gibi kaldırdı. Maden suyu istedi. Çok az içti. Elma suyu içirdim. Bir saat sonra üç adet bebe bisküvisi ile ballı süt içirdim. Güngör Özmen, Rıdvan Çongur ve Emine Sönmez aradılar. M. Ali Kalkan Eskişehir’den, Nuray Yılmaz aradı. Gültekin Güngör aradı. İzmit’teymiş. Gelişmeler hakkında bilgilendirildi. Nursel Gündüz aradı. Akşam 19.00’da 1 kase tavuklu şehriye çorbası içti.
05 Mayıs 2005 Perşembe : Gece sakin geçti. Sabah 06.30 gibi çağırdı. Su verdim, aç karnına ilacını verdim. 07.00 de 1 tatlı kaşığı bal yedi. Başka bir şey kabul etmedi. Kükürt sarısı tahliye yaptı. Temizlik yaptım. “2 gündür uyumuyorum, yatır beni” dedi. TÖMER, Ayşın Alptekinoğlu, Yahya Akengin, Arap Yıldırım aradılar. Saat 14.00 de Arap geldi. Onu evde bırakıp 2 saatliğine dışarıya çıktım. Geldiğimde şuuru bulanıktı. 17.30’da Prof. Dr. Saim Sakaoğlu geldi. Onunla hiç konuşmadı. Gözleri ve elleriyle mukabelede bulundu. Bu görüşme kameraya alındı. Dr. İsa Kayacan geldi, (Armağan-4) kitaplarını getirdi. (Murat Duman ile beraber). Kitabı eline aldı, ön ve arka yüzünü çevirdi, kitabın kapağını öptü, başına koydu. İsa Kayacan’ı kolları arasına aldı, sevincini belirtti. Mutlu olmuştu. Yahya Akengin ve oğlu Abdullah Satoğlu geldiler. İlgisi oldukça azdı. Hiç konuşmadı.
06 Mayıs 2005 Cuma: Saat 03.30 da kalktı. Su verildi, içti. 2 kere tuvalete çıktı.06.30 da tekrar kalktı. “Karnım açıktı” dedi. Bisküvi istedi. Bisküvinin boğazına durduğunu söyledi. Sütle karıştırıp, yedirmeye çalıştım, yemedi. Çok az süt içti.09.00’da yoğurt yedi, uyudu. İsa Kayacan aradı. Nuray hanım aradı, ziyarete gelmek istiyor. Mehmet Ali Kalkan Eskişehir’den aradı. Selamı var. Halil Soyuer’in kızı Nursel Gündüz aradı. Kazancı’lı Nursel aradı. Nuray Yılmaz geldi. Cevat Uygur geldi. Bugün Rıdvan hoca gelmedi.
07 Mayıs 2005 Cumartesi: 06.00’da çağırdı, çok az su içti. Tahliye için klozete oturdu. Önemli bir tahliye yapamadı. 07.30’da yemeği reddetti. Saat 10.00’da Dr. İsa Kayacan aradı. Öğleden sonra geleceğini bildirdi. Sabaha karşı damadımız Ahmet Bülbül geldi (K.Maraş). Akşam 21.00’de Konya’ya gittiler. Bugün, Cevat bey havalı yatak getirdi. Yatağı yerleştirip çalıştırdım. Bugün yemek yemedi. Çok az yoğurt ve 3 kaşık sütlü çorba yedirdim. Bugün tahliye yaptı.
08 Mayıs 2005 Pazar: Sabah 04.00 gibi çağırdı, su istedi. Tahliye yapacağını söyledi, ancak yapmadı. Apışarası ve hayalarında pişikler mevcut, canı yanıyor. Sondayı da çıkarttırdı. Saat 11.00 gibi iki çay bardağı çorba içti, ilaçlarını verdim. Günboyu bir şey yemedi. Akşam 21.00 sularında yattım. Yücel ağabey gelip gitmiş. Saat 24.00 gibi çağırdı. Tahliye yapmış, temizledim. Saat 02.00 gibi bir daha, tamamen sıvı, ishal gibi. Bir adet elma bir adet havuç suyu içirdim. (İshale iyi gelir diye). Şu an saat 02.30, yatacağım. ***
2005 yılında kaybettiğimiz
Ahmet Tufan Şentürk’ün

son günleri (4)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
09 Mayıs 2005 Pazartesi: İshal durumu devam ediyor. Sabah 07.00’den itibaren 2 defa temizlik ve tedavi yaptım. Pişikler hat safhada. 1 adet elma ve havuç suyu içirdim. Saat 11.30’da Güngör Özmen aradı. 4-5 defa temizlik yapıldı. “Yanımda bulun, ayrılma, oku” dedi. Sesi çıkmıyordu. 3 İhlas Fatiha istedi. Yasin okurken “Sadakallahül azim” dedi. Yücel’i Nuran’ı, İsa Kayacan’ı çağır dedi. İsa Kayacan acilen geldi. El ve göz işaretleriyle helalleştiler. İsa Kayacan gitti. Sabah meyve suyu içirmiştim, istifra ettikten sonra Yacel’in kolunda vefat etti. Saat 14.30 “sen gittikten 10 dakika sonra vefat etti” diyerek üzüntü içerisinde İsa Kayacan’a haber verdim.
Sadık Tural aradı. Dostları aranacak, haber verildi. Büyükşehir’den cenaze aracı istenerek, Karşıyaka Mezarlık Morguna götürüldü. Akşam Eskişehir’den Mehmet Ali Kalkan ve arkadaşları geldiler. İsa Kayacan, Ulviye Savtur, Aysel Al, İsmail Kara, Emine Sönmez evdeydiler, telefonla dostlarına haber verildi.
10 Mayıs 2005 Salı: Sabah gerekli hazırlıklardan sonra, saat 10.00’da Nuran ablayla beraber Karşıyaka Mezarlığı morguna gittik. Cenaze yıkama işleminden sonra, Hacı Bayram camiine getirdik. Öğle namazını müteakip cenaze namazı kılındı (vasiyetine uygun). Namazdan sonra çok sevdiği Toroslara doğru, doğum yeri Lamos (Esentepe)a doğru hareket ettik. Akşam namazını müteakip cenaze namazından sonra, Aşağı Pınar’ın üstünde güzel bir yere defnettik. (Dr. İsa Kayacan, Y. Mak.Müh. Cevat Uygur, Mustafa Ceylan, yeğenleri Yücel Şentürk ve Mustafa Şengül). Konya’dan Sevgi Şengül, Mustafa Ertaş, M. Zeki Akdağ, Saim Sezen, Yaşar Ermiş şefaat ettiler. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Konya’dan uğurladı. Hacıbayram camiine, Yekta Güngör Özden çelenk gönderdi. Önceden telefonla mazeretini bildirdi. Feyzi Halıcı yerine damadı geldi. Prof. İsmail Parlatır, Naci Alan, Kutlay Pınar, Rıdvan Çongur, Özkan Gönlüm, Hüseyin Balım, Murat Duman, Avukat Ömer Erdoğan, Ahmet Canbaba, Hacıbayram camiindeydiler.
11 Mayıs 2005 Çarşamba: Sabah Erken’den kabristana gittim. Bayram ve Ümit’le taşını toprağını düzelttim. Yasin okudum, resim çektim. Kahvaltıdan sonra Yücel ağabeyle beraber, annemi, babamı, dedemi, anneannemi, teyzemi, ablamın, eniştemin mezarlarını ziyaret ettik. Öğleden sonra hareketle Konya’ya geldik. Eve uğrayıp, yemek ve çaydan sonra 20.00’de Ankara’ya hareketle 24.00’e yakın eve geldik. Bayram ve Yücel ağabey eve çıkmadılar. Saat 02.00’den sonra uyuyabildik.
12 Mayıs 2005 Perşembe: 07.00’de kalktık. Sağa-sola biraz çeki-düzenden sonra kahvaltı yaptık. İsa Kayacan’a gelişimizi haber verdik. Öğleden sonra İsa Beyle görüştük. Prof. İbrahim Ceylan ve Ali Naili Erdem aradı. Vali Rıza Akdemir’in eşi hastanedeymiş. Şifa diledik.
13 Mayıs 2005 Cuma: Sabah 09.00’da Rıdvan Çongur aradı. Cuma’dan sonra geleceğini söyledi, gelmedi. Abdullah Satoğlu, Hüseyin Yurdabak geldiler (17.00). Akşam 21.00’den sonra Konya’dan hanım ve kızım Nuray geldiler. Yücel ağabey geldi, konuştuk.
14 Mayıs 2005 Cumartesi: Yakup Alacan (Adana) İlkokul öğretmeni…..
Not: Şiirimizin beş yıldızlı çınarı, büyük usta Ahmet Tufan Şentürk’ün rahatsızlığı süresince, yeğenleri Mustafa Şengül, Yücel Şentürk ve Nuran Şentürk Karakılıç’ın gösterdikleri hassasiyet, her türlü takdirin üstündedir. Hele yeğen Mustafa Şengül’ün yukarıda kaydettiğimiz günlükleri, aksatmadan tutuşu ve bana intikal ettirişi karşısında anlam ifade edecek kelime ve cümle bulamadığımı kaydediyor, sadece kutlamakla yetiniyorum (İK) ***
Türk şiirinin beş yıldızlı çınarı
Ahmet Tufan Şentürk 2005 yılında

sonsuzluğa uğurlandı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
*O, şimdi doğum yeri Esentepe köyünde, hemşehrileriyle beraber.
Aramızdan ayrılan sevdiklerimizle, saydıklarımızla, gurur duyduklarımızla ilgili yazı yazmanın hep zorluğunu yaşamışımdır. Yaşıyorum.
Ahmet Tufan Şentürk, büyüğümüz, sanat ve edebiyat dünyamızın güneşi..
2004 yılının ikinci yarısından itibaren rahatsızlandı. Rahatsızlığı giderek arttı. Sevdikleriyle, dostlarıyla görüşünce moralinin düzeldiğini, sevindiğini gördük bu sürede.
Tarafımdan hazırlanan. Armağan–3 adlı kitaptan sonra, Armağan–4 adlı, Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili kitap çalışmamın istenilen sürede sonuçlanmaması, üzüntü kaynağımız oldu. Nihayet 05.05.2005 tarihinde Armağan–4 kitabının basılmış şekliyle tamamını eve götürdüğümde gözleri güldü. Yüzünde güller açtı, sevinebildiği kadar sevindiğini hissettik.
Sık sık ziyaret ediyordum. 07.05.2005 tarihinde Cumartesi günü yine görüştük. Salı günü sayın Yekta Güngör Özden’le ziyaret edecektik. 09.05.2005 Pazartesi günü saat 13.20 dolayında yeğeni, fedakâr insan Mustafa Şengül beni arıyarak: “İsa bey, dayım seni istiyor” dedi. “Salı günü, yani yarın geleceğiz, yarın gelsek olmaz mı?” diye sordum. “Gelebilirsen gel” cevabını alınca acilen gittim.
Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizle görüştüm. Bisküvi yiyordu. Ama halsizliği hissediliyordu. “Hakkını helâl et” dedi. Helâlaştık. Mustafa Şengül’le ikimize bazı kelimelerle sıraladığı birkaç cümle söyledi.
Yine fedakâr yeğenlerinden Yücel Şentürk geldi. Birkaç dakika sonra, saat 14.00’ü geçerken oradan ayrıldım. Çalışmakta olduğum kuruluşa döndüm. Mustafa Şengül aradı.. Üzgünlüğü, bitkinliği hemen anlaşılıyordu. “İsa bey, kaybettik” dedi.. İkimizde donup kalmıştık “Sen gittikten 10 dakika sonra” diye ilavede bulundu.
Sonra acı haber dostlarına sevenlerine ulaştırılmaya başlandı. Evden alıp, Karşıyaka mezarlığının morguna götürülmüştü. Evine gittim, dostlarına haber vermeye devam ettik.
Ertesi günü 10.05.2005 Salı günü, vasiyeti gereği Hacıbayram Camiinde kılınan öğle namazının ardından, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ambulansıyla yine vasiyeti gereği, doğum yeri, Karaman ili, Sarıveliler ilçesi eski adı Lamos, yeni adı Esentepe köyüne doğru saat 13.30’da yola çıkıldı. Dostlarının, sevenlerinin gözyaşları arasında Hacıbayram camiinden ayrılındı. Cenaze arabasında, manevi evlatlarının başında, ilk sırada yer alan kardeşim Mustafa Ceylan, ben Ahmet abimizin manevi evlatlarından ortak dostumuz Cevat Uygur olduğu halde yola çıktık. Ayrı bir münibüsde (akrabalarından birinin kullandığı) Mustafa Şengül ve Yücel Şentürk’le yola çıkıldı.
Konya’da, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu hoca, M. Zeki Akdağ, Mustafa Ertaş, Eski Vali Yardımcısı Saim bey bizleri karşıladılar. Saat 20.00 dolaylarında Esentepe köyüne varıldı. Ahmet Tufan Şentürk’ün akrabaları, köylüleri toplu olarak bekliyorlardı. Köy camiinde yeniden cenaze namazı kılındı. Akşam namazından ve cenaze namazından sonra, köy mezarlığının girişinde geniş bir alanı olan yerde, lüks lambası ve ışıldakların aydınlattığı bir ortamda, Türk şiirinin ustası, çınarı Ahmet Tufan Şentürk toprağa verildi. Orada, yöresel bir gelenek olduğu için, hocanın dua okumasından önce bir kişi konuşma yapıyormuş. O konuşma yapma şerefi bana verildi. Kısa ve özet olarak Ahmet Tufan Şentürk hakkında konuştum. Mustafa Ceylan’ın da birkaç cümle söylemesi talebimi ilettim. Sevgili Ceylan, babası hakkında kısa bir konuşma yaptı. Duaların okunuşundan sonra, toplu şekilde oradan ayrılındı. Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimiz orada kalmıştı. Ama bizimleydi, bizimle olmaya devam edecekti. Akrabalarının, köylülerinin misafirperverliklerinden sonra, Ahmet Tufan Şentürk’ün doğduğu eve gittik. Ev yenilenmişti, ama doğum yeri orasıydı Ahmet Tufan Şentürk’ün.
Köydeki, “Ahmet Tufan Şentürk Caddesi” tabelasının önünden geçtik.
Cenaze arabasıyla, ben, Mustafa Ceylan ve Cevat Uygur, Ankara’ya dönmek üzere Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizle, yakınlarıyla köylüleriyle vedalaştık.
11.05.2005 Çarşamba sabahı gün ışırken Ankara’daydık.. Ama, Ahmet Tufan Şentürk ağabey Ankara’da yoktu artık. Biz onsuzduk.. Bunun bir gerçek olduğunu düşünmeye, inanmaya başlamıştık, başlamıştık artık… ***
Mansur Ekmekçi’den: Güfte’den Beste’ye
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitap isimleri, gazete ve dergi isimleri, getirdikleri anlam bakımından, özellik bakımından önem taşırlar.
Mansur Ekmekçi, Adana ilimiz merkezinden seslenen, gönlü zengin,dünyası zengin, çevresiyle barışık, insanlara birşeyler verebilme gayreti içinde olan derviş edalı bir şair, yazar, araştırmacı. O’nunla merhabalaştığınız andan itibaren dostluğunuz başlar, aylarla, yıllarla artarak sürüp gider.. O’nu sevmemek mümkün değil, alkışlamamak mümkün değil.
124 başfalık “Güfte’den Beste’ye” adlı şiir kitabı var masamda. Güfteden sonra besteye gidiliyor,varılıyor,mola veriliyor demek istiyor anlayabildiğimiz kadarıyla. 27 Mart 2010 tarihinde imzaladığı, ”Güfte’den Besteye-Şarkı Sözleri” adlı kitabının ilk sayfasında; “Mansur Ekmekçi’den, saygıdeğer hocam, gönlümün sultanı, sanı İsa, sözü Kaya, özü can, canların canı Prof. Dr. İsa Kayacan, gönlünüzde yeşerttiğiniz sevgi filizleri, insanlık alemi için umut olması dileğiyle- Saygılarımla” yazdığını görüyor, teşekkürlerimi sunuyorum efendim.
Sunum, Mansur Ekmekçi’nin. Özgeçmiş, sonra şiirler. Şarkı sözü olarak takdim edilen şiirler. Sayfa 10’daki “Sana kurban olsun” adlı, başlıklı şiirinden:
-Kalbimin içinde yaşayan gensin,
Vücudumun şehri kurbanın olsun.
Her iki gözümün sahibi sensin,
Bir canım var,o da kurbanın olsun.
Mansur Ekmekçi’nin dünyaya,insanlara,olaylara bakışının temelinde iyi niyet var,samimi duygular var, içten gelen gerçekçi yaklaşımlar var. O’nun dünyası sevgiyle dolu, kin, nefret değil, sevgi, mutluluk duyguları hakim dünyasına. Şiirlerinin genel görünümü de bu güzel dünya tablosu üzerinde karşımıza çıkıyorlar, çıkarılıyorlar.
Hakkında yazılanlar 106 ncı sayfada başlıyor. Şiirler çoğunlukta, düz yazılar da var Mansur Ekmekçi’yle ilgili yazılmış. Bendenizin “Mansur Ekmekçi’nin yeni şiirleri”başlıklı yazımda 119 ncu sayfada yer alıyor. Sayfa 61 deki “Halime bak”dan bir dörtlük:
-Ne olur güzelim,şu halime bak,
Acılar içinde kıvranıyorum,
Karanlık dünyama ışığını yak,
Sancılar içinde kıvranıyorum.
Mansur Ekmekçi:01.03.1960 tarihinde Muş ilimizde doğdu. Lise tahsilini Adana’da tamamladı. Değişik ödüller aldı, şiirleri değişik dergi ve gazetelerde yayınlandı. Üç dil bilen Mansur Ekmekçi’nin yayınlanmış kitap ve Antolojileri bulunuyor.
BURDUR’DAN GÜNÜN HABERİ:
Elektrik kesintisi, elektrik faturası ödeme gibi dertleri olmayan ‘yenilenebilir enerji’de denilen, güneş enerjisi ile elektrik üretimi, Kayacan Elektronik İşletmecisi Hüseyin Kayacan’ın yurt dışından malzemelerini getirtip kendisinin monte ettiği cihaz sayesinde Burdur’da ilk kez kullanılmaya başlandı. ***
Vadiden esintiler şiir antolojisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu’ndan, Ali Rıza Atasoy, Sercan Taş’ın (ortak imzayla) hazırladıkları şiir antolojisi. Hayrettin İvgin ve Erhan İvgin yönetiminde, Ankara’da faaliyet gösteren Kültür Ajans Yayınları arasında günyüzü gören ve sayın Hayrettin İvgin tarfından bana ulaştırılan “Vadiden Esintiler-III”için;
-“Yayın öncesi katılımcılardan ücret alınmışsa, ismi Ortak Kitap’tır. Ücret alınmamışsa, Antolojidir.” hatırlatmasından sonra 240 sayfalık Antolojinin sayfalarına dönelim buyrun:
Yayına hazırlayanlar, yayın kurulu: Ali Rıza Atasoy, Sercan Taş, imzalarından oluşmuş, oluşturulmuş.
Önsöz, Taşova İlçe Milli Eğitim Müdürü, Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu Kurucu Başkanı Ali Rıza Atasoy’a ait. Sayfalarda, biyografi, fotoğraf ve şiirleri bulunanlardan bazılarının sıralanışı:
-Ali Rıza Atasoy, Ali Baş, Bayram Yelen, Dursun Elmas, Fesih Aktaş, Hünkâr Dağlı, İbrahim İmer, Mehmet Nuri Parmaksız, Muharrem Elmacı, Necati Tarak, Orhan Bol, Sercan Taş, Şükran Günay, Ünal Kar, Zübeyde Gökbulut vd.
Sayfa 11’deki Ali Rıza Atasoy’un “Cemre”isimli şiirinden
-Bir sabah sessizce kaçtım şehirden,
Kırlarda baharın izini gördüm,
İçimde ırmaklar, coştu şiirden,
Cemre’nin havada yüzünü gördüm.
Mehmet Nuri Parmaksız’ın 122 nci sayfada yer alan “Ankara” başlıklı, adlı şiirini de nakledelim aşağıya:
-Geçmişi unutmak zor, çare yok mu Ankara?
Hatıra denizinde neden görünmez kara?
Her akşamında kasvet yokluğuna çoğalır,
Beni Mogan Gölünde, yakamozlarda ara!...
İmza sahipleriyle, şiirlerin “seçme”lerden oluştuğu ,oluşturulduğu görülen “Vadiden Esintiler-III”ün 185 nci sayfasında Zonguldak’tan katılan, seslenen Sercan Taş’ın, biyografisi ve fotoğrafı yeralıyor. Arka sayfalardan birinde (186) yeralan “Evlat” adlı, başlıklı, Sercan Taş imzalı şiirden:
-Günü kurtarmaksa eğer hayat;
Kuş tüyü yataklarda yat!
Ama unutmaki evlat:
Hayat bazen tatlı, bazen bayat... ***
Ergün Veren’den: Yazılı kaynaklarda,
Anadolu’da halk takvimi ve halk meteorolojisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Ankara’dan seslenen bir araştırmacı-yazar, şair Ergün Veren. Masamda bir kitabı var. Adı: Yazılı Kaynaklarda Anadolu’da Halk Takvimi ve Halk Meteorolojisi.
2009 yılının ortalarında basılmış. 304 sayfalık kitabın, Kayseri-Develi-Şıhlı kasabası halkından Hayta Deniz’in manisi ile başlıyor. Hava durumuyla, meteoroloji ile ilgili bir anlatım var burada. Bu maninin ikinci bölümü:
-Komşular bekleyin Albır beşini,
Gösterecek şiddetini kışını,
İnek kaybeder baba eşini,
Sabır eyleyin komşular, bugün de geçer...
İçindekiler sayfalarına bakıyoruz. Gördüklerimizden: Takvim, zamanın ölçülmesi, Takvim sistemleri, halk takvimi, saat, gün, hafta, ay, çeşitli faktörlerin halk takvimine yansımaları, Halk meteoroloji, vd.
Ergün Veren, önsözün üstünde, ”Merak ettim, araştırdım, öğrendim, paylaşıyorum” diyor. Önsözünün bir yerinde Ergün Veren;
-“Meteoroloji takvimi bilimine alternatif oluşturmak, hatta daha ileri giderek, bunları yok sayıp, folklorik öğeleri asıllarının yerine koyarak uygulama yapmanın gaflet olduğu bilinciyle, folklorik ögelerin, uygulama ve inanmaların pozitif bilimin doğması ve kurumsallaşmasında temel oluşturduğuna inanmaktayım”diyor.
Kitabın içinde, bahar bayramlarından, mevsimlik bahar bayramlarından, Hıdırellez bayramından, Nevruz bayramından, Hayvancılık ve çoban bayramlarından, koç katımı törenlerinden, saya bayramından, döl töreninden, milli bayramlardan söz ediliyor.
Ergün Veren, halk meteorolojisinden sözederken, şekil olarak verirken iki bölümle okurlarının karşısına çıkıyor. Halk meteorolojisinin birinci ayağında; Güneş, ay, rüzgâr ve bulutlara dayalı hava tahmini ve inanmalardan sözediyor. İkinci ayağında ise; insan, hayvan ve bitkiye dayalı hava tahmini ve inanmalar karşımıza çıkıyor, karşımıza çıkarılıyor.
Sayfa 272’nin ortasından: Yunan didaktik şiirin ünlü ozanı Hesiodos’un “İşler ve günler” adlı eserinin 618-694 ncü dizeleri arasındaki ”Denizcilik” isimli bölümden:
-Tehlikeli deniz yolculukları mı çekiyor seni?
O zaman unutma ki, Ülker burcu,
Orion’dan kaçıp sisli denize gömülünce,
Bütün rüzgârların coşacağı zamandır. ***
Mehmet Nacar’dan: Neredesin Sen?..
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla, yayınlanan dergilerdeki katkı birinciliği, lokomatifleriyle, dost ve arkadaş canlılığıyla takdir toplayan, ilk sayısı yayınlanan “Kumru” dergisinin (Gaziantep’te) yazı işleri müdürü Mehmet Nacar’ın yeni şiir kitabının adı: Neredesin Sen..
Mehmet Nacar dostumuz, Kumru Dergisi ve şiir kitabıyla birlikte, ”Gaziantep 27” Gazetesinin 4635 nci sayısını da göndermiş. Bu sayıda bendenizle ilgili yazdığı bir yazı da var. Teşekkürlerimi sunuyorum.
Nerdesin Sen’in sunuşu Mehmet Nacar’ın.”Bu kitabı sana yazdım” diyor Mehmet Nacar. Uzunca bir sesleniş, duygu bütünlüğü,uzun solukla satırların oluşturuluşu. Mehmet Nacar’ın ustalığı, anlatım zenginliği, satırların veriliş bütünlüğü gibi özellikleriyle zirveye çıkıp oturan bir kalem erbabı oluşuyla şekillenip,bize ulaşan netliklerle içiçe bir görüntü sergiliyor.İlk öykünün girişinden:
-“Bu kitabı sana yazdım,sevda çiçeğim. Senden çok uzaklarda,seni daha derin sevgilerle anarak,kaybolup gittiğin yerlerde,beni düşündüğünü sanarak. Seni eskisinden daha çok severek, daha çok kıskanarak”
Mehmet Nacar duygularında, anlatımlarında mutlaka şiirsel görüntü vardır. Öykülerindeki cümlelerde de bu gerçek hissediliyor, görülüyor. Öykü başlıklarına bakalım: Güllere sordum seni, Adını dağlara yazdım, Mehtaplı gecelerde, Saçların, Kuzeyi özledim, Sevgi sahili vd.
Sayfa 34’deki Sevgi Sahili’nden:”Seni her gün gelirdik bu sahile/Çamların altında oturur,kıyıyı okşayan dalgaların ritmik türkülerini dinlerdik/Bazen ben senin,bazen de sen benim dizime başını koyarak yatardık”..
Anlatımlar devam ediyor. Zemge Yayınları öykü kitapları dizinin 4 ncüsü olan
“Neredesin Sen”le,yayın dünyamızdaki yerinden bizimle selamlaşan Mehmet Nacar dostumuzu kutluyorum efendim.
Mehmet Nacar:1946 yılında Kilis’in Yavuz’lu beldesinde doğdu. Anadolu Üniv. AÖF. Eğitim ön lisans mezunu olan Nacar,değişik illerde öğretmenlik yaptı. Halen gazetecilik yapıyor. Sekiz ayrı kitabı yayınlandı.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Şair-Yazar İsa Kayacan’a yazılan şiirler
Nail TAN

“Edebiyatımızda önemli kişilere şiir yazma geleneği ne zaman başladı?” sorusuna cevap vermek kolay değilse de zor da görünmüyor…
Arap ve Farsların geliştirdikleri; Selçuklu, Osmanlı ve Asya Türk devletlerinin de benimsedikleri Divan Edebiyatında bu geleneğin temeli atılmıştır denilebilir. Divan şiirinde her şairin başta gelen görevi; yüce Allah’ın birliğini dile getirme, övme, yakarma (Tevhid, Münacaat,/Münacât) ile Peygamber Efendimizi övme (Nât / Naat) şiirleri yazmaktı. Divanlar, bu şiirlerle başladı. Baş görevini yerine getirip şairliği kabul gören divan şairleri padişah, sadrazam, vezir, şeyhülislam ve büyük bilginleri öven “Mehdiye” adı verilen şiirler yazarlardı. Padişahların hayatını, seferlerini anlatan “Şahname” adlı uzun manzum eserler ortaya konulmuştu. Hakkında şiir yazılan kişi, gelirine göre altın dolu keselerle şairi ödüllendirirdi. Divan şairlerinin en önemli geçim kaynakları bu bahşişlerdi. Divan şairlerinin, 4 Halife’yi, din ve tarikat ulularını öven medhiyeler de yazmalarının yanı sıra zaman zaman ayıp sayılmasına rağmen kendilerini övdükleri, “Fahriye” denilen şiirler yazdıkları da görülürdü. Divan şiirimizde baştan sona bir şairin medhedildiği bir şiir yoktur, diyebilirim. Çünkü, din uluları ve devlet görevlileri dışındaki kişileri övme ayıp sayılırdı. Divan şairleri, halk şairlerini sevmezlerdi. Halk şairleri de birbirleriyle ilgili övgü şiirleri söylememişlerdi. Sadece, “Şairname” denilen destanlarda beğendikleri, saygı duydukları şairlerle ilgili çok kısa takdir duygularını belirtmişlerdir. Oysa anonim destan şiirinde destan kahramanlarını övme, soylama eski bir gelenektir.
Divan şiirimizde şairlerin birbirlerine değer vermeleri, bir çeşit övmeleri nazîre (benzek), tanzîr, tahmis, tesdis, taştîr ve tazmîn yazmak şeklinde kendisini gösterirdi. Şair, beğendiği meslektaşının şiirlerine aynı ölçü, kafiye veya redifi kullanarak nazîre yazardı. Divan şairleriyle ilgili birçok “nazîre mecmuası” bulunmaktadır. Tanzîr (bir şiirin anlam ve şekil bakımından benzerini yazma), tahmis (beğenilen beyitin üzerine aynı ölçü ve kafiyeyle üç mısra ekleme, muhammes / beşleme şiir yazma), tesdis (beğenilen beyitin üzerine aynı ölçü ve kafiyeyle dört mısra daha ekleyip müseddes / altılama şiir yazma), taştîr (ekleme mısraları beyitin üstüne değil mısra arasına yerleştirme yoluyla şiir yazma) ve tazmîn (başka şaire ait bir mısra ve beyti tamamlama), diğer takdir yollarıydı. Şiirlerine nazîre yazılmayan, beyitleri tahmis, tesdis, taştîr ve tazmîn edilmeyen divan şairlerinin sanat yönünden zayıf oldukları görüşü yaygındı.
Cumhuriyet dönemi öncesi âşık ve tekke edebiyatımızda, bir şairin baştan sona övüldüğü bir şiire rastlamadım diyebilirim. Alevî-Bektaşî halk şiirinde ehl-i beyt, Hz. Ali, 12 İmam ve Hacı Bektaş Velî birçok şiirde övülmüştür.
Ülkemizde yaygın biçimde kişilere şiir yazma geleneği, “Batı Edebiyatı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı” döneminde ortaya çıkmıştır denilebilir. Batı edebiyatında, şahıslara şiir yazılması veya saygı duyulan kişilere şiir ithaf edilmesi geleneği vardı. Cumhuriyet döneminde demokrasinin ve laikliğin benimsenmesi sonucu, sultan, önemli devlet adamları ve din büyüklerinin övülme tekeli şairlere, yazarlara hatta sıradan devlet görevlilerine kadar indi. Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan yüce milletimizin şairleri, şehit ve gazilerini, kahramanlarını öven yüzlerce şiir yazdılar. Devletimizin kurucusu büyük Atatürk, hakkında en çok şiir yazılan Türk oldu. Millî Edebiyat akımına mensup şairler; tarihî şahsiyetlerimize, eski şair ve bilginlerimize dair şiirler kaleme aldılar. “Türk Yenilik Şiiri” şairleri artık birbirini takdir eden şiirler de yazmaya başladılar. Cumhuriyet dönemi Türk şiirimizde Atatürk, Hz. Ali, Hacı Bektaş Velî, Mevlânâ, Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Mimar Sinan, Hatayî, Pir Sultan Abdal ve Âşık Veysel, hakkında en çok şiir yazılan kişilerdir denilebilir.
Cumhuriyet dönemi halk şairlerimiz, başta yüce Atatürk olmak üzere devlet büyükleri, şair ve yazarlar, bilginler hakkında bol bol övgü şiirleri söylemişlerdir. Halk kültürümüzdeki “okşama” (çocuk okşama, gelin-damat okşama / övme), güzelleme geleneği âşık edebiyatına da yansımıştır. Azerbaycan’da gelin ve damat okşamasına “tarifname” deniyor.
Şairin parası-pulu, varsıllığı-yoksulluğu, övgüsü-yergisi kısacası her şeyi şiirdir. Sevdiği, saygı duyduğu bir şahsa verebileceği yegâne hediye, bir şiirdir. Bu yüzden gerek “Türk Yenilik Şiiri” gerekse “Halk Şiiri” şairleri, bol bol şahısları öven, bazen de yeren şiirler yazmışlardır. Ülkemizin sevilen, sayılan gazeteci ve yazarlarından, şair İsa Kayacan, kendisine duyulan sevgi saygının karşılığının bir bölümünü elbette şiir olarak alacaktı. Şair dostları, başka türlü nasıl ifade edebileceklerdi duygularını, düşüncelerini?
Kayacan’ın 128. kitabı Bana Yazılan Şiirler (Ankara 2010, 288 s.)’de 130 şair / halk ozanına ait 242 şiir bulunuyor. Rekor sayılabilecek bir birikim. Kültür ve Turizm Bakanlığındaki halk kültürüyle ilgili başkanlık, genel müdürlük görevim sırasında pek çok halk şairi hakkımda bir şiir yazıp getirmişti. Ancak, bunların sayısı hiçbir zaman elliyi geçmedi. Görevimden dolayı yazıldığını bildiğimden bir dosyada bile toplamayı gereksiz görüp attım. Nitekim, emekli olduktan sonra hiçbir halk şairi bana övgü şiiri yazmadı. Yanılmamıştım. Kayacan’ın şairlerle böyle bir ilişkisi olmadığı için, hakkında yazılanlar samimi, içten gelen sevgi ifadeleridir.
Kayacan hakkında şiir yazan, şiir ithaf eden şairler içinde, şairliği edebiyat çevrelerince onaylanmış ünlü şairler çoğunlukta. Bir bölümünün adlarını sayalım:
a. Türk Yenilik Şiiri Şairleri: Sabahattin Çankaya, İ. Agâh Çubukçu, H. Rıdvan Çongur, Feyzi Halıcı, Ahmet Tufan Şentürk, Abdullah Satoğlu, Hüseyin Yurdabak, Hayati Vasfi Taşyürek, Enver Tuncalp, Ünal Şöhret Dirlik, Osman Baş, Gardaş Alişoğlu, T. Turan Atasever, Mustafa Ceylan, Abdülkadir Güler, Kemal Petricli, Vedat Fidanboy, İsmail Kara, Tayyar Tahiroğlu, Mansur Ekmekçi, Musa Elitaş, Şakir Susuz, Sevgi Balın, Nazile Demir, Rabia Gölbaşı.
b. Halk Şairleri: Ali Çatak, Kemalî Bülbül, Mustafa Bilir, Mahmut Akay, Zeki Erdali, Şemsettin Kubat, Durşen Mert, Alaaddin Oben, Ali Anbarcı, Türkmen Ozanı.
Kayacan, kitabının ikinci bölümünü 2002 yılında kaybettiği eşi Sabahat Kayacan’a ayırmış. Bu bölümde, eşiyle ilgili yazı ve şiirler bulunuyor. Şiirler içinde, kendisinin üç şiiri eşine duyduğu sevgiyi ölümsüzleştiriyor.
Üçüncü bölümü, yazar kendisine tahsis etmiş. 98. kitabından sonraki kitaplarından bazılarının kapakları, bestelenen şiirlerinin notaları, İngilizceye çevrilen şiirleri, yazarların gözü ve kalemiyle İsa Kayacan, İsa Kayacan’ın yayımlanacak sıradaki kitapları (9 kitap) alt başlıkları altında yazarın yakın yıllardaki çalışmaları sergilenmiş.
Kayacan, son sayfada (288) bize dokuz kitap daha yazmakta olduğu bilgisini vermiş. Çok sevindik. Yazdığı sürece sağlığını koruduğunun, ömrünü uzattığının bilincinde olduğunu biliyoruz. Dileriz kalemi elinden hiç düşmesin. 150. kitabı hakkında da Tanrı izin verirse birkaç satır yazmak isterim.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

KONUK YAZAR:
Guinness Rekorlar Kitabına aday;
İsa Kayacan’a şiir yazanlar
Abdülkadir GÜLER
Anadolu basınında ve çeşitli yayın organlarında sanat, kültür, şiir ve araştırma, derleme yazılarıyla yakından tanıdığımız Prof. Dr. İsa Kayacan’ın 128. kitabı yayımlandı. “Bana Yazılan Şiirler” adını taşıyan kitap, Haziran 2010 tarihinde Ankara’da Sistem Ofset Matbaası tarafından günışığına çıkarılmıştır. 288 sayfalık kitapta 130 şair ve halk ozanının 242 şiir ve deyişlerine yer verilmiştir. Derli toplu bir şiir Antolojisi veya güldestedir.
Antolojide yer alan şiirler, şair - yazar İsa Kayacan’a verilen bir değerin ve sevginin sınırsız ifadesidir. Edebiyatımızın, kültürümüzün ve yerel basınımızın sayfalarında binlerce yazılarıyla rekorlar kitabına aday bir yazın eridir İsa Kayacan..
İsa Kayacan yaklaşık yarım asırdan fazla Türk edebiyatına, Türk kültürüne ve Türk şiirine hizmet veriyor. Anadolu’da yayımlanan birçok yerel ve ulusal gazetelerde yazdığı gibi birçok da dergilerde sanat, kültür donanımlı yazılarıyla katkıda bulunuyor. Çalışkan, üretken ve memleketini seven bir gönül adamı, bir yazın eridir. Yerel basınımızın unutulmaz bir sevdalısıdır. Anadolu coğrafyasında sanat ve kültür çalışmaları doruklara ulaşmış, hizmetleri hiç bir zaman yadsınamaz...
Bundan dolayı da dostları, arkadaşları çoktur. Edebiyat dünyasında isim yapmış birçok şair ve yazarında ustası olmuş, onların elinden tutarak yetişmeleri için çalışmalarını doğrudan samimi olarak yakından destelemiş ve kanatları altına alıp kol, kanat germiştir. İsa Kayacan, bu yönüyle örnek bir insandır.
Daha önce de demiştim bir yazımda: İsa Kayacan Anadolu basınının fahri hemşerisi ve Türk kültürünün, Türk edebiyatının yüz akıdır. İsa Kayacan’ın Ankara, Kızılay Meydanına heykeli dikilmelidir, diğer insanlara ve gelecek nesillere, yarının gençlerine örnek olması bağlamında önemlidir diye vurgu yapmıştım.
Bu nedenle sanat dünyasındaki yeri de epeyce zengin ve geniştir. Türkiye’nin 81 ilinde ve 957 ilçesinde sanatçı dostları ve arkadaşları vardır. İnsanların gönlünde iz bırakanlar arasında yer almıştır. Böylesine dost edinen bir insana şiirler ve destanlar kaleme alınmış; İsa Kayacan’ın hayatı ve eserleri Üniversitelerimizde tez konusu olmuştur.
Sanat ve kültür çalışmalarından dolayı doktorluk ve profesörlük unvanlarını alnının akıyla almaya hak kazanmıştır. Dostları ve arkadaşları, sevenleri haklı olarak duygu ve düşüncelerini şiirlerle İsa Kayacan’a olan hayranlıklarını, saygılarını, sevgilerini, bağlılıklarını dize dize dile getirmişlerdir. Bu şölene birçok şairlerimiz, ozanlarımızın şiirleriyle İsa Kayacan’a merhaba diyerek, uzun soluklu destanlar yazmışlardır. (Mustafa Ceylan gibi), İsa Kayacan’ da kendisine ithaf edilen yazılan şiirleri bir kenara atmamış ve bir vefa borcu olarak bunları bir kitapta toplamayı kendisine bir görev saymıştır.
Ona saygı duyanlara, yaşamıyla ilgili şiir yazanları O da ihmal etmemiş, özveriyle ona yazılan ve eline ulaşan tüm şiirleri bir Antoloji’de toplamayı başarmıştır. Bunları bir dosyada toplayıp bir kenarda tutmayı gönlü rahat etmemiştir. Bir kitabı basmak, yayımlamak elbette kolay değildir, yürek ister, para ister, özveri ister. İşte sevgili Kayacan bunları yapıyor.
Bu da sanatımız ve kültürümüz adına önemli bir hizmettir. Bu kitabın şeref konukları, Yekta Güngör Özden, Tamilla Abashanlı, Mehmet Nacar, Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mansur Ekmekçi ve Vedat Fidanboy’dur. Kitabın giriş yazıları bölümünde, şair ve yazarların değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Değerli şairlerimizden ve Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Sayın Yekta Güngör Özden Başyazı’sında, İsa Kayacan için şunları yazıyor:
“Bireyler arasındaki ilişkiler çoğunlukla görevseldir. Aile bağlarıyla başlayıp akrabalık, komşuluk ve dostluğa uzanan sıcaklık öğrencilik, askerlik ve yolculukta ayrı ama yaşam boyu süren boyutlar kazanır. Arkadaşlıkla gündeme gelen içtenlikli yaklaşımlar genelde ‘dostluk’ olarak nitelendirilir. Sık sık yenilediğim ‘Ne altın gemi, ne gümüş gemi, dost gemisi’ sözü yüreğimizi sıcak tutan, sağlılığımızı güçlendiren bir güvenceyi çağrıştırır.
Güvenilecek kimselerin giderek azaldığı bir ortamda dostluğun, dostların değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Sayın Kayacan, yazın-yayın yaşamımızda belirgin bir yeri olan dostlardandır. Hemen hemen ülkemizsin her yerindeki gazetelerde yazıları yayımlanmakta, toplumsal oluşumları duyarlılıkla izlemekte, araştırmaları, derlemeleri ile devingenliğini olumsuz koşullarda bile sürdürmektedir.
Güler yüzü, saygılı davranışları, ilişkilerde beğeni toplayan, ciddi, güvenilir ve anlayışlı tutumuyla aranılan bir dost olduğunu kanıtlamaktadır. Kendisini yıllardır tanıyorum. Alçakgönüllü bir yazın insanı olarak çabalarıyla kendini sevdirmiştir” dedikten sonra Sayın Özden başyazısını şu cümlelerle bitirmektedir:
“Kişiler için, yazmak sanıldığı kadar kolay değildir. Ne yazılsa eksik kalan, unutulanlar vardır. Ne yazılsa duygusallığa bağlanabilir. Yansız değerlendirmeyi benimseyen az olur. Benim Kayacan hakkındaki bu anlatımım yetişecek gençler için gözetilecek özelliklerdir. En zorunlu ve gerçek öğeler kişilerdir. Gençlere yol göstermek, ışık tutmak, örnek olmak, kendisiyle barışık olmak, mutlu olmaktır.
Sayın Kayacan’a yaşam boyu esenlikler diliyorum. Ankara Mart 2010.”
Evet böyle yazıyor Sayın Yekta Güngör Özden. Sayın Güngör’ün düşüncelerine katılmamak mümkün değildir..
Kitapta tanıdığımız ve yüz yüze geldiğimiz birçok ünlü şairin yanında yeni yetişenler de vardır. Sayın Kayacan bunları da hoşgörüyle kitabına almayı ihmal etmemiştir. Başarılı şiirlerin yanında cılız ve yavan şiirlerde yok değildir. Ancak Sayın Kayacan bunları iyi niyetle kitabına aldığını görüyoruz. . Belki bir teşvik olsun diye, bunları kanadı altına almıştır. Bu bağlamda Sayın Kayacan’a elbette saygımız vardır.
Kitapta tanıdığımız ve şiirlerini zaman zaman çeşitli sanat ve kültür dergilerinde, seçkilerde bulduğumuz bazı şairlerin adlarını buraya alıyorum:
Yekta Güngör Özden, Tamilla Abbashanlı, Prof.Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Vedat Fidanboy, Turan Atasever, Feyzi Halıcı, Abdullah Satoğlu, Güzide Taranoğlu, Mustafa Ceylan, Özen Gülay Atacan, Osman Baş, Sevgi Balın ( Arısan), A.Aziz Başer, Âşık Kemâli Bülbül, Ahmet Canbaba, Sabahattin Çankaya, Âşık Ali Çatak, H.Rıdvan Çongur, Ünal Şöhret Dirlik, Murat Duman, Melâhat Ecevit, İsmail Kara, Güner Ceylan, M. Önder Gözübenli, Ahmet Çetin Cengiz, Şemsettin Kubat, Birdal Can Tüfekçi Rabia Gölbaşı, Şükrü Öksüz, Ahmet Tufan Şentürk, Enver Tuncalp, Hüseyin Yurdabak, Mansur Ekmekçi, Baki Yıldırım, Cahide Ulaş, Nusret Turan, Sevil Mısırlıoğlu, Özkan Gönlüm, Sadık Dağdeviren, , Abdülkadir Güler ve Hayati Vasfi Taşyürek gibi tanınmış şairlerin İsa Kayacan için şiir yazdıklarını görüyoruz.
Tüm şairlerin adlarını veremedim, beni bağışlasınlar. Kitabın arka kapağında Adanalı şair Mansur Ekmekçi’nin “Kültür Doktoru” başlığı altında İsa Kayacan hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir. Sayın İsa Kayacan’ın bu yeni kitabı hayırlı olsun diyoruz. Kendisine karşı ilgi gösterenlere o da ilgisiz kalmamış, fazlasıyla yakınlık göstermiştir. Ne yazmışlarsa ünlü olsun, ünsüz olsun, tümünü bir araya getirmiş bir Antoloji bir şiir güldestesi halinde tertemiz bir kapakla yayımlanmıştır.
Bu da bir vefa borcudur. Aslında İsa Kayacan’a sanatı, eserleri, Türk Kültürü konusundaki hizmetleri ve dostluğu bağlamında ne yazılsa yine eksik sayılacaktır. Ne yazılsa yeridir diyebilirim. Kendisi için yazılan tüm şiirlerin övgü dolu duygu ve düşüncelerine lâyık bir insandır. Kendisine saygı ve sevgi gösterenlere de karşılığını bu kitapla ödemiştir.
Tüm şairlerimizi candan kutluyor ve kadim dostum Sayın İsa Kayacan’a tebriklerimi sunuyor, sağlık ve uzun ömürler diliyorum.Bugün aramızda olmayanları da rahmetle anıyorum..

6 Temmuz 2010 Salı

Kâmile Yılmaz’dan: Burçak Tarlası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kâmile Yılmaz bir eğitimci. Yazdıkları, yayınladıkları takdir görüyor, alkışlanıyor. Kamile hoca Burdur ilimize bağlı Çavdır ilçemizden. Yani hemşehrim. Yenilerde bir kitabı daha geldi. Adı: Burçak Tarlası. Antalya Kadın Danışma-Dayanışma Derneği yayını olarak günyüzü görmüş. Kâmile hocanın öyküleri var sayfalarda.
Leyla Kıyafet’in kitap ve Kamile Yılmaz’la ilgili görüşleri 3 ncü sayfada yer alıyor. 6 ncı sayfada “önyazı” başlığıyla verilenler başlıyor. Buranın bir yerinde:
-“Kadınların durumu, ülkemizin bölgelerine göre değişir. Ülkemizin batısında, güneyinde kadın biraz daha özgür yaşama kavuşabilmişken, Orta Anadolu, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu’da daha çok baskı altındadır... Geleneksel kadın-erkek ilişkilerini ters yüz etmek, egemen ideolojinin kadına yönelik ayrımcılığını ortadan kaldırmak gerekmektedir” deniliyor.
Her öykünün üzerine, özlü bir söz konulmuş. Sayfa 9’da başlayan Okaliptüs’ün üzerine, Elbert Hubbart’ın, ”Yaşamda yapabileceğimiz en büyük yanlış, sürekli olarak yanlış yapacağımızdan korkmaktır” sözü yerleştirilmiş.
Kamile Yılmaz hoca, öyküler hakkında bilgi verirken; ”Okuyacağınız öyküler, şiddet gören kadınların bire bir anlattıklarıdır. Hiçbir sözcüğünü değiştirmeden yazdım. Yalnızca adlarını değiştirdim. Yazarken zaman zaman gerildim, üzüldüm, ağladım çoğu kez. Dayanamayıp yazmayı bıraktığım anlar oldu. Sık sık kendimi onların yerine koydum, acılarını yüreğimde duydum” diyor, söylemeye devam ediyor.
Öykülerin bir girişi var. Kamile hoca, konuştuğu kadınla görüşmelerinden, tespitlerinden yola çıkarak, ilk görüntüyü tespit ediyor. Sonra konuştuğu-röportaj yaptığı kadının anlatımlarına yer veriyor. Sonunda, birkaç cümleyle yorum getirerek bağlıyor.
Sayfa 44’deki “Biber” başlığı altında verilenlerden: Gözleri kocamandı, düşlerindeki sevgi, evlilik, birliktelik gibi şeyler yıkılıp gitmiş, onu da şaşkına çevirmişti.
-“18 yaşında, ilkokul mezunuyum. Tecavüzcümle beş yıl önce evlendirildim. Kocam 29 yaşında, ortaokul mezunu, işçi. Kuaförde çalışıyorum... İlk bir yıl sevdiğini sandım. Huzursuzluk arttı. Ona dokunduğumda bağırıp, çağırıyordu. Annem beni korumuyor, dayak yediğimde seyrediyordu...”
Burçak Tarlası kitabını okurken, türkülerimizden “Burçak Tarlası” adlı olanını hatırladım. Burçak Tarlasında gelin olmanın zorluğu anlatılırken, burçak ekene bedduaların sıralanışı boşuna değilmiş, diye düşündüm. Kamile Yılmaz hocamızı kutladım, tebriklerimi, saygılarımı sundum. Toplumumuzun yıllardır kanayan ama bir türlü kan akışının durdurulamadığı yarası üzerinden yeniden, bir başka bakış açısıyla yürümüş, mola vermiş, sayfalara aktarmaya çalışmış. Ellerin dert görmesin, kalemin hep yazsın hocam. ***
Afyonkarahisar’dan:
Anadolu RC Life Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergilerimiz, gazetelerimiz, bültenlerimiz, getirdikleriyle biliniyor, takdir ve alkış topluyorlar veya unutulup gidiyorlar.
Afyonkarahisar ilimiz merkezinde, aylık yayınlanan, ansiklopedik kültür, sanat, magazin, aktüalite dergisinin Nisan 2010 ayına ait 44 ncü sayısı, yine Sevinç Atan tarafından bana ulaştırıldı. Teşekkürlerimi sunarak, sözlerime devam etmek istiyorum efendim:
48 büyük boy, pırıl pırıl baskılı, bol fotoğraflı bir dergi Anadolu RC Life. Sahibi, genel yayın yönetmeni ve sorumlu yazı işleri müdürü: Rüştü Okyar, Bahadır, Ali İhsan, A.Kadir, Nur Okyar isimlerinin değişik görevleri ve sorumlulukları var dergi yayımında. Ayrıca Ali Akçeken, Engin Çır, Mustafa Gerçekçi imzalarının da derginin yayımında katkıları büyük.
Rüştü Okyar, başyazısıyla dikkat çekiyor. Antalya’daki şiir coşkusundan, beste yarışmalarının start alışından, Samsun’daki musiki rüzgarından söz ediliyor. Anılardaki Afyonkarahisar başlığı altında verilenler, Ali Akçeken’in düzenlediği şiir sayfaları bizimle, okuruyla selamlaşıyor. Bazı başlıklar verelim bu arada:
-Hem sesiyle,hem de besteleriyle farklı bir sanatçı: Pınar Balkır, Keçiboynuzunu Türkiye’ye sevdiren firma Köylüoğlu Ticaret: Bahattin Uslu, Bestekar Engin Çır’ın eserleri Samsun’da seslendirildi, Karadeniz’den Türk Müziğine bir yıldız daha geliyor: Beste Köprülüoğlu.
Sayfa 37 de başlayan, ”Sevinç Atan’la sanata dair: Gökten yağmur değil sevgiler yağsın; Bilge Özgen. Üç sayfalık bir röportaj. Bilge Özgen’in bestelerinden bir kaçı: Dediler, zamanla hep azalırmış sevgiler/Gökten yağmur değil sevgiler yağsın/Arıyı çiçekte dalda sevelim/Ben bir küçücük sevdalı kuştum vd.
Sevinç Atan, şiirleriyle, röportajlarıyla dikkat çekmeye devam ederken, bestelenecek şiirlerin seçimindeki ustalığını da hemen gösterebilen bir şaire arkadaşımız.
Bilge Özgen’in; 30 Mart 1935 tarihinde Viranşehir ‘de doğduğunu, Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulundan mezun olduğunu, değişik liselerde öğretmenlik yaptığını, Samsun’da Türk müziği adına çok emek verdiğini, 1983 yılında TRT Ankara Radyosuna (yetişmiş sanatçı sınavına kazanarak) intisap ettiğini öğreniyoruz. Bilge Özgen hocanın, ”TRT bize çok şey vermiştir” diyerek, vefa örneği gösterdiğini de tebrik ve saygılarımızla naklediyoruz.
Ali Akçeken’in “Şiir köşesi” iki sayfadaki değişik imzaların şiirleriyle karşımıza çıkıyor. Buradan, Ali Akçeken imzalı 5 ayrı dörtlükten oluşan “Kahır” adlı şiirden: Yaşamak kahreder senden uzakta/Gönül paramparça, beden eriyor/Karanlık bir çift göz bekler tuzakta/Ayak o meçhule doğru yürüyor... ***
Mustafa Berçin’in
yayın dünyası genişliyor
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazarlarımız “ilk” kitaplarından sonra, yayın dünyamızdaki ayak sesleriyle, yürüyüş mesafe uzunluğuyla dikkat çekmeye başlarlar.
Mustafa Berçin, Çanakkale ilimiz merkezinden seslenerek, yazdığı şiirleriyle, hikâyeleriyle dikkat çekmeye başlayan isim ve imzalarımızın başında geliyor.
O’nu ilk önce, Çanakkale’de gerçekleştirdiği şiir etkinliğiyle tanıdık. Sonra “Oğlum giderken” adlı şiir kitabıyla karşımıza çıktı.
Sanat ve edebiyat dünyamıza, genelde şiirleriyle adım atanların pek çoğunda olduğu gibi, bu isim ve imza sahipleri giderek, edebiyatımızın diğer türleri üzerindeki çalışmalarıyla, yayınlarıyla, karşımıza çıkıyorlar.
Mustafa Berçin bu kez hecevezni tarzındaki, türündeki şiirlerinin sonunda, daha doğrusu ikinci bölümüne hikayelerini ekleyerek, hikaye türündeki anlatımlarının da bulunduğunu bizlere hatırlattı. Dileriz, bundan sonraki yayınlarında, deneme, roman veya başka türdeki yazılarıyla, anlatımlarıyla bizimle selamlaşır.
Mustafa Berçin, sevgiyi bir tutam olarak eline alıp, büyütüp dallarıyla gönlüne sığmayan bir anlayışla yola çıkıyor. “Yüreğine sevda düşmeye görsün” başlığı altında verdikleriyle; ”Bastığın yerleri bilmez gezersin/Yüreğine sevda düşmeye görsün/Uzanırsın, imkansızı istersin” diye devam ederken, yüreklere düşen sevginin mana ve önemi üzerinde durur,günlerce,haftalarca.. Hatta aylarca.
Mustafa Barçin yüreğindeki sevginin büyüklüğünü anlatmak için, gayret içindedir. Rüyalar görür uzun uzun. Aklına takılanlar üzerinde durur mola vermeden. Sonuçlarını görmek ister. Ava gider, babasından gelen mektuplar üzerinde durur, inceler. Babasının nasihatlarını mısralaştırır. Onlardaki tavsiyeler önemlidir, anlamlıdır:
-“Alın terin olsun yediğin aşta/Helâli haramı gözet her işte/Huzur sıcak evde çocukta eşte/Başka yerde sefa sürme sen oğlum”...
Kendini arar zaman kaybetmeden. Osman ağalarla selamlaşır. Sayın bakanlara söyleyecekleri vardır içten, samimi. Tılsımın bozulmasıyla karamsarlığa kapılmaz, yoluna devam eder durmaksızın. Türk olmanın huzur ve gururuyla yaşar Mustafa Berçin. Burada;
-“Ayyıldızlı bayrağıma sevgiyle/Kanı kaynayarak baksa ögüyle/Gelse kalpağıyla ya da börküyle/Türk diye bağrıma basarım onu” derken, başı yükseklerdedir alabildiğince.
İkinci kitabının ikinci bölümü çıkar karşımıza. Burada “Hikayeler” bölüm başlığı vardır. Burada, sele kapılan çocuklardan bahsedilir, köylerimizdeki sade, sakin yaşantılar üzerine eğilerek , “Yaz tatili için köydeyim/Akşama düğün var. Davulcu ve zurnacı coşkun bir şekilde çalıyorlar” diye devam eder anlatım cümleleri.
Buradaki cümlelerde gördüğümüz, sadeliktir, sıcaklıktır, varolan güzellikler bütünlüğüdür. Askerden mektuplar gelir hasret kokan, tertemiz anlatımlar içinde. Bekir pehlivan güreş tutar onuruyla, gururuyla. Bir adım daha atılan adımlar, getirilen seslerin içindekiler sayfalarından okurlarına selâm verir Mustafa Berçin dünyasından.
Hikayeleriyle, gelecek için ümit veren, bundan sonra yazıp yayınlayacaklarıyla kapı aralayan Mustafa Berçin’i kutluyor, yeni yayınlarında geleceğe taşınacak, şiir ve öyküleriyle bizimle birlikte olacağı ümidimi kaydederek, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. ***
Filiz Bingölçe’den: Süper kadın, süper zor
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Filiz Bingölçe, araştırmacı-yazar. Ankara’dan sesleniyor.
Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin, Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği’nin Alt-Üst Yayınevi’nin imzalarının bulunduğu, büyük boy 152 sayfayla şekillenen bir kitap.
Tam adı: Türkiye’de kadına yönelik ekonomik şiddet; Süper kadın, süper zor..
Hazırlayan: Filiz Bingölçe. 2010 yılının ilk ayında günyüzü gören kitap, Ekonomi Muhabirleri Derneği adına yayınlanmış, EMD Genel Başkanı Özlem Doğaner’in bir önsözü var ilk sayfalardan birinde. Bir yerinde. Özlem Doğaner;
-“Son yıllarda kadın, aldığı eğitimin de etkisiyle hayatın her kademesinde boy göstermeye başladı. Tabii tek neden eğitim değil. Art arda yaşanan krizlerle birlikte, erkek çalışır, kadın çocuklara bakar inanışı da kırıldı”diyor.
Kitabın, Hollanda Başkonsolosluğu Matra/ KAP programının desteğiyle günyüzü gördüğünü de kaydedelim.
Kitabın Filiz Bingölçe imzasıyla uzunca bir sunuşu var. Buradan aldığımız cümlelerden: ”Çalışmaya katılan kadınların 28’i evli,13’ü bekar, 8’i boşanmış,6’sı ise eşinin ölümü nedeniyle dul yaşayan kadınlar oldu. Kadınların 3’ünün okuma yazması yok”...
Sayfa 68.Görüşme no: 21,Tarih: Temmuz 2009, yer: Adana. 27 yaşında, İlkokul mezunu dul, iki çocuklu, çocuk bakıcısı, Demet. Giriş:
-Demet İmam nikahı ile bir evlilik yapmış, iki çocuğuyla eşinden ayrılmış, zor koşullar altında yaşam mücadelesi veriyor. Cevaplarından:
-Türkiye’de yaşıyorsan, bu Adana’dır. İstanbul’dur hiç farketmez, hele kadınsan, belli bir diploma sahibi değilsen, okumamışsan, iş aramaya gittiğin zaman ilk başta kötü gözle bakıyorlar. Ondan sonra işe girsen bile olmuyor, tutturamıyorsun.
Sayfa 108.Görüşme no:36, Eylül 2009, Ankara.27 yaşında, ilkokul mezunu, dul, çantacı-pazarlamacı: Feride. Boşanmasının ardından atıldığı çalışma hayatında kapıdan kapıya pazarlamacılık yaparak geçimini sağlıyor. Erkek müşterilerin kendisini suistimal etmek istediklerini belirtiyor.
Cevaplarından: Küçük yaşta bir evlilik geçirdim, onaltı yaşında evlendim. Babam hasta olduğu için amcamlara gezmeye gitmiştim, orda gördüler beğendiler. Erzurum’a gelin gittim. Üç yıl evli kaldım. Ankara’ya geldiğimde çok sıkıntı yaşadım, annemlerle de problemlerim oldu. İlk başta ailemle yaşamaya başladım, annem bana biraz baskı yaptı. ***
Zeynep Yalçınkaya’dan: İçimdeki Kelebek
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fethiye ilçemiz, güneyin kültür merkezi. Burada yaşayan şair, yazar ve araştırmacı arkadaşlarımız birbiri ardına yayınladıkları kitaplarıyla dikkat çekmeye devam ediyorlar.
Yenilerde bir şiir kitabı daha geldi Fethiye’den. Zeynep Yalçınkaya hocanın “İçimdeki Kelebek” adlı şiir kitabıydı bu. Zeynep hocayla, daha doğrusu önceki yayınlarıyla ilgili yazılanlardan kısa kısa alıntılar yapılmış. Ünal Şöhret Dirlik, İsa Kayacan, Abdülkadir Güler imzaları var bu sayfalarda.
Ünal şöhret Dirlik hoca, Zeynep Yalçınkaya’nın yeni kitabı ve Zeynep hanımla ilgili duygularını yerleştirmiş ilgili sayfaya. Kitap bana Ramazan Yalçınkaya tarafından gönderilmiş. 15 Mayıs 2009 tarihinde vefatla aramızdan ayrılan Zeynep Yalçınkaya’nın (Yakını olsa gerek) diye düşündüm, vefanın böylesi karşısında şapka çıkardım.
Kitabın ilk şiiri “Bırakma Ellerimi” adıyla karşımıza çıkıyor. Bir bölümü bu şiirin:
-Mevsim bahar biliyorsun,
Terk etme; kış etme bu canım mevsimi,
Kar yağacak gidersen bu sıcacık evrene,
Sensiz üşüyeceğim,
Gitme gel,ne olur,
Bırakma ellerimi...
Rahmetli Zeynep Yalçınkaya’nın şiirlerde, sevgi dostluk arayışı, mutluluk gibi önemli insani özelliklerin belirtileri vardır. Cananım, seni arıyorum, anılarda, akşamlarda adlı şiirler, vermek istediğimiz örneklerin mısralar bütünlüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Sayfa 40’daki “Garip Emir”adlı şiir;
-İkinci bir ayakkabım olmadan,
İflas etti ayaklarım.
Fakir bir kulum diye Tanrı,
Emretti, kafamın üstünde yürümeyi.
Zeynep Yalçınkaya: 03 Mart 1948 tarihinde Seydiler köyünde doğdu. Bursa Kız Öğretmen Okulundan mezun oldu. “Merhaba Sevgi (1999)”, ”Günaydın çocuklar (2008)”adlı kitaplarını yayınladı. 15 Mayıs 2009 tarihinde vefatla aramızdan ayrıldı. ***
Aşk konulu
Azerbaycan halk hikâyelerinin şiirsel yapısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’ın ünlü bilim adamı, folklor araştırmacısı, tahlil uzmanlarından Prof. Dr. Muarrem Caferli’nin yeni, yepyeni araştırma ve incelemelerinden, tahlilleriyle sayfalara aktarıp, kitaplaştırdığı bir yayındı. Adı:
-Aşk konulu Azerbaycan halk hikâyelerinin şiirsel yapısı. (Azerbaycan mehebbet destanlarının poetikası).Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktaran Doç. Dr. Mustafa Sever.
Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajans yayınları arasında 240 sayfayla günyüzü görmüş. Kitabın bilimsel redaktörü: Prof. Dr. İsrafil Abbaslı, İnceleyici ve baskıya hazırlayanlar: Prof. Dr. Behlül Abdulla, Prof. Dr. Muharrem Kasımlı, Nail Tan, Hayrettin İvgin, M.Sabri Koz.
Sunuş, Nail Tan, Hayrettin İvgin, M.Sabri Koz imzalarının taşıyıcısı. Giriş bölümü var, arkasından birinci bölüm başlıyor. Buradan birkaç cümle: “Azerbaycan muhabbet destanları, bir destan hadisesi olarak epik folklorun poetik sisteminde özel öneme sahiptir. Folklorun ister epik, isterse lirk kolları, bütün hallerde milletin algılayışının, kavrayışının gerçekleşme biçimleridir”
Birinci bölüm: Aşk konulu halk hikâyelerinin (Muhabbet destanlarının) kuruluşu, ikinci bölümde: Tipler sistemi, Üçüncü bölümde; Halk hikayesi şiiri ve şiirsel üslup özellikleri, poetik figürler, güzellemeler yeralıyor, veriliyor. Sayfa 211’den:
Kerem ile Aslı Destanında da Kerem’in Aslı’nın yüzünde gördüğü güzellik işaretlerinden biri yine bendir:
-Bedir yüzlü gül cemallı,
Yâr beni sevdaya saldı!
Gamzesinde çifte haldı (benli)
Yâr beni sevdaya saldı!...
Aşığın sevgilisinde arayıp gördüğü ikinci güzellik işareti, kaşla ilgilidir. Söz gelimi yine Tahir ile Zühre destanında Suna hanım, Zühre hanıma, onun hakkında şöyle der:
-Dalar başı, kış oluptur,
Kaşın göze tuş oluptur,
O bize kardaş oluptur,
Saz iyesi, yarın geldi.