21 Eylül 2010 Salı

Burdur’dan: Üç THM sanatçısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur, Teke yöresinin kültür başkenti. Çalıp-çığıranlarıyla, sanatçılarının sayısının belli olmadığı bir folklor denizi Burdur.
“Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabımda yeralmak üzere, Burdur Merkez Belediyemizin Basın Danışmanı, Gazeteci Mesut Madan üç isim ve imzayla ilgili biyografik bilgilerle birer fotoğraf gönderdi. Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı buradan gönderiyorum:
Sevinç Akkaya: 1982 yılında Burdur/Söğüt’te doğdu. İlkokulu Antalya Mustafa Adıyaman İlkokulunda, Ortaokulu Antalya Avni Çöllü ortaokulunda okudu. Küçük yaşlarda başlayan müzik aşkı ailesinin ve İlkokuldaki müzik öğretmeninin de desteğiyle yıllardır sürüyor.
İlk sahne tecrübesini 5 nci sınıfta kazanan, ortaokulun ilk yıllarında bağlamayla tanışıp, kurs alan, sürekli okul etkinliklerinde yeralan Sevinç Akkaya, Antalya’da Güzel Sanatlar lisesinin sınavını kazandı. 4 yıl Antalya Anadolu Güzel Sanatlar lisesinde eğitim aldı. Piyano, yanflüt ve şan eğitimi alarak, çalışmalarını profesyonelce sürdürdü.
Lise yıllarında, müzisyen dostlarının ısrarı üzerine yapılan albümden sonra, bölge konserlerinde sahne almaya başlayan Sevinç Akkaya, lise eğitiminden sonra Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümünü kazanarak, eğitim almaya devam etti. 4 yıllık Üniversite müzik tahsilinden sonra, 2 nci bir albüm çalışması daha gerçekleştiren Sevinç Akkaya, Türkiye genelinde, festivallerde, şenliklerde sahne almaya, konser vermeye devam etti.
2007 yılı Şubat ayında Diyarbakır Fatih Lisesine kadrolu müzik öğretmeni olarak atanan, 4 yıl burada görev yapan, sonra Manisa/Turgutlu’da Müzik Öğretmeni olarak çalışmalarını sürdüren (2010) Türk Halk Müziği Sanatçısı Sevinç Akkaya; “Her zaman yanımda olan ve desteğini fazlasıyla hissettiğim ailemle yaşamıma devam ederek, Bölgemize, Teke yöremize hizmet etmeye devam edeceğim” diyor.
Gamze Durmazer: 1990 yılında Burdur’da doğdu. İlkokulu Bahçelievler İlköğretim okulunda okudu. Cumhuriyet lisesinden mezun olan, Marmara Üniversitesi Bilgi-Belge Yönetimi Bölümünde okuyan Gamze Durmazer, 12 yıldır müzikle uğraşıyor (2010)
Ümran Özdemir Yamacı: 1974 yılında Burdur’da doğdu. Şeker ilkokulu, Burdur Anadolu Lisesi ve Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Ses Bölümünden mezun olan Ümran Özdemir Yamacı, Burdur Cumhuriyet Lisesinde müzik öğretmeni olarak görev yapıyor (2010).
Üç kaset yayınlayan, evli ve 2 çocuk annesi olan, 1990 yılından bu yana, yurtiçi ve yurtdışı konserlerini sürdüren Ümran Özdemir Yamacı’nın kasetlerinin isimleri: 1-Bizim yaylalar, 2-Telli turnam, 3-Yaylalarda gezersin, şeklinde sıralanıyor.
GÜNÜN REKOR HABERİ: Gazeteci- Yazar İsa Kayacan’ın, 2009 yılı içinde PTT aracılığıyla Yurtiçi ve Yurtdışındaki adreslere gönderdiği; gazete, kitap, dergi (kargo) sayısı PTT kayıtlarına göre; 5 bin 500 olarak tespit edildi. Ankara’da ve Ankara dışındaki merkezlerde muhataplarına İsa Kayacan tarafından elden verilenler, bu sayıya dahil değildir. ***
Dr. Şemsettin Küzeci’den:
Telafer şairleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Yayınladığı kitaplarıyla dikkat çeken, birbiri ardına günyüzüne çıkardığı kitaplarıyla takdir toplayan Dr. Şemsettin Küzeci’nin yeni bir kitabı. Adı: Telafer Şairleri.
Merkezi Ankara’da bulunan, Türkmeneli Vakfı Kültür Merkezi yayınlarının birincisi. Dizgi, Mizampaj ve Kapak: Aybeniz Küzeci’nin. Takdim yazısı, Dr. Mustafa Ziya, Önsöz, Dr. Şemsettin Küzeci imzalarının taşıyıcısı. Türkmeneli Vakfı Kültür Merkezi Başkanı Dr. Mustafa Ziya, takdiminin bir yerinde: “Bugün dünyanın gözü önünde milli mücadele veren kahraman Telafer halkının yetiştirdiği şair ve yazarların ürünlerini kapsayan Telafer Şairleri kitabının, Dr. Şemsettin Küzeci tarafından hazırlanması hepimize bir sürpriz niteliğinde oldu” diyor.
Dr. Şemsettin Küzeci ise önsözünün bir yerinde: “Telaferliler kendilerini Yörük olarak tanımlamaktadırlar. Telafer’de Osmanlıya sevgi yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Telaferli din bilginleri, Osmanlıya emperyalist demenin küfür olduğunu ilan etmişlerdir” şeklinde devam ediyor, devam ediliyor.
Telafer’in tarihinin anlaşılır biçimde sayfalara aktarıldığını kaydettikten sonra, Telaferli şairlerin isimlerinden sözedelim öncelikle. Bunlar:
Abdurrahim Tahir, Cemil Şiho, Eyüp Anadoloğlu, Felekoğlu, Ganim Kasapoğlu, Hazım İlhanbey, Muhammed Meri Saitoğlu, Mehmet Şahin, Mikdat Havldioğlu, Mutasım Efendi, Rıza Çolakoğlu, Sadık Sazıgüzel.
Kitap, Telaferin medarı iftiharı şair Felekoğlu’nun aziz ruhuna armağan edilmiş.
İlk şair, 1948-2004 yılları arasında yaşamış, Telafer doğumlu Abdurrahim Tahir ismiyle başlıyor, Şairin fotoğrafı, biyografisi, şiirlerinden örnekler veriliyor. İkinci şair Cemil Şiho.. Şiho’nun “Ben insan değil miyim?” adlı, başlıklı şiiri 35 nci sayfada yeralıyor. Bu şiirden:
Ben günlerin izleri,
Yetimlerin gözleri,
Yoksulların yüzleri,
Ben insan değil miyim?.
Felekoğlu’nun (1929–2002) bilgileri 46 ncı sayfada başlıyor. “Açıl dilim” adlı şiiri Felekoğlu’nun 51 nci sayfada başlıyor. Bu şiirden
Açıl dilim, açıl dilim,
Okumlara seçil dilim,
Yurda düşman olanlara,
Ateş olup, saçıl dilim. ***
Şakir Susuz’dan:
Sevimli Düşler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, şairelerimiz, yayınladıkları kitap sayısıyla değil, kitapları veya yayınları içerisindeki şiirlerinin dinlenmişlikleri, kalıcılık oranlarıyla değerlendiriliyorlar, değerlendirilmelidirler.
Şakir Susuz Ankara’da yaşayan şair arkadaşlarımızdan biri. Sanat ve edebiyat alanındaki aldığı mesafe küçümsenme boyutunu aştı. Yani başarı çizgisi üzerindeki yürüyüşü dikkat çekiyor artık.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajans Yayınlarının 80 ncisi olarak günyüzü gören, 136 sayfalık “Sevimli Düşler” adlı şiir kitabının kapağında (torunu olduğunu öğrendiğimiz) minik delikanlı, balıklara yem veriyor.
Hocaların hocası, Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu hocamızın bir önsözü, sunuşu var kitapla, Şakir Susuz’la ilgili. Hoca, Şakir Susuz hakkında kısa bilgiler veriyor, bir yerinde:
-“Şakir Susuz’un şiirleri geleneksel türdendir. Başka bir deyimle Şakir Susuz, halk şiiri türünde sanatını devam ettirmiştir. Ölçüyü ve uyağı kullanmayı başarmıştır. Özellikle aşk şiirlerine ağırlık vermiştir” diyor,
Kitabın ilk şiiri “Barış Sensin Mehmed’im” adıyla, başlığıyla karşımıza çıkıyor. Altı dörtlükten oluşan bu şiirden bir dörtlük efendim:
Sen güçlü olmasan ne olur bölge barışın?,
Atandan miras kalan kahramanlık yarışın,
Güven veriyor selam çakıp esas duruşun,
İşte barış dedikleri şey, sensin Mehmed’im..
Şakir Susuz’un şiirleriyle ilgili yapılan değerlendirmeler, yani yazdığı tür üzerindeki değerlendirmeler “aşk şiirlerinde önde”dir, şeklinde olmaktadır. Ama, başka türler üzerindeki şiirleriyle de dikkat çekmekte olduğunu, karşımıza çıkmakta olduğunu görüyoruz.
Şakir Susuz’un şiirleri, gelecek açısından önem taşır. Kalıcılık oranlarının yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
14.11.2007 tarihinin taşıyıcısı “Kuşadası’nda” adlı, başlıklı şiiri kitabın 41. sayfasında yeralıyor. Bu şiirden bir dörtlükle devam edelim:
Gezdik sokakları, sahile indik,
Yâr bağrıma yaslı, ben ise dimdik,
Heyecan dorukta, korkuyu yendik,
Nice engeller aştık, Kuşadası’nda..
Bu beraberliğin, İzmir Terminal’deki bitişi, ayrılığı son dörtlükte dile getiriliyor, anlatılıyor.
Şakir Susuz kitabın son sayfalarında, bazı kişilere ithaf ettiği şiirlerinden örnekler verirken, kendisine yazılan şiirlere de yer vermiş. Bendenize, bu satırların yazarı İsa Kayacan’a ithaf ettiği “İsa Kayacan” adlı, altı dörtlükten oluşan şiiri 133 ncü sayfada karşımıza çıkıyor. Teşekkürlerimi sunuyorum efendim.
Arka kapakta, yakışıklı bir Şakir Susuz boy fotoğrafı. Sol sütununda “Döküldün içime” adlı beş ayrı dörtlükten oluşan şiir. Bu şiirin ilk dörtlüğü:
Döküldün içime bir ırmak gibi,
Deniz ettin, derya ettin, göl ettin,
Ne akıl bıraktın, ne fikir bende,
Ferhat ettin, Mecnun ettin, çöl ettin. ***
Devlet sanatçısı, bestekâr Engin Çır’dan:
bir ‘Burdur’ şiiri…
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Hemen hemen her şiirin bir öyküsü, yazılmadan, sayfalara-sütunlara aktarılmadan önce bir geçmişi, anlatılması gereken bölümü-bölümleri vardır.
Engin Çır, Devlet sanatçısı, bestekâr. İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosunda görev yapıyor.
Anılan Koronun Müdürlüğünü yapan, hemşehrim Güner Özkan ve çalışma arkadaşlarıyla (bunların içinde Engin Çır’da vardır) 04 Eylül 1993 tarihinde Burdur’a konser için giderler. O tarihte Burdur’un Belediye Başkanı rahmetli Armağan İlci’dir.
Burdur’a 50 km. kala, sohbet sırasında Güner Özkan, Burdur’un özelliklerinden güzelliklerinden sözeder ve Engin beye; “Burdur için bir şiir yazar mısın? diye sorar. Engin Çır, hemen kağıt kaleme sarılır, şehre girmeden aşağıda okuyacağınız şiirin yazılışını tamamlar. Burdur’daki konserin sunucusu, TRT’nin ünlü sunucularından Mehpare Çelik’tir.
Burdur Atatürk Spor Stadında (açık) program başlar. Mehpare Çelik hanım, Engin Çır arkadaşımızı anons eder ve Engin Beyin kısa zamanda yazdığı, Burdur şiirini okur. Stad alkıştan çınlar. İşte Engin beyin Burdur şiirinin yazılış öyküsü, işte şiirin kendisi efendim:
ŞİRİN BURDUR’um (Engin Çır)
Şu Burdur’un etekleri, yeşil bağla süslenir,
Boz dağlarda yanık yanık türküleri seslenir,
Dikkuyruklar göç eder de, buralarda beslenir,
Bu vatandan bir parçasın, benim şirin Burdur’um,
*
Ayrı bir güzellik verir, gök mavisi gölleri,
Kemanesi ve sipsisi coşturur hep gülleri,
Nakış nakış halıları, imrendirir illeri,
Bu vatandan bir parçasın, benim şirin Burdur’um..
*
Nice antik kentler senin toprağında yatıyor,
Geçmişinle gururluyuz, tarihe güç katıyor,
Yüreğimiz coşku dolu, Burdur Burdur atıyor,
Bu vatandan bir parçasın, benim şirin Burdur’um.
*
Gelip görmedikten sonra, sormayın erenlere,
İnsuyunda Mağarası, şifadır girenlere,
Dallarında meyveleri, haz verir görenlere,
Bu vatandan bir parçasın, benim şirin Burdur’um.
*
Efelerin diyarında, mutlu olur gönlümüz,
Güler yüzlü insanıyla neş’e bulur gönlümüz,
Tavsiyemdir, görmek gerek, mutlu kalır gönlünüz,
Utandırmaz misafiri, benim şirin Burdur’um. ***
Osman Öcal’dan: Tuğra
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kırıkkale ilimiz merkezinden sesleniyor Osman Öcal. 120 sayfalık şiir kitabı. Antalya Güllük Şiir Derneği Başkanı Mustafa Ceylan’ın iki sayfalık bir sunuşu “ Tuğra’ya dair” başlığıyla yazdığı yazı, değerlendirme ve yorum var. Sayın Ceylan; “Tuğra”nın Osman Öcal’ın ilk kitabı olduğundan sözederek söze başlıyor. Sonra “Tuğra adı verilen bu kitap, sahasında ilk ve tek kitaptır. Çünkü Tuğra’da bulunan bazı bilgiler, hem de örnekleriyle, kitap hüviyetinde ilk kez yayınlanmaktadır. Türk edebiyatı, Türk şiirini basit sığ ve kuru çöl hüviyetinde düşünenlerin ne kadar yanıldıklarını ispat eden (Tuğra) harflerden, kelimelerden ve mısralardan oluşan söz sultanı, şiirin önemli bir imzası, önemli bir damgası ve markasıdır” diyor.
Anlaşılıyor ki elimizdeki kitap, edebiyatımız açısından önemli masajların getiricisi, ortaya koyucusu. Giriş bölümünde, “ Türk edebiyatı nazım biçimleri”nden söz ediliyor ve şöyle bir sıralama yapılıyor:
1-Divan Edebiyatı’nda nazım biçimleri,
2-Halk Edebiyatı’nda nazım biçimleri,
3-Yeni Türk Edebiyatı’nda nazım biçimleri,
4-Gülce Edebiyat akımı nazım biçimleri...
Sayfa 70’de başlayan “Yeni Edebiyat Akımı Gülce” nin altında yazılanlardan bir bölüm aktararak devam edelim. Buyrun:
-“Mustafa Ceylan, Harun Yiğit, Ekrem Yalbuz ve Osman Öcal önderliğinde gelişen son dönemin edebiyat akımıdır. Bu akıma, Ozan Sentezi, Yusuf Bozan, Refika Doğan, Mehmet Nacar ve çok sayıda şair de katılmıştır, vezin ve şekil kavgalarına son veren ayrıştırmayan, birleştiren; yeni tarz şekil ve üsluplarla iz bırakan şiirlere imza atmışlardır” denilişi dikkat çekici.
Yeni Edebiyat Akımı-Gülce’nin; Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece, nazım türü olan Dönence’ye verilen örnek, 76 ncı sayfada “ Bedduanı sal gayrı” adıyla karşımıza çıkıyor. ilk dörtlüğü bu şiirin, bu örneğin:
Kar ayazı değil bu beni yakıp kavuran,
İstemsiz sırtladığım değişmez karayazı,
Gönül ermiyor ise var yarama dil ersin,
Dilersin;gazele dön şarap olsun avuran. ***
Fikret Sezgin’den: Sevince Irmak Olmak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Adana’dan güçlü bir ses ... Şiirleriyle bize ulaşan bir isim ve imza:
Fikret Sezgin 124 sayfalık “Sevince Irmak Olmak” şiir kitabı. Kısa bir sunuş, Fikret Sezgin imzalı. Duraksız Tren, başlıklı, isimli bir dörtlük 11 nci sayfada karşımıza çıkıyor. Bu dörtlük şöyle:
-Herkesin yolculuğu,aldığı bilet kadar,
Dünyada durak dolu, her yerde inecek var,
Seninle yolculukta, duraksız trendeyim,
Sen istersen bu yollar, sonsuza kadar uzar.
Fikret Sezgin, dörtlüklerle söylemek istediklerinin bütünlüğünü ortaya koyabiliyor. Şiirde aldığı mesafenin uzunluğunu gösteriyor böylece. İşte burada, bu noktada O’nun kutlanması, alkışlanması, gerekiyor. Hem kutluyor, hem alkışlıyorum efendim. Tebrikler sayın Sezgin.
77 nci sayfada bir ikinci bölüm başlıyor. Adı: Kamış gözüyle dünya. Bu bölümün sunuşunda Fikret Sezgin (bir yerinde) : “Kamış gözüyle dünya, her şeye rağmen yaşamaya değer. Güneşi, yağmuru, rüzgârı, balığı, kuşuyla, bir gerçek” diyor. Bu bölümden, sayfa 81’den “ Kamış gözüyle dünya” adlı dörtlükle bir merhaba diyelim, sütunumuza aktaralım. Buyrun:
-Herkesin ayağı var, benim köklerim güya,
Yollar düşman görünür, benim yürümem rüya,
Gece-gündüz kuşkulu, biçilmeyi beklemek,
Karanlık bir yazgıdır, kamış gözüyle dünya.
Dörtlüklerin başlıklarından ( bazıları ) : Sevince ney olurum, Mutsuz kamış, Kamışın sevdası, Her kamış kaval olmaz, Yok kamıştan ötesi, Kamış adam, Kamışlı inkâr, Sevme hakkım bile yok, Huzur bulan deniz vd.
Arka kapaktakilerden :
1- Canım dedem, kalbinizde tüm dünyaya yetecek kadar sevgi var. (Mine Sezgin)
2- Duyguları kağıda dökmek gerçekten zormuş ve siz bu işi yıllardır yapıyorsunuz. (Çetin Bilgin)
3- Her ne kadar bizden uzak olsan da senin manevi desteğini her zaman yanımda hissederim. (Fikret Sezgin )
4- Kimsenin gitmediği yollardan giderdin ve ben de uzaktan izlerdim seni (Pınar Sezgin)
İSTERSEN KALIRSIN (Şükrü Öksüz)
Aydın ilimiz merkezinden seslenen Şükrü Öksüz’ün beş ayrı dörtlükten meydana gelen “İstersen kalırsın” adlı, başlıklı, şiirinden bir dörtlük:
-Kalbimdeki aşkın her zaman yeni,
Umarım vaktinde anlarsın beni.
Bütün yüreğimle sevdim ben seni,
İstersen kalırsın, istersen gidersin. ***
Ömer Erhalim’den yeni şiirler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ömer Erhalim, İzmir ilimiz merkezinde yaşıyor. Yazdığı, yayınladığı şiirleriyle dikkat çeken, isim ve imzalardan.
Bendenize ithaf ettiği ve “gizli akrostiş” olarak yazdığı şiirlerinden sadece birini “Bana Yazılan Şiirler” adlı kitabımda yer verebildim. Çünkü, o bir şiir dışındakiler, anılan kitabın sayfaları bağlandıktan sonra bana ulaştılar.
Ömer Erhalim, duygu dünyasındaki temizlik, anlatım zenginliği gibi özellikleriyle dikkat çekiyor. Gizli akrostiş olarak yazdığı yeni şiirleri var masamda. Bunların mısraları arasındaki gezintimizi birlikte başlayalım, birlikte sürdürelim. Buyurun:
Bir dostuma, adlı şiirinin başlangıç ve içindeki mısralarda (büyük harfle yazılanlarla) “Hoş geldin İsa Kayacan” başlığının çıktığını görüyoruz. Bu şiirin ilk dört mısrası:
Huzur şehri İzmir’e Onur verilir ancak,
Şahidiyiz hep bizler, Gönül aşkla yanacak,
Erenler gelir bize, Limandır gönülleri,
Duaları kabul olur, İmanlıdır dilleri..
Sonra bir başka “Gizli akrostiş”le karşılaşırız, Ömer Erhalim kaleminden çıkma. Bu şiirde de soldan sağa büyük harflerin şekillenmesiyle “İsa Kayacan” adı ortaya çıkmaktadır. Sonra “Yaşam Serüveni”nden iki mısra:
İlahi bir emirdir, Seveceksin insanı,
Aşkla yaratmış tanrım, Kainatta her canı..
Ömer Erhalim, şiirde kolaya kaçmıyor, seçmiyor. Pek az insanın denediği “gizli akrostiş” de başarılı olduğunu gösteriyor bizlere. “Uyanda gör halini” adlı, başlıklı şiirinin girişindeki Ömer Erhalim duygularından:
Milletin kan ağlıyor, uyan da gör halini,
Seçilmişler sırtında taşıyor vebalini,
Ata yadigârıdır Fethedilen topraklar,
Amacına ulaşmış kahpe olan korkaklar.
Ve sonra “İlahi Aşk” şiirindeki duygularıyla karşımıza çıkıyor Ömer Erhalim.
Bu şiirin girişindeki duyguları da şöyledir:
ilahi bir aşktır sevgiyi bize veren,
Mutluluğun halidir Elemi yere seren,
Tanrımın hediyesi Böyle bir yaşam bize,
Olmazı olur eder Ruhlar benzer denize.. ***
Çemen Dergisinin: İsa Çelikdönmez özel sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergi ve gazetelerimizin yöneticileri, “Özel sayı” hazırlayıp yayınladıklarında, “önem verme” – “değer verme” gibi özelliklerin, belirtilerin öne çıktığı anlaşılır, böyle hissedilir.
Kayseri ilimiz merkezinde yayınlanan şiir dergisi “Çemen”in Ocak 2010 ayına ait 114 ncü sayısı “İsa Çelikdönmez Özel sayısı” olarak okurlarıyla buluştu, buluşturuldu. Alim Gerçel’in sahip ve yazı işleri müdürlüğünde yayınlanan “Çemen” Dergisi, ince uzun boylu görünümüyle dikkat çekiyor. Benzerlerinden farklı olduğunu gösteriyor.
Necdet Çelikdönmez, uzun yıllar Isparta ilimiz merkezinden seslendi. Paye, adlı bülteniyle, kendine özgü yayıncılığıyla dikkat çekti. Sonra, Elazığ ilimiz merkezinden seslenen, Necdet Çelikdönmez’in oğlu İsa Çelikdönmez.
Çemen’in kapağında İsa Çelikdönmez’in (kara kalemle çizme) bir fotoğrafı var. İç kapaktaki biyografisinin girişinde verilen bilgilerden yola çıkarak devam edelim:
25 Mart 1988 tarihinde Isparta’da doğdu. Gülcü İlköğretim Okulunda okudu. Liseyi Isparta Anadolu Teknik Lisesi Elektronik bölümünde tamamladı. 2009 yılında SD Üniv. Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Endüstriyel Elektronik bölümünden sınıf ikincisi olarak mezun oldu.
Çemen Dergisinin “İsa Çelikdönmez özel sayısı”nda, İsa Çelikdönmez’in değişik şiirlerinden örnekler verilmiş. Bunlar kısa ve ortaboy olarak ifade edebileceğimiz şiirler. Kısa denemeleriyle de dikkat çekiyor İsa Çelikdönmez. Isparta’nın önde gelen isim ve imzalarından Zeki Çelik’in de İsa Çelikdönmez’e ithaf ettiği beş ayrı dörtlükten meydana gelen “İsa” adlı bir şiir de dikkat çekiyor. Önce İsa Çelikdönmez’den birkaç örnek verelim:
ACI GERÇEK (İsa Çelikdönmez)
Tarihin kendisiydik, şimdi tarih olduk,
Bilimin efendisiydik, şimdi tembelliğin kölesi,
Sanayileşirken batı, enayileşen biz,
Gelişime düşman, beklemeyin sessiz.
AŞIK (İsa Çelikdönmez)
Aşık bir mumdur, titreşir yanar,
Çaresiz volkandır, derinden kaynar,
Sevdiğini her hatırladıkça, ruhu,
Ufuklara taşar, kalbi hasretle yanar.
İSA (Zeki Çelik)
Babanın sayesinde seni tanıdım,
O günler hatırlanıp, çok anıldım,
Hakkın yoluna birlikte sığındım,
Seni anlatmak, inan ki zor İsa.. ***
Küçükten büyüğe
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bazen büyükten küçüğe, bazen de küçükten büyüğe doğru adım atılır, yol verilir, sıralama düzenlenir.
Aşağıda iki şairden (biri şiir denemeleri yapan), biri şiirimizde, sanat ve edebiyat alanımızda olgunlaşmış, önemli mesafeler almış olanı efendim.
Arı Okulları 5-A sınıfının 247 nolu öğrencisi Nazlı Aykut, Torunum. (Yeni dönemde 6.sınıfa başladı). Burdur’a birkaç kez gidip geldi. Oturup Burdur’la ilgili iki şiir denemesi yapmış. İkinci şairimiz Dalaman’dan, Burdur’un gelini Birdal Can Tüfekçi efendim:
BURDUR (Nazlı Aykut 15.08.2010)
Bir başkadır Burdur’un güzelliği,
Uyuyamıyorum sevinçten Burdur’dayken,
Rahat olurum orada her zaman,
Durmadan gezerim Burdur’u,
Uyuyamıyorum sevinçten Burdur’dayken,
Rahat olurum orada her zaman.
BURDUR DENİNCE (17.08.2010 Nazlı Aykut)
Burdur denince aklıma,
Allahın yarattıkları,
Doğanın güzellikleri gelir.
Çayır çimen kokusu gelir,
*
Burdur denince aklıma.
Burdur denince aklıma,
Köy düğünleri, eğlenceler,
Bir başka gelir bana.
Göldeki su kuşları gelir,
Burdur denince aklıma.
GÖNÜL NİKAHI (Birdal Can Tüfekçi)
Bir de bakmışım ki, karşımdasın sen.
Buruk bir sevinçle, yüreklenirim.
Ansızın çıkıp da, gelivermişsen,
Buruk bir sevinçle yüreklenirim.
*
Saniyeler uzar, nefes kesilir,
Koskoca hasretin sığmaz zamana,
Kanatlanan yürek bir taş kesilir,
Buruk bir sevinçle, yüreklenirim.
*
Kavuştuğum anda, akan su durur,
Vuslat ateşinden pınarlar kurur,
Kafeste kuş gibi, yüreğim vurur,
Buruk bir sevinçle, yüreklenirim.
*
Gönül nikâhım var, ele ne gerek,
Dağ taş, dere tepe, yola ne gerek,
Seviyorum derse, güle ne gerek,
Buruk bir sevinçle, yüreklenirim.
***
Kahramanlık Şiirleri, Marşlarımız, Türkülerimiz
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Rabia Gölbaşı’nın, Ankara’da geleneksel olarak her yıl Mayıs ayında düzenlediği “Rabia Gölbaşı-Şiir Şölenleri”nden bir yenisi, 22 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi.
Rabia hanım, titiz çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Şölenlerine katılanlarla katılamayanların tespitini de yapıyor. Şölen sonunda, katılımcılara verdiği “Takdirname” üzerinde şu cümlelerle teşekkür edildiğini görüyoruz:
Sayın İsa Kayacan; Geleneksel olarak her yıl mayıs ayında düzenlediğimiz, “Rabia Gölbaşı-Şiir Şölenlerine” devamınız görülmüştür. Bu vesileyle size sürekli katılımınızdan ve gönül pınarınızdan akan duygu dolu mısraları bizlerle paylaştığınız için sonsuz teşekkürlerimizi ve takdirlerimizi sunuyoruz. (Rabia Gölbaşı, şair, yazar, gazeteci, 22 Mayıs 2010)
Rabia Gölbaşı’nın yukarıda adı geçen şiir şöleninde katılımcılara dağıtılan birde kitap vardı. Adı: Kahramanlık Şiirleri, Marşlarımız, Türkülerimiz. 03 Mayıs 2010 Türkçüler Armağanı olarak dağıtılan bu kitabın yayına hazırlayıcısı: Meriç Coşkun.
92 sayfalık kitabın önsözü Meriç Coşkun imzasının taşıyıcısı. Bir yerinde; “Tarihe sığdırılamayan yüce bir milletin kahramanlıklarını bu kitapçıkta ifade edilmek elbette mümkün değildir” deniyor.
Mehmet Akif Ersoy imzalı, İstiklal Marşı’yla söze başlanıyor. Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabesi, ardından Arif Nihat Asya hoca’nın Ağıt, adlı şiiri… Yine Arif Nihat Asya hocadan, Bayrak, kalk yiğidim adlı şiirler. Dilaver Cebeci’nin “Türkiye’m” adlı şiiri. Dilaver Cebeci’nin farklı şiirleriyle sayfalardaki selamlaşmamız sürüyor.
Yavuz Bülent Bakiler ağabeyimizin, ünlü “Antepli Şahin” adlı, başlıklı şiiri. Bu şiirden iki bölüm:
Ben Antepliyim, Şahin’im ağam,
Mavzer omzuma yük.
Ben yumruklarımla dövüşeceğim,
Yumruklarım memleket kadar büyük.
*
Bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillah,
Bu kaçıncı ölüdür,
Bir türkü söylenir, siperlerde her sabah,
Vurun Antepliler namus günüdür!.. ***
Cumhur Turan’dan: Varsa yoksa sevda
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yaşamımızda önemli olanlar vardır, önemli ve anlamlı kabul ettiklerimiz vardır. “Varsa, yoksa sevda” demek doğru mu?.
Ankara’nın ünlü şair ve yazarlarından Cumhur Turan’ın Payda yayıncılık kuruluşu yayınları arasında günyüzü gören 96 sayfalık şiir kitabının adı: Varsa, yoksa sevda.
Cumhur Turan hoca “Başkarken” başlığı altındaki sunuşunun bir yerinde, daha doğrusu girişinde:
“Sevda, acımasız gerçekler dünyasında onunla çarpışarak kendine hep özel bir yer bulmuş bir duygu fırtınasıdır. Bu fırtınanın sonu nasıl gelirse gelsin, bu fırtınada yaşananlarda onun gibi hep özel olacaktır” diyor, doğru söylüyor.
Kitap içinde kısa soluklu ve orta anlatım uzunluğunda, solukluğunda şiirler var. Kitabın ilk şiiri “Bulutlarınsa tek engelim” adının taşıyıcısı. 7 nci sayfada karşımıza çıkıyor. Buradan:
Yel nasıl da okşuyor yaprakları,
Bir bir öperek damarlarını,
Kar nasıl da doyuruyor toprağını,
Pırıltılı beyazlığında,
Damla damla sunarak bedenini,
Güneş nasıl da ısıtıyor içini,
Yakıcı ama yangın değil,
İşte aynen öyle,
Yel/Kar,
Güneşe eş yönelişlerdeyim bugünlerde,
Bulutlarınsa tek engelim.
Cumhur Turan, yazdıklarıyla, yayınladıklarıyla bir bütünlük içinde bakıldığı zaman, geleceğe taşınacak öykü, roman ve şiirlerin altına imza atmış bir şair ve yazarımızdır.
O’nun yayınlanmış kitaplarının sıralanışı şöyle bir tablo ortaya koymaktadır: Olmazlara sevdalıyım, Taç için, Emef, Uyuyan kente yolculuk, Fıkranın şiiri, Anadolu gemisi, Hüzün yağmuru, Uzun ince, Hissettin mi hiç?, Demon, Kirliydi zaman, Varsa yoksa sevda..
***
Dr. Şemsettin Küzeci’den: Biz güneş değiliz
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yayınladıklarıyla takdir edilen, alkışlanan isim ve imzalardan Dr. Şemsettin Küzeci yeni bir kitapla karşımıza çıktı. Adı: Biz Güneş Değiliz.
Merkezi Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de bulunan, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliğinin Irak Şubesi yayınlarının, şiir dizisinin ilki. 64 sayfayla günyüzü gören bir kitap.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Tamilla Aliyeva’nın “Hasretle gül erken şairin gamlı yüreği” başlıklı bir sunuşu, değerlendirmesi var. Tamilla hoca bu sunuşunun bir yerinde:
“Şemsettin Küzeci de güzel Kerkük’ü şiirlerinin başkahramanı seçiyor, hangi konudan konuşursa konuşsun, sohbet yine Kerkük’ün üzerinedir. Kerkük-Vatan Şemsettin Bey için anadır” diyor, devam ediyor.
11 nci sayfada ve arka kapakta yeralan mısralar, anlatım:
“Biz güneş değiliz/Güneşi/ Görmeye gelmişiz/Ölmeden önce”. Ne kadar anlamlı, üzerinde düşünülmesi gereken bir ifade biçimi, anlatım değil mi?
Şiirler, genellikle kısa kısa şekillenmiş, sayfalara aktarılmış. 16 ncı sayfadaki “Bizden Değil”i birlikte okuyalım:
“Güneşi”, isteyen uyanmalıdır:
Milletini omzunda taşıyan,
Her zorluğa dayanmalıdır.
Bu istekleri gerçekleştiren,
Çilelere acılara katlanmalıdır.
Katlanmazsa, bizden değil!..
Dr. Şemsettin Küzeci, Kerkük yaşar, Telafer yaşar, Irak yaşar, kısacası Türk dünyası yaşar. 48,49 ve 50 nci sayfalarda yeralan uzunca bir şiir “Kerkük’ü özlediğim kadar seni özlemişim”.. Bu şiirden giriş bölümü:
Gelişini biliyordum,
O yüzden seni bekliyorum,
Seni, özlediğimi biliyorsun,
Bana sarılıp gülüyorsun,
Seni, Kerkük’ü özlediğim kadar
Özlemişim.
Gözlerin, Gürgürbaba gibi,
Isıtıyor.
***
Almanya’daki Kemal Petricli’den iki mektup
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana gelen mektupların sayısı dört binlerin üzerindedir. Bunların bir kısmını 1999 yılında “Bana Gelen Mektuplar” adıyla kitaplaştırdım.
Sonraki yıllarda gelen mektupların bir kısmı da, yayınladığım kitapların son bölümlerindeki yerlerinden sizlerle merhabalaşıyor. Yenileri ise, yeni yayınlanacak kitaplarımda yeralacak inşallah.
Almanya’da yaşayan, şair yazar ve araştırmacı Kemal Petricli’den de sıksık mektup alıyorum. Bu mektupların ikisinden bazı satırları:
Değerli dost sayın isa Kayacan; Siz bana Allahın bir lütfusunuz. Bana ansızın bir yardım eli uzattınız. Bu lütfu insanlık örneğinizle kanıtladınız.
Diğer dostlar dağıldılar mı?. Yoksa uçup kayboldular mı, bilemem!. Bunca yıl gazete ve dergilerde isim isime, karşılıklı geldiğimiz, kim daha güzel yazıp yayınlayacak diyen iddiacılara ne’oldu?.
Bir tek kaybolmayan, yazıp çizen, gazeteleri sevindiren, dost olarak hayatın durmadan pençesinde yorulmayan sizinle gıpta ediyorum. Ben de kaybolmadım, tam ortadayım. Görmüyorlarsa gözleri, duymuyorsa kulakları tıkalı..
Siz, gerçekte çok verimlisiniz. Size yetişmek soluk ister. O solukta henüz kimsede yok. Basının dostu olmak öyle kolay değil. Şiirin ve yazı yazma sanatının yanında, aile efradına da yanına katmak gerek. O zaman uğraş çoğul teşkil ediyor yazarına.
Gönüllerde taht kurmanın sırrı, bilgili olup, bilgileri dağıtmayı becermektir. Ben sizi kutluyorum. Sizin bu cevher içinizde. Saygılar, gönderileriniz geliyor. Sonsuz teşekkürler, eksik olmayın, sağolun (Kemal Petricli, Köln, 20 Mayıs 2010)
Sayın İsa Kayacan, değerli dostum; Siz her yazı dalının sahibisiniz. Sizi tanıtan sevginin parçalarını toparladığımda, eşine rastlanmayan bir yazı kalemi çıkıyor karşımıza.
Okuyucularınız yazılarınızda her arananı kolayca buluyor. Okuyucularınız ve basın mensupları (yöneticileri, çalışanları) sizi de el üstünden indirmiyor. Kademe kademe yükseğe tırmanıyorsunuz.
Ben daha başkayım. Aslında duygusallık iyi değildir deseler bile, aksine ben duygu yüklü biriyim.
Ruhumu asla kapalı tutup paslandırmam. En son sözü, başta söylerim. Ne insanları ezerim, nede kendimi ezdiririm. Bütün doğrulukların içlerinde arananlarda bir de ben varım. Özür dilerim, esti işte. Yazdım, affınıza sığınarak. Kendinize iyi bakın. Siz bana bir mücevherden daha üstünsünüz. Sonsuz saygılar. (Kemal Petricli, Köln, 15 Haziran 2010)
***
Azerbaycan’daki Ayten Aydıngızı’ndan:
Diyalog felsefesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’den seslenen, yayınlarıyla bize ulaşan Doç. Dr. Ayten Aydıngızı’nın yeni bir kitabı var masamda. Adı: Diyalog Felsefesi.
150 sayfalık küçük boy görünümüyle bize ulaşan Doç. Dr. Ayten Aydıngızı’nın “Diyalog Felsefesi” adlı kitabının ilk başlığı:
-“Nizami Ceferov diyalog felsefesini çok güzel bilen bir alimdir”. Buradan aldığımız anlatım satırlarından:
-“Bir dilçi, ilim adamı için farklı yanaşma üslubunun, farklı prizmaların olması çok önemlidir.”
Kitabın hazırlanış amacı, içeriği hakkında Ayten Aydıngızı’nın bir notu, açıklaması var 4 ncü sayfada. Burada şöyle açıklamada bulunuluyor:
-“Filologiye ilimleri namzedi, Doçent Ayten Aydıngızının okuyuculara takdim olunan ‘Diyalog Felsefesi’ adlı ilmi-Publisistik eserinde AMEA’nın muhbir üzvü, emekdar ilim hadimi, Milli Meclisin Medeniyet Komitesinin sedri, Azerbaycan Atatürk Merkezinin müdürü, Profesör Nizami Ceferov’un 50 yıllık ömür yolu, ilmi yaradıcılığı elliden çok sualla diyalog formasında araştırılmıştır”.
Demek ki kitabın içeriği Prof. Dr. Nizami Caferov’un 50 nci yılı kutlamaları çerçevesinde hazırlanan bir çalışmanın ürünü olarak anlaşılıyor, görülüyor.
Kitabın ilmi redaktörü: Neriman Hesenzade.
Sayfa 36’dan, bir soru ve bu soruya verilen cevap:
-Türk menşeli Azerbaycan dili, Türk dili, yoksa ortak Türk dili?. Bir dilçi kimi Profesör Nizami Ceferov hangisini daha çok kabul ediyor?.
Cevap: Azerbaycan dili, Türk menşeli dildir. Bunun için mübahise elemeye hiç ihtiyaç yoktur. Azerbaycan dili, Türk dillerinden biridir, amma içerisinde alınma sözler var ve bunlar da hiçbir halda dilin menşeyini tayin edemez. Bu cür iddia edenler de var ki, guya Azerbaycan dilinin genezisinde İran menşeyi durur.
Sayfa118’den: Soru: Nizami Müellim için güc nedir?.
Cevab: Benim için güc birinci sırada şahsiyetli olmaktır. Yani insan şahsiyetliyse, güclüdür, manevi zenginlik, maddi imkânlar ve bunların muhtelif formada tezahürleri esas odur ki, bunlar bütövlükde umumi harmaniya teşkil edebilsin.
Kitabın son bölümünde, “Diyalog felsefesinin tecessüsü” bölümünde, Prof. Dr. Nizami Ceferov’un, değişik toplantılardaki görüntülerinden (fotoğraflarından) örnekler veriliyor. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
GERÇEKLERİN IŞIĞINDA;
FRANSIZLAR VE ERMENİLERE SOYKIRIM DERSİ

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ermeni meselesinin diyelim, Ermeni sorununun diyelim, yıllardır Türkiye’nin, Türklerin karşısına çıktığı, çıkarıldığı, özellikle Fransa başta olmak üzere, bazı Ermeni yandaşları tarafından, yalanlarla, dolanlarla, temcit pilavı gibi hep önümüze sürüldüğü gerçeği karşısında, hep dimdik durduk, böyle durmaya devam edeceğiz. Çünkü biz haklıydık, haklıyız, haklılığımızı söylemeye devam edeceğiz. Ermeni sorunu üzerine yayınlanan Batı çıkışlı kitapların hemen hemen tamamı, propaganda amacı taşımaktadır. Bu arada Ermeni tarihçilerin ve rahiplerinin sözde davaları lehinde sahte belgeler düzenlediklerini, dünya kamuoyunu etkileme faaliyetleri içinde olduklarını da unutmamalı, gözden, değerlendirmelerden uzak tutmalıyız.
TARİHTE İLK DEFA
Ortaçağ dönemine ait Bizans, Latin, Rus, Arap, Süryani, Fars, Ermeni ve Türk kaynaklarını araştıranlarca; Ermenileri tarihte ilk tehcire (mecburi göçe) tabi tutanların, Ermenileri topraklarından zorla uzaklaştıranların, onları yersiz, yurtsuz hale getirenlerin ve inanç hürriyetlerini ortadan kaldırmak suretiyle Ermenileri Ortodoks veya Mecusi olmaya zorlayanların, Bizanslılar ve İranlılar olduğu yabancı kaynaklara dayanılarak ortaya konulmaktadır.
TAŞNAK PARTİSİ
Rusya’da Çar’ın, ülkesindeki radikalizmi yok etmek için uyguladığı baskılar sonucu dağılan Ermeniler’i birleştirmek amacıyla, Hınçak (Çan) Partisinin memnun edemediği bazı Ermeniler, önce “Troşak” yani “Bayrak” adı altında, daha sonra 1890 yılında Taşnaksutyum adıyla bir parti kurdular. Yayınladıkları “Troşak” gazetesinden dolayı Taşnaklar’a, Troşak Partisi adı verilmiştir.
Marksist ve Sosyal Demokrat grupların bileşimi olan Taşnak Partisi (Ermeni İhtilalci Federasyonu) nin 1892 yılına kadar belli bir programı olmamıştır. Taşnaklar’ın 1892 yılında kabul ettikleri programlarında, Osmanlı Devletiyle yapacakları mücadele metodları ve amaçları şöyle sıralanmıştır:
1- Çeteler kurmak ve bunları örgütlemek,
2- Ermenileri silahlandırmak için her yola başvurmak,
3- Resmi görevlilere karşı terör uygulamak,
4- İnsan ve silah için ulaşım şebekeleri kurmak,
5- Hükümete ait binaları basmak tahrip etmek,
6- Aşiretleri de taraflarına alarak isyan çıkarmak,
7- Böylece, büyük devletlerin müdahalesini sağlamak, Müslümanlar’ın kovulacakları ve öldürülecekleri altı Anadolu vilayetinde sosyalist bir Ermeni Cumhuriyeti gerçekleştirmek.
Taşnaklar’ın daha organize bir parti olarak ortaya çıkmazdan önce, Türkler’e uyguladıkları terörü, kendi ırkdaşlarına karşı da gerçekleştirdikleri görülmektedir.
Taşnaklar’ın Osmanlı Devleti’ni zayıf düşürmek ve yabancı müdahalesini hazırlamak için Doğu Anadolu’daki aşiretlerle Makedonya Komiteleri’ne çengel atıp işbirliğine teşebbüs ettikleri de görülmektedir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN ZAYIFLAMASI
Osmanlı İmparatorluğu’nda huzur ve güven içinde yaşayan Ermeniler, devletin zayıflamasıyla tavır değiştirmişler, kendileri için ifade edilen “Millet-i Sadıka” deyimine aykırı hareket etmeye başlamışlardır.
Anadolu’da barış ve huzurun ortadan kalkması için her türlü girişimde bulunulmuş, tahriklerle isyanlar çıkarılmış ve Anadolu, Ermeni İhtilal örgütlerinin neden olduğu çatışmalara sahne olmuştur. Ermenilerin amacı, Doğu Anadolu’yu içine alan bir Ermeni Devleti kurmaktır.
Türkler’i topraklarından atma düşünce ve hareketlerinin başında iki merkez vardı. Biri eski ismi ile Zeytun, diğeri Haçin’dir.
Haçın kasabası, Orta Torosların sıradağları arasında Obruk çöküntüsünden çıkan, Çatak suyu ile Bostanlık suyunun oluşturduğu, vadide kurulmuştur.
Adana Ermeni olayları üzerine, Haçın Ermenileri de isyan etmişlerdir. 17 Nisan 1909 tarihinde olaylar çıkarılmıştır. Ermeniler 11 Türkü şehit etmişlerdir. (Haçin’in şimdiki adı: Saimbeyli’dir)
Ermeni yerleşim yerlerinden birisi de Zeytun ve civarıdır. Ermenler’ in Maraş bölgesine yerleşmeleri VIII. yüzyıla rastlamaktadır. Zeytun Ermenileri Maraş civarında sürekli kargaşalık çıkarmışlardır. Zeytun Ermenilerinin geniş çaptaki isyanlarından birisi 1895 isyanıdır. 24 Ekim 1895 tarihinde başlayıp, 28 Ocak 1896 tarihinde biten bu isyanda bir Ermeni kaynağının verdiği rakama göre, 13 bin asker olmak üzere Türkler 20 bin kişiyi kayp vermişlerdir. Ermenilerin kaybı ise sadece 125 kişidir.
(Sonradan, Hakmehmet Köyünde toplu kuyumezar ortaya çıkarılmıştır.)
ULUSLARARASINA TAŞINDI
Osmanlı Devletinin son elli yılına damgasını vuran en önemli ve önde gelen sorunlardan biri, kuşkusuz Ermeni sorunudur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere ili Rusya arasındaki rekabetin yarattığı emperyalizm sorunu ortaya çıkarken, Ermeniler bundan sonra Osmanlı Devleti’nin bütün Hıristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet kurma çabasına girmişlerdir.
Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında yenilgiye uğradıktan sonra 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayestefanos Antlaşmasının 16.maddesi ve daha sonra onun yerini alan Berlin Antlaşmasının 61.maddesiyle Ermenilerle ilgili ıslahat yapmayı kabul etmiştir. Böylece Ermeni sorunu uluslararası antlaşmalara girmek suretiyle, Osmanlı Devleti’nin kendi egemenlik hakları çerçevesinde çözebileceği bir iç sorun olmakkan çıkmış, Rusya ve İngiltere’nin müdahele aracı olarak kullanacakları bir sorun haline dönüşmüştür.
Doğrusu odur ki, asırlardır Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında yaşayan Ermeniler, İmparatorluğun her tarafına dağılmışlar, korkusuzca, asayiş içinde, mal, can, ırz ve namusları emniyet altında, mezheb açısından da tamamen serbest, huzurlu, ekonomuk açıdan ise Müslüman tebeadan daha rahat yaşamışlardır. Ticaret ve sanatla uğraşmışlar, sarraflık ve kuyumculuk yapmışlar, öteden beri Osmanlı Devletince özıl hizmetlerde ve emniyet gerektirecek işlerde kullanılmışlardır. Devletin Darphane ve Baruthane gibi önemli kuruluşlarının başına geçmişler ve “Millet-i Sadıka” olarak adlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti Hıristiyan tebeasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır.
TÜRKLER HEP HOŞGÖRÜLÜ
Türkler, başka dünya milletlerinin ve yöneticilerinin aksine, hakimiyetleri altındaki Ermenilere, tarih boyunca hep müsamaha göstermiş; dillerin, dini, inançlarına örf ve adetlerine dokunmamış, aksine onlara hiçsir kimsenin ne gördüğü, ne tanıdığı imtiyazlar vermiştir. Ermeniler hatırlamalıdırlar ki, Türklere dinlerini ve kültürlerini bugüne kadar sürdürmüş olmayı borçludurlar.
Türkler, Ermenilerin imdadına yetişmemiş olsaydı, hakim milletler onları içlerinde eritip yok edeceklerdi. Şayet onları bugüne getiren “Milli Kilise” leri varsa, yeryüzünde Ermeni mevcutsa, bunu Türklerin müsamahasına, hoşgörüsüne borçlu olduklarını unutmamalıdırlar.
KAZILAR GÖSTERİYOR Kİ:
SOYKIRIMLAR ERMENİLER’İN
Gerçekte Türkler değil, Ermeniler soykırım yapmışlardır. Bir milyondan fazla insan Ermenilerce hunharca katledilmiştir. Van’da, Muş’da, Bingöl’de, Iğdır’da, Erzurum’da ve Anadolu’nun pek çok yerinde Türkler, Ermenilerin katliamlarına uğramışlardır.
Acılarla hatırladığımız, 1918 yılında Taşnak, Hınçak ve Sutyan Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu’nun bir çok yerinde gerçekleştirdikleri katliamlar, bunların ardından yaşanılan içler acısı olaylar, bugün bile hatıralarda canlılığını korumaktadır. Bu konudaki araştırma ve değerlendirmelere göre;
1915-1919 olayları sırasında Ermeni çeteleri tarafından gerçekleştirilen ve yaşlı, kadın, çocuk demeden katledilen masum Türkler’ e ait çok sayıda toplu mezarın bulunduğu, ortaya çıkarıldığı bilimsel kazılar sonunda kendini göstermektedir.
Iğdır Oba Köyü Toplu Mezar Kazısı:
1- Iğdır’a bağlı Oba Köyü’nde Ermeniler tarafından katledilmiş Türklere ait toplu mezar olduğu tespit edilmiş, arşiv araştırmaları ve olayın yaşayan görgü tanıkları tarafından desteklenmiştir.
2-Erzurum-Alaca Köyü Toplu Mezar kazıları:
01 Temmuz 1986 tarihinde Erzurum’a bağlı Alaca köyünde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında iki mezar açılmış, toplam 120 ye yakın insan iskeleti yanında ele geçirilen Kur’an-ı Kerim sayfaları, örgülü saç parçaları, Arapça yazılı muska, kolye taşları ve boncuklar, toplu mezarların kesinlikle masum Türklere ait olduklarını ve katliamın 1918 Şubat ayında yapıldığını ortaya koymuştur.
3- Erzurum- Dumlu Yeşilyayla köyü toplu mezar kazısı:
Dumlu’ya bağlı Yeşil yayla Köyü’nde 07 Ekim 1988 tarihinde yapılan toplu mezar kazısı, Oba ve Alaca’da tanık olunan Ermeni vahşetini yeni belge ve bulgularla ortaya koymuştur. 1918 yılı Mart’ında meydana geldiği, Kazım Karabekir Paşa’nın hatıralarından öğrenilen Yeşilyayla katliamını aydınlatmayı amaçlayan kazının en önemli yanı, çalışmaları izlemek üzere dış basının da davet edilmesidir.
4- Van-Zeve toplu mezar kazısı:
Çitören Köyü yakınında yeralan Zeve Şehitliği’nde 04 Nisan 1990 tarihinde yapılan kazıda, 30-40 cm. kalınlıktaki yığıntı toprağın kaldırılmasından sonra, topluca öldürülmüş insanlara ait iskeletlerle karşılaşılmıştır. Yerli ve yabancı çok sayıda basın-yayın organı mensuplarınca da izlenen kazıda, çok sayıda insan iskeleti ve bunlara ait eşyalar ortaya çıkarılmıştır.
5- Kars- Subatan toplu mezar kazısı:
20 Haziran 1991 tarihinde yapılan Subatan kazısında çalışmalar 8x10 m’lik bir alanda yoğunlaştırılmış ve kazıda çocuk iskeletleri ile başına balta ile vurularak öldürülmüş insan iskeletlerine rastlanmıştır. Görgü tanıklarının ifadesine göre, buradaki olaylarda toplam 570 masum insan katledilmiştir.
6- Erzurum- Pasinler Tımar Köyü toplu mezar kazısı:
07 Temmuz 1993 tarihinde yapılan Tımar kazısı, Ermenilerin gerçek yüzünü bir kere daha ortaya koymuştur. Espençe, Sürbahan, Ügümü köylerinden kaçarak Tımar’da Osman Ağa’nın konağına sığınan, yaşlı, kadın ve çocuklar burada, Ermeni çetelerince topluca öldürülerek yakılmıştır. Tarihi arşiv belgelerine göre 13 Mart 1918 tarihinde gerçekleştirilen olayda katledilen Türklerin sayısı 300’ ü bulmaktadır.
AZERBAYCAN HANLIKLARINDAN GÜNÜMÜZE
Rusya İmparatorluğunun Güney Kafkasya’yı istilasına kadar, Azerbaycan hanlıklarında oturan Hıristiyan Ermeniler bu yerlerin nüfusunun çok az bir kısmını oluşturuyorlardı. Örneğin, Karabağ Hanlığı’nda oturan 12 bin aileden iki bin 500’ü, Şemahi Hanlığı’nda oturan 24 bin aileden bin 500’ü, Şeki Hanlığı topraklarında oturan 15 bin aileden ise sadece üçte biri Ermenilerden oluşmaktaydı.
1826-1828 yılları arasındaki Rusya-İran savaşı sonucunda bu topraklara 8 binden fazla Ermeni ailesi (40 bin kişi), 1828-1829 yıllarındaki Rusya-Türk savaşı sonucunda ise Osmanlı İmparatorluğu’ndan 14 bin Ermeni ailesi (84 bin 600 kişi) Güney Kafkasya’ya göç ettirilerek, Erivan, Nahçıvan ve Karabağ hanlıklarının topraklarında yerleştirilmişlerdi.
24 Aralık 1829 tarihinde, İ. Paskeviç’e detaylı rapor sunan G. Lazarev üç buçuk ay içinde 8 bin’den fazla Ermeni ailesinin (40 bin kişi), Rusya’nın yeni işgal ettiği Erivan, Nahçıvan ve Karabağ topraklarında yerleştirildiklerini bildiriyordu.
Hatta, Rusya İmparatoru I.Nikolay 21 Mart 1828 tarihinde, Ermenilerin Rusya karşısında “hizmetleri göz önünde bulundurularak, onların isteklerine uygun olarak Erivan ve Nahçıvan hanlıklarını içine alan bir-Ermeni Vilayeti-yaratılması” üzerine ferman bile yayınlamıştı.
1828-1829 yıllarında İran’dan, “Ermeni Vilayeti”ne 6 bin 496 Ermeni ailesi (35 bin 560 kişi), 1830 yılında ise Osmanlı İmparatorluğundan üç bin 682 Ermeni ailesi (21 bin 666 kişi) göç ettiriliyordu. Böylece, İran ve Osmanlı İmparatorluğundan üç yıl içinde toplam 10 bin 628 Ermeni ailesi (57 bin 226 kişi) Rusya’nın yarattığı “Ermeni Vilayeti”ne göç ettirilerek bu vilayette Ermeni ailesinin sayısı 15 bin 059’a (82 bin 377 kişi) ulaşmış oluyordu.
1918-1920 yıllarında, Azerbaycan Türklerine karşı mezalim yapan Ermeniler, tekrar Azerbaycan’da iktidarı ele geçirmişlerdir. Bunu, Azerbaycan’da Türklere karşı baskılarını uygulamak için kullanarak kısa zaman içinde niyetlerine ulaşmışlardır.
1921 yılında imzalanan Kars Antlaşması ve Nahçıvanlıların metin iradesi Ermenileri Nahçıvan’ı ele geçirmeye imkan vermemiştir. Aynı yıl onlar Yukarı Karabağ’ı da Ermenistan’a birleştirmeye çalışmışlarsa da , bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır.
Ermeniler sadece Temmuz 1923 ‘de Yukarı Karabağ’a muhtariyet (özerklik) almayı başarmışlardır. Fakat onlar Karabağ’ı Ermenistan’la birleştirme fikrinden vazgeçmeyip, zaman zaman bu konuyu gündeme getirmektedirler.
Azerbaycan Cumhuriyeti Baş Arşivler İdaresi Genel Müdürü Dr. Atahan Paşaşev’in yaptığı (2001) değerlendirmelere göre;
M. Gorbaçov’un iktidarda bulunduğu dönemde, onun gösterdiği yardım ve “yeniden yapılanma” politikasından yararlanan Ermeniler isteklerine ulaşabilmişlerdir. Rusya’nın yardımıyla Ermeniler bugünkü Ermenistan’ı Azerbaycan Türklerinden tamamen temizlemişlerdir. Bugün, Ermenistan’da tek bir Azerbaycan Türkü dahi kalmamıştır. Bununla yetinmeyen Ermeniler her fırsattan yararlanarak Dağlık Karabağı’da işgal etmişlerdir. Bununla da yetinmeyip, onun civarındaki bölgeleri de işgal altına almışlırdır. Bugün Ermeniler Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal ederek bir milyondan fazla insanı göçmen haline getirmişlerdir.
AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN YAŞADIĞI
Unutmamak lazımdır ki; Azerbaycan Türkleri’nin bin yıllardır yaşadığı Güney Kafkasya’da Ermeni muhacirlerinin yerleştirilmesi, yerel nüfusun sıkıştırılması gibi çirkin politikalar Rus sömürgeciler tarafından başlanılmış, XX. yüzyılın öncelerinde Ermeni faşizmi ve Daşnaksütyun Partisi tarafından sürdürülmüştür.
Bunun sonucunda, yıllar önce Azerbaycan’lı Türkler’e ait olan çok büyük araziden onlar defalarca, acımasızca göçürülmüşler, tahliye edilmişler, arazilerinde uydurma Ermenistan devleti kurulmuştur.
1905-1906, 1918-1920, 1947-1948 ve nihayet 1988-1992 yıllarında yüzbinlerce Azerbaycanlı kendi öz tarihsel topraklarından- Batı Azerbaycan’dan çıkarılarak, göçmenliğe ve yoksulluğa mahkum edilmiştir. Tahliye edilmiş, boşaltılmış bu çok geniş arazilere Avrupa’dan ve Yakın Doğu bölgelerinden yüzbinlerce Ermeni getirilip, yerleştirilmiştir.
FRANSA VE AMERİKA
Dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Ermeniler, Türkiye’nin ve Türklerin aleyhinde kampanya yürütmeyi hep marifet saymışlar, öncelik vermişlerdir. Özellikle Fransa’daki bazı militan grupların tarihi gerçekleri yazan Prof. Dr. Bernard Lewis aleyhinde dava açmaları ve buna Fransız mahkemelerinin izin vermesi, ilim dünyasında adeta şok yaratmıştır.
Bundan sonra Ermenilerin, Amerika ve Fransa’daki lobileri daha da ileri gidip, bu ülkelerin demokratik yapılarından yararlanmak suretiyle, Türkiye aleyhtarı bazı yasa teklifleri için siyasi çevrelere de hakim olma arzuları, netleşmeye, görülmeye başlamıştır.
Burada ortaya çıkan gerçek: Türk Dışişlerinin, dış temsilciliklerinin ve genişletilmeye ihtiyaç duyan lobilerinin daha ciddi, daha anlaşılır, daha yoğun bir çalışma ve gayret içine girmeleridir.
ATATÜRK’ÜN DAVETİ
1828-1829 yıllarında Kafkaslarda oluşturduğu tampon Ermenistan’ı üs kullanmak suretiyle Rusya; Avrupalıların ve Amerikalıların açtıkları Misyoner okullarında yetişen Ermenileri, Osmanlı Devleti’nin doğu cephesinde büyük rahatsızlıklara sebep olacak şekilde hareket etmiş ve planlayıp uygulamıştır.
Sonraki yıllarda, Avrupalıların da desteğiyle Ermenileri, ülkenin çeşitli bölgelerinde isyanlar çıkarttırılmış, bununla da yetinmeyen Ruslar I. Dünya Savaşı sırasında Kafkaslardaki Türk ordusunu arkadan vurmaları için silah ve para yardımında bulunmuşlardır.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Ermeniler emniyetli bir şekilde tehcire tabi tutmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu tehcir esnasında kürt çetelerinin yaptığı baskınlar ve yol koşulları dolayısıyla, binlerce Ermeni hayatını kaybetmiştir. Suriye ve Lübnan taraflarına iskan edilen Ermenilerin İngilizce bilenleri Amerika’ya götürülmüş ve Kaliforniya eyaletine yerleştirilmişlerdir. Geri kalan Ermenilere ise Fransızlar el atmış, Fransız üniforması giydirerek onları güney vilayetlerimizi işgale zorlamışlardır.
Bu hareketlerinde başarılı olamayan Ermeniler, işbirlikçileri olan Fransızların yardımı ile Fransa’ya götürülüp yerleştirilmişlerdir. Milli mücadeleden sonra Atatürk’ün Türkiye’ye gelip yerleşmeleri için yaptığı davete icabet etme yüzünü kendilerinde bulamayan Ermeniler, Amerika ve Fransa’nın demokratik yapısından istifade ederek Türkiye aleyhindeki tavırlarını günümüze kadar sürdüregelmişlerdir.
ERMENİ YAZARLARININ
Ermeni yazarların kitaplarından aktarılan Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili bilgiler; Ermenilerin, kendi din adamlarının, parti başkanlarının propaganda, teşvik ve zorlamalarıyla Rusların desteğinde, Osmanlı Devletine karşı bağımsız yaptığı Ermenistan vaadedilerek ayaklandıklarını, Rus ordusu saflarında savaştıklarını açıkça ortaya koymakta ve ispatlamaktadır.
GÜNÜN HATIRLATMALARI:
a- Tarih boyunca Ermeniler, Türklerin dışında, hangi milletin hakimiyeti altına girmişlerse, hep zulüm ve işkence görmüşlerdir.
b- Rusya’da yaşayan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin sahip olduğu siyasi hakların onda birine bile sahip değildiler.
c- Haklı olduğumuz için, sabırla bekliyoruz ki; Ermeniler tarihteki gerçeklerden hareket etmesini öğrenerek, barış ve işbirliği çağrılarımızı “zafiyet” olarak görmekten vazgeçerler.
d- 2001 yılında, sözde Ermeni soykırımını bir yasayla tanıyan Fransız Parlemantosu bu kez, sözde soykırımı inkar edenler hakkında hapis ve para cezaları getiren yasalarla meşgul olmaya devam ediyor.
Ancak o Fransa ki, geçmişin tarih aynalarında nasıl göründüğünü bakmaya vakit ayırmıyor, ayırmak istemiyor. Ama, tarihin leke dolu aynaları temizlenemez ki!..
KAYNAKLAR:
1- Türk-Ermeni ilişkileri, 21. Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış ( Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Yay. Haz: Berna Türkdoğan, 316 sayfa, 2000 Ankara).
2- Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi (1877-1914) Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu:53, 1080 sayfa, 2001, Ankara).
3- Azerbaycan Belgelerinde Ermeni Sorunu (1918-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 28, 682 sayfa, 2001-Ankara).
***
Hizmetleriyle isimleri “İlginç” leşen vakıflarımız (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Geçmişten günümüze gelen Vakıflarımız. İsimleri hizmetleri itibariyle, ilginçlik çerçevesinde gördüğümüz, insanlık mirası olarak algıladığımız, değerlendirdiğimiz, Vakıf kültürümüz içinde yer alıp karşımıza çıkanlar. Şöyle bir göz atalım:
1- Kar Dağıtan Vakıf: Resmi adı: Mürselli İbrahim Ağa. İzmir-Ödemiş’te 1189 yılında kuruluyor. Vakfiyesinden: Kasaba hapishanesindeki mahpuslara yine aynı aylarda Cuma ve Pazartesi akşamları birer denk kar verilecek.
2- Pikniğe Götüren Vakıf: Resmi adı; Mustafa Efendi Bin Ahmet. Kurucunun lakabı: Kaşıkçı, 1731 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Talebeler her yaz pikniğe götürülecek, giydirilecek.
3- Suyu Soğutan Vakıf: Resmi adı; Ahmed Bin Abdullah. Kurucunun adı ve lakabı; Helvacıoğlu, Hammal. 1837 yılında Aydın’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Aydın Orta Mahallesinde yaptırdığı çeşmeye yaz günlerinde 90 gün süreyle yarım denk kar konularak suyun soğutulmasını sağlamak.
4- Helva Dağıtan Vakıf: Resmi adı: Ahmet Efendi Bin Hasan. 1780 yılında Amasya’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Her sene Recep ayında pişirilecek üç batman (bir batman yaklaşık 7.5 kg) helva Gök Medrese önünde; bir buçuk batman da Hüvetülgazi Medresesi önünde fakirlere dağıtılacak.
5- Nefes Aldırmak için kurulan Vakıf: Resmi adı; Ahmed Nureddin. Lakabı: Ekmekçi. 1730 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Bebek’te yaptırdığı köşk ve limanda Ümmet-i Muhammed teneffüs eyleyecektir.
6- Papuç parası veren Vakıf: Resmi adı; Antep Müftüsü Mehmet Arif Efendi. Lakabı: Kozanizade. 1818 yılında Gaziantep’te kuruluyor. Vakfiyesinden; Ramazan ayında köyüne gitmeyip de medresede kalan öğrencilere beşer kuruş papuç parası verilecektir.
7- Gölleri temizleyen Vakıf: Resmi adı; Ali Bey Bin Hamza. 1585 yılında İstanbul’da kuruluyor. Edirne’de faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden; Vakfın gelirinden Ali Mescidi yanında bulunan kaldırım ve Çukurbostan mevkiinde gölün temizliğinin yapılması.
8- Yuva kuran Vakıf: Resmi adı: Ayşe Sıddıka Hanım Binti Abdulfettah; 1865 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Senede altı bin kuruş, evlenmek isteyen fakir hanımların düğün merasimleriyle elbise masraflarına ve yaşlı kadınlardan elbise ihtiyacı olanların giydirilmesine harcanacaktır.
9- Yetime annelik, babalık eden Vakıf: Resmi adı; Hasan Bin Alâaddin. 1384 yılında Şanlıurfa’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Yetimlere buluğ çağına gelinceye kadar bakılacak, yaza girerken yazlık elbise alınacaktır.
10- Çevre Düzenleme Vakfı: Resmi adı: Hasan Paşa. 1778 yılında İstanbul’da kuruluyor. İstanbul, Çanakkale vs. de faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden; Vakfın gelirlerinden bir kısmının vakfın yaptırdığı Cami, Zaviye, Çeşmeler ve Kilithabir’deki Limanın, Meydüs köyüne giden yolun tamir, temizlik, düzenleme ve sair masraflarına sarf edilmesi.
11- Kayıkçı ve Hammal Dostu Vakfı: Resmi adı: Mehmed Esad Efendi. Lakabı, Nakibuleşraf. 1846 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Yaşlılık, hastalık vs. gibi sebeplerle İstanbul, Boğaziçi, Anadolu ve Rumeli iskelelerinde mesleğini icra edemeyen kayıkçı ve hamallara yardım edilecek. Her yıl bir kıza çeyiz alınacak.
12- At Vakfı: Resmi adı; Mehmed Paşa. Lakabı: Şehit-Sokullu. 1574 yılında Rumeli İstanbul-Anadolu vs. kuruluyor. Vakfiyesinden; Allah rızası için savaşa giden gazi ve mücahitlere iyi atlar verilmesi.
13- Suyu çoğaltan Vakıf: Resmi adı, Baradoğlu Mıgdıs. 1860 yılında Gümüşhacıköy’de kuruluyor. Vakfiyesinden; Daha önceden hayır sahiplerinin yaptırdığı, ancak yıkıma maruz kalan çeşmenin tekrar hizmete girmesi.
***
Hizmetleriyle isimleri “İlginç” leşen Vakıflarımız (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
14- Dinlenme için bahçe Vakfı: Resmi adı: Mehmed Hayri Paşa. 1903 yılında Selanik’te kuruluyor. Vakfiyesinden; Vakfedilen ev ve divanhanenin yanındaki arsayı ahalinin gezi ve oturma mahalli olarak kullanılması...
15- İftar veren Vakıf: Resmi adı; Mehmed Said Efendi. Kurucunun adı ve lakabı; Esbak Umur-ı Dahiliye Nazırı. 1904 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; İstanbul Eyüp’teki Yahyazade Şeyh Mehmed Hasib Efendi dergâhında ramazan ayında her akşam fakirlere iftar yemeği verilecektir.
16- Ordunun ihtiyacını karşılayan Vakıf: Resmi adı: Mihrişah Valide Sultan. 1794 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Galle (gelir) fazlasının ordunun teçhizine harcanması.
17- Amâlara Yardım eden Vakıf: Resmi adı, Hüseyin ağa. Lakabı; Hacı. 1903 yılında Siirt’te kuruluyor. Vakfiyesinden; Bahçe ve dükkânların âmâlara vakfedilmesi.
18- Van Gölü’nde acil yardım Gemisi Dolaştıran Vakıf: Resmi adı; Hüsrev Paşa. Kurucu’nun adı ve lâkabı; Diyarbakır Beylerbeyi. 1588 yılında Van’da kuruluyor. Faaliyet yerleri; Van, Bitlis. Vakfiyesinden, Van Gölünde bir adet acil yardım gemisi bulundurulması.
19- Sanayi tesisi kuran Vakıf: Resmi adı; III. Mustafa. 1773 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Eğrikapı’da kaymak, yoğurt, süt imalathaneleri ile ayrıca mumhane, kükürthane, çinihane, fırın ve beş adet şişehane.. Padişah fermanı gereği İstanbul ve civarında kimse ayrı bir mengenehane kuramayacaktır.
20- Cumayı şenlendiren Vakıf: Resmi adı; Ahmed Çavuş. Vakfiyesi bulunmayıp, teamülen vakıftır. Aydın’da kuruluyor. Aydın ve Atça’da faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden; Cuma namazını müteakip köy camii önünde cemaate yemek verilmesi.
21- Hayırda yarışan Hoca-i Sultani Vakfı: Resmi adı; Ataullah Efendi. Kurucunun adı ve lakabı: Haca-i Sultani. 1571 yılında Aydın/Birgi’de kuruluyor. Birgi, İzmir ve İstanbul’da faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden; Yaptırdığı Darü’l-hadis müderrislerine meşrut Birgi’de meyveli meyvesiz bahçe vesair müştemilatı bulunan kışlık ev ile Bozdoğan’da yazlık ev. Soğuk su dağıtılacak, muhtaç dullar, yetimler ve fakirlere harcama yapılacaktır.
22- Köprüleri sellerin zararından koruyan Vakıf: Resmi adı: Beyazid Han-ı Sani. Kurucunun adı ve lakabı; Sultan, Veli. 1496 yılında Amasya’da kuruluyor. Amasya ve civarında faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden: Vakfın yaptırdığı köprünün temizlenmesi.
23- Dinlendiren Vakıf: Resmi adı: Vildan Hatun. Kurucunun adı ve lakabı; Lütfi Efendi’nin Azadlısı. 1754 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; İnsanların, yaz ve kış istirahat edecekleri loca.
24- Duvar ve Sokak Temizliği için kurulmuş Padişah Vakfı: Resmi adı: Sultan Mehmed. Kurucunun adı ve lâkabı: Fatih. 1470 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Her an cami, medrese, darül’talim imaret vs. hangisi olursa olsun duvarlarının temiz kalmasına dikkat edilecektir.
25- Serbest bırakılan köleleri kollayan Vakıf: Resmi adı; Zeyni Hatun. Kurucunun adı ve lakabı; Kemal Ağa kızı. 1558 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Azatlı kölelerin fakir ve muhtaç olanlarına bin akçe harcanacak.
26- Fidan diken Vakıf: Resmi adı; Salih Paşa. 1710 yılında Sakız Adası’nda kuruluyor. Vakfiyesinden; Vakfın vakfettiği akar, çamlık, bağ, bahçe ve çiftlik gelirlerinin akar ve hayratın tamirine, yenilenmesine, suyollarının yapımına ve ağaç dikimine sarf edilmesi.
27- Borçlu dostu Vakfı: Resmi adı; Mustafa Ağa Bin Mustafa. Kurucunun adı ve lakabı: Esbak keyli nazırı. 1822 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Galle (gelir) fazlasının dörtte biri İstanbul’da borcundan dolayı hapse düşenlerin tahliyesi için harcanacaktır.
28- Öğrencilere elbise veren Vakıf: Resmi adı; Nurbanu Valide Sultan. Kurucunun adı ve lakabı; II. Selim eşi, Sultan Murad’ın annesi. 1582 yılında İstanbul’da kuruluyor. İstanbul, Üsküp, Yoros, Yanbolu, Bursa, Sivas, Rodosçuk, Üsküdar, Lapseki’de faaliyet gösteriyor. Vakfiyesinden; Üsküdar’daki mektep öğrencilerine elbise dağıtılacak.
***
Hizmetleriyle isimleri “İlginç” leşen vakıflarımız (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
29- Meyve Ağaçları Diken Vakıf: Resmi adı; Selçuk Hatun, Lakabı; Sultan. 1483 yılında Bursa’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Vakfedilen iki bahçeye ve mezraya senede yüz adet çeşitli meyve ağacının dikilmesi.
30- Leylek Vakfı: Resmi adı; Mürselli İbrahim Ağa. 1189 yılında İzmir/Ödemiş’te kuruldu. Vakfiyesinden; Ödemiş Yeni Camii civarındaki leyleklerin beslenmesi için senelik yüz kuruş verilecek.
31- Misafirleri Ağırlayan Vakıf: Resmi adı; Mustafa Bin Ömer. 1756 yılında Edremid’de kuruluyor. Vakfiyesinden; Köy misafirhanesine gelenlerin ağırlanması.
32- Gaziantep Mevlevihane Vakfı: Resmi adı; Mustafa Ağa Bin Yusuf. 1640 yılında Gaziantep’te kuruluyor. Vakfiyesinden; Antep mahallelerinden Kozluca mahallesinde bulunan mülkümü Mevlevihane olmak üzere ...
33- Dervişlere Ulaşan Vakıf: Resmi adı; Rikne Binti Nikola. Kurucunun adı ve lakabı; Devlet-i Aliyye’nin Rum Milletinden, Sarıoğlu Zevcesi. 1883 yılında Edremit’te kuruluyor. Faaliyet alanı; Edremit, İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi. Vakfiyesinden; Edremit’te akar işletilecek, gelirleri İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi’nde sakin olan dervişlerin yeme içmelerine harcanacaktır.
34-Yetim Çeyizi Donatan Vakıf: Resmi adı; Mehmed Efendi Bin Abdullah. Kurucunun adı ve lakabı; Esbak kazasker. 1570 yılında Bursa’da kuruluyor.Vakfiyesinden; Üç yetim kızın emsali gibi çeyizleri alınacaktır.
35- Herkese Meyve Vakfı: Resmi adı: Mehmed Ağa Bin Hüseyin Nasrullah.1594 yılında Bursa/İznik’te kuruluyor. Vakfiyesinden; Vakfedilen bahçedeki armut ve elma ağaçlarından fakirler yiyecek, birer destemal (bir eşeğin taşıyabileceği kadar yük) miktarı götürmelerine müsaade edilecektir.
36- Borcundan Dolayı Hapse Düşenlere Yardım Yapan Vakıf: Resmi adı; İbrahim paşa. Kurucunun adı ve lakabı; Selim Ağa oğlu, Hacı. 1708 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Borçlu ve hapiste olan Müslümanlara senede bin akçe verilmesi.
37- Kurban Kesen Vakıf: Resmi adı; Zeliha Hanım Binti Abdullah. 1857 yılında İstanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Her kurban bayramında 1500 kuruşa iyisinden kaç adet kurban alınırsa alınacak ve muhtaç mahallelerde kesilecektir.
38- Kandil Vakfı: Resmi adı; Mehmet Paşa. Lakabı; Köprülü. 1661 yılında , Rumeli-İstanbul, Anadolu vs’de kuruluyor. Aynı yerlerde faaliyet gösteriyor.Vakfiyesinden; iki kişinin köyde gece bekçiliği yapması ve karşılığında her birine günlük iki akçe ücret ödenmesi.
39- Esirlikten Kurtulmak İsteyenlere Yardım Eden Vakıf: Resmi adı; Doka Veled-i Petros.1497 yılında istanbul’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Kendilerini efendilerinden satın alarak kurtulmak isteyen Hıristiyan esirlerine ödünç olarak 10 bin dirhem tahsisat ayrılacak.
40- Denizciliği Geliştiren Vakıf: Resmi adı; Hayreddin Paşa. Kurucunun adı ve lakabı; Mirliva, Redif I. Karahisarışarki Liva kunandanlığından mütekaid. 1908 yılında kuruluyor. Kurulduğu yer tespit edilemedi. Vakfiyesinden: Donanmanın kuvvetlendirilmesi.
41- Dul ve Yetime Ulaşan Vakıf: Resmi adı; Hattab Bin Mehmed.1321 yılında Sivas’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Hastalık veya doğal olaylar karşısında geçim darlığına düşen müslüman-yetim ve dul hanımların ihtiyaçları karşılanacak.
42- Esirleri kurtaran Vakıf: Resmi adı; Saliha Hatun Binti Selahaddin Pehlivan. 1308 yılında Şam’da kuruluyor. Vakfiyesinden; Karada veya denizde düşman eline esir düşen Müslümanlar satın alınarak Müslüman beldesine ulaştırılmaları sağlanacak.
43- Gezici Sağlık Hizmeti Veren Vakıf: Resmi adı; Ayhan Şahenk Vakfı.1992 yılında İstanbul’da kuruluyor. Hizmetlerinden: Sağlık, eğitim, kültür, sosyal yardım, çevre ve sporda maddi ve manevi hizmetler.
44- Evleri yaşanır hale getiren Vakıf: Resmi adı; Antalya. Yetim ve Muhtaç Çocuklar Yardım vakfı. Antalya’da kuruluyor. Kuruluş yılı tespit edilemedi. Hizmetlerinden; Çocuklar, gençler ve yoksul ailelere ayni ve nakdi yardımlar yapılması.
***
Hizmetleriyle isimleri “İlginç” leşen vakıflarımız (4)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
45- Köyleri koruyan ve geliştiren Vakıf: Resmi adı: İnsanlık Güneşi Vakfı.16 Mayıs 1999 tarihinde Ankara’da kuruldu. Hizmetlerinden: Gönüllü kuruluşlar arasında, uyum ve işbirliği sağlamak toplum ve insana ilişkin sorunlarda kamuoyunu aydınlatmak,
46- Botanik Bahçesi oluşturan Vakıf: Resmi adı: Ali Nihat Gökyiğit, Eğitim, Sağlık, Kültür, Sanat ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı. İstanbul’da kuruldu. Kuruluş tarihi tespit edilemedi. Hizmetlerinden: Türkiye genelinde, eğitime, sağlığa, kültüre, sanata ve doğal varlıkların korunmasına hizmet etmek.
47- Ormanları Ağaçlandıran Vakıf: (Burada isim, ifade yanlışlığı var: Ormanlık alan, zaten adı üstünde ormanlıktır. Ağaçlandırmaya ihtiyaç yoktur). Resmi adı: Ayhan Şahenk Vakfı. İstanbul’da kuruluyor. Kuruluş tarihi tespit edilemedi. Hizmetlerinden: Eğitim, kültür, sanat, sağlık, sosyal yardım, çevre ve spor alanlarında iyileştirme ve destek çalışmaları.
48- Hizmette hızı artıran Vakıf: Resmi adı: TSK Mehmetçik Vakfı.1982 yılında Ankara’da kuruldu. Hizmetlerinden; Gazilere ve gazi-şehit yakınlarına sürekli yardım yapmak, bakımlarını sağlamak.
49- Gazileri Güçlendiren Vakıf: Resmi adı; Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı.1996 yılında Ankara’da kuruldu. Hizmetlerinden; Malül gazilere protez sağlamak.
50- Şehre ve Tarihine sahip çıkan Vakıf: Resmi adı; Cumhuriyet eğitim Vakfı. Alanya’da kuruldu. Kuruluş tarih veya yılı tespit edilemedi. Hizmetlerınden; Eğitim ve çevre için iyileştirme, koruma ve destek çalışmaları.
51- Çocuklara sahip çıkan Vakıf: Resmi adı; Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı. İstanbul’da kuruldu. Kuruluş yılı veya tarihi tespit edilemedi. Hizmetlerinden: Sağlık ve sosyal alanda ihtiyaçların giderilmesi ve eğitimlerinin sağlanması.
52- Toplum huzurunu sağlayan Vakıf: Resmi adı; Çağdaş Eğitim Vakfı. 1994 yılında İstanbul’da kuruldu. Hizmetlerinden: Eğitimin her alanında, her düzeyindeki bireyler ve kurumlara destek vermek.
53- İstihdamı güçlendiren Vakıf: Resmi adı; Türk Plastik Sanayicileri, Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı.1989 yılında İstanbul’da kuruldu. Hizmetlerinden; Plastiğe yönelik araştırma, geliştirme ve çalınanlara yönelik eğitim faaliyetleri.
54- Şehri Güzelleştiren Vakıf: Resmi adı; Ulubey Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı. Uşak’ta kuruldu. Kuruluş tarihi veya yılı tespit edilemedi. Hizmetlerinden; Ulubey ilçe’sinin kent çöplüğünün bakımını yapmak, çevre yolunu ağaçlandırmak.
55- Çöplükte fidan yetiştiren Vakıf: Resmi adı; Semiha-Kamil-Adnan Özdağ Eğitim, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı. Karaman’da kuruldu. Kuruluş tarih veya yılı tespit edilemedi. Hizmetlerinden; Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve çevre için iyileştirme ve destek çalışmaları.
56- Ulaşılmaz yerlere koşan Vakıf: Resmi adı; İnsani Yardım Vakfı (İHH).1995 yılında İstanbul’da kuruldu. Hizmetlerinden; Her türlü sıkıntı, zulüm ve afetlerden kaynaklanan mağduriyetin giderilmesi için gerekli insani yardım ve girişimler.
57- Çevreyi yeşillendiren Vakıf: Resmi adı; Sivas İli Çevre Koruma Vakfı Sivas’ta kuruldu. Kuruluş yılı veya tarihi tespit edilemedi. Hizmetlerinden; Eğitim ve çevre için destek çalışmaları.
58- Atık suları geri kazandıran Vakıf: Resmi adı; TSK Mehmetçik Vakfı.1982 yılında Ankara’da kuruldu. Hizmetlerinden; TSK’nın faaliyetlerine destek vererek ihtiyaçlarını karşılamak.
59- Meraları Islah Eden Vakıf: Resmi adı; Gediz Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı. Kütahya’da kuruldu. Kuruluş yılı veya tarihi tespit edilemedi. Hizmetlerinden; ihtiyaç sahiplerine sağlık, eğitim, yakacak ve gıda yardımları.
60- Çevreyi koruyan Vakıf: Resmi adı; DOÇEV Doğa ve Çevre Vakfı. 1996 yılında Denizli’de kuruldu. Hizmetlerinden: Doğayı ve çevreyi korumak, bu konuda gençleri bilinçlendirmek.
61- Erozyondan koruyan Vakıf: Resmi adı; TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı). 11 Eylül 1992 tarihinde İstanbul’da kuruldu. Faaliyet alanı; Türkiye’nin 555 yerinde gönüllü temsilcilik. Hizmetlerinden; Türkiye’nin topraklarını erozyona karşı korumak için bilinçlendirme çalışmaları.
KAYNAK: İlginç Vakıflar; Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını. Resimli, 66 sayfa, Ankara-2007.
***
Yıllara meydan okuyan camilerimiz (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yılların gerilerinden seslenenler.. Yıllara meydan okuyup, günümüze kadar gelen camilerimiz. AA’nın Ekim 2007’nin ilk yarısında verdiği, geçtiği haberlerden yararlanarak yaptığım değerlendirme:
1- Ulu Camii: Adana’da Ramazanoğlu Beyliği döneminde 16. yüzyılda inşa edildi. Kentin ilk yerleşim yerlerinden olan ve Taşköprü’ye en yakın mesafede bulunan Karasoku mahallesinde bulunuyor. Kitabesinde 1508, minberin üzerinde 1520, batıdaki avlu girişinde 1541 yıllarının kaydedildiği görülüyor.
2- Sultan İkinci Beyazid Camii: Amasya’da yaklaşık 520 yıllık geçmişiyle dönemin mimari sanatını bugünlere taşımaktadır.
3- Hacıbayram Camii: Başkent’in yüzyıllara meydan okuyan camilerinden Hacı Bayram Veli Camii, 15. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edildi. Bu camiye adını veren Hacı Bayram Veli, Orhan Gazi, I. Murat, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet ve II. Murat dönemlerini gördü ve kurduğu Bayramilik tarikatı ile Anadolu’nun manevi yapısının şekillenmesine katkıda bulundu.
4- Karacabey (İmaret) Camii: Eyvanlı plan tipinin Ankara’daki tek örneği olan cami, Celaleddin Karacabey tarafından 1440 yılında yaptırıldı.
5- Aslanhane (Ahi Şerafettin) Camii: Ankara’nın ibadete açık camilerinden biri. 1290 yılında Ahi Şerafettin için yaptırıldı.
6- Alâaddin Camii: Başkentin 829 yıl önce inşa edilen ilk camisi. Ankara Kalesi içerisindeki Alâaddin Camii, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından 1178 yılında yaptırıldı.
7- Ağaçayak Camii: Ankara’nın 18. yüzyılın tarihi dokusunu üzerinde barındıran tarihi camilerinden biridir. İbadete açık olan bu caminin 1705 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir.
8- Ahi Elvan Camii: Ankara’nın ibadete açık camilerinden biri olan Ahi Elvan Camii, Ahi Elvan Mehmet Bey tarafından 1382 yılında yaptırıldı.
9- Arap Camii: Ardahan’da 1915 yılında Ermeni çeteciler tarafından, namaz kılan 300 Türk’ün yakılarak öldürüldüğü Arap Camisi’nin adı, bu olay nedeniyle “Yanık Cami” olarak değiştirildi. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından Ermeni saldırısı nedeniyle bu cami, orijinal özelliğini kaybetmiş olup, 1915 yılına kadar ayakta olduğu bilinmektedir.
10- Mevlid Efendi Camii: Ardahan Halil Efendi Mahallesinde bulunan bu cami, 1701 yılında Mevlid Efendi tarafından inşa edilmiştir.
11- Merkez Camii: Ardahan’ın Posof ilçesinde eğimli bir arazide bulunan caminin 1883 yılında yapıldığı bilinmektedir.
12- Ardahan’ın Göle ilçesinin Dedeşen Köyü’nde bulunan cami, mimari tarzı nedeniyle 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.
13- Cihanoğlu Camii: Aydın’da Köprülü Mahallesinde bulunan Cihanoğlu Külliyesi içindeki cami, Müderris Cihanoğlu Abdülaziz tarafından 1756 yılında yaptırıldı.
14- Bey Camii: Aydın istasyon meydanında bulunan bu cami, Cezayir Beylerbeyi Mustafa Paşa’nın oğlu Süleyman Bey tarafından 1683 yılında yaptırıldı.
15- Bey Camii: Aydın istasyon Meydanı’nda bulunan Bey camisi, Cezayir Beylerbeyi Mustafa Paşa’nın oğlu Süleyman Bey tarafından 1683 yılında yaptırıldı.
16- Fatih Camii: Fatih Sultan Mehmet’in, Bartın’ın turistik ilçesi Amasra’yı fethinden sonra kale içinde 9. yüzyılda yapılmış Bizans kilisesinden dönüştürülen camide 547 yıllık kılıçlı hutbe geleneği yaşatılıyor.
17- Köprülü Mehmet Paşa Camii: Köprülü Mehmet Paşa’nın sürgünden kurtulma adağı olarak inşa ettirdiği Safranbolu’daki bu cami 1661 yılında hizmete açıldı.
18- Balaban Bey Camii: Bingöl’ün Kığı ilçesinde bulunan Balaban Bey Camisi, 1401-1402 yılları arasında Akkoyunlu Fahrettin Kutluk Bey’in oğlu, Pir Ali Bey tarafından yaptırıldı.
19- Yakup Bey Camii: Çanakkale’nin Lapseki ilçesine bağlı Çardak beldesindeki cami, 1472 yılında Abdullah Bin Hacı Yakup Bey tarafından yaptırıldı.
20- Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behramkale ve Tuzla köylerindeki Hüdavendigar camileri ile Ezine ilçesine bağlı Kemallı köyündeki ‘Kemallı Cami’si, bölgede 7 asır önce inşa edilen en eski tarihli camilerden olma özelliğini taşıyor.
21- Ulu Camii: Çanakkale’nin Ezine ilçesindeki Ulu Camii (Abdurrahman Bey Camii) Osmanlı camilerinin ilk büyük örneklerinden olması dolayısıyla ön plana çıkıyor.
22- Bolayır Gazi Süleyman Paşa Camii: Gelibolu’nun Bolayır beldesinde, Orhan Gazi döneminde, Rumeli fatihi Gazi Süleyman Paşa tarafından 1358 yılında yaptırıldı. 1676 ve 1889 yıllarında onarım gördü.
23- Eski Camii: Osmanlı döneminin en karışık günlerinde yapılan, Edirne’nin anıtsal yapılarının başında yeralmaktadır. 1403 yılında yapımına başlanmış, 1414 yılında bitirilmiştir.
24- Ulu Camii: Burdur’un Pazar Mahallesindeki, pazar düzlüğünde, yüksek bir tepede olan cami, Hamit oğlu Dündar Bey tarafından yaptırılmıştır. Minaresinin yazıtında 1300 yılında yapıldığı yazılıdır.
25- 2. Bayezid Camii: Edirne’nin simgesi durumundaki Selimiye Camii kadar görkemli bir yapıt olan bu cami, Tunca Nehri’nin kıyısına 2. Bayezid tarafından 1488 yılında yaptırılan 2. Bayezid Camii ve Külliyesidir.
26- Ulu Camii: Elazığ’ın eski yerleşim yeri Harput’ta 1156-1157 yıllarında Artuklu Beyi Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırıldı. Kervansaray tipi camilerin seçkin bir örneğidir.
27- Lala Paşa Camii: Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa’nın Erzurum’da Beylerbeyi olarak görev yaptığı dönem içerisinde 1562 yılında yaptırıldı. Ünlü edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından “küçük bir pırlanta”ya benzetilen bu cami, Erzurum’da ilk Osmanlı camisi olma özelliğini taşıyor.
***
Yıllara meydan okuyan camilerimiz (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
28- Boyahane Camii: Erzurum’da, Osmanlı dönemi valilerinden Emin Paşa tarafından kadın ve erkekler bölümlerinden oluşan, Boyahane Hamamı’nın kadınlar bölümü, 1621 yılında camiye dönüştürülerek ibadete açıldı.
29- Ömeriye Camii: Gaziantep’te bulunan bu caminin 1210 yılında onarıldığı tarihi belgelerde yazılıdır. Gazi kentinin gazi camisi olan bu caminin duvarlarında mermi izlerine rastlanmaktadır.
30- Hacı Hüseyin Camii: Giresun’da 1461 yılında yapılan bu cami, kentin ilk camisi olma özelliğini taşıyor.
31- Makam Camii: Mersin’in Tarsus ilçesinde bulunan bu cami 1857 yılında yaptırıldı.
32- Mamure Kale Camii: Mersin-Antalya karayolu kenarındaki Mamure Kalesi içinde yeralan “Mamure Kale Camii” 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik ögelerini taşımaktadır.
33- Hamidiye Camii: Bu adla bilinen Yıldız Camii, Abdülhamid Sani Vakfına kayıtlıdır. 1885 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırıldı.
34- Valide-i Cedid Camii: Padişah 3. Ahmed’in, annesi Gülnuş Emetullah Valide Sultan adına İstanbul-Üsküdar’da yaptırdığı bu cami, 1708-1711 yılları arasında mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından inşa edilmiştir.
35- Hidiv Kasrı: Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın İstanbul’da 1907 yılında, İtalyan mimarisi tarzında inşa ettirdiği Kasır, günümüzde güllerle süslenmiş bahçesiyle, nikâh, düğün, toplantı ve grup organizasyonlarına ev sahipliği yapıyor.
36- Selimiye Camii: 1568-1575 yılları arasında Sultan II. Selim’in emriyle yaptırıldı. Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği cami.
37- Büyük Mecidiye Camii: İstanbul ‘da “Ortaköy” adıyla bilinen ve 1853 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan caminin mimarı Nikoğos Balyan’dır.
38- Nusretiye Camii: İstanbul’un Tophane semtinde 1826 yılında Sultan II. Mahmud tarafından mimar Krikor Balyan’a yaptırıldı.
39- Habib-i Neccar Camii: 968 yılında Antakya’nın işgalinde tarihi eserler tahrip edildi. Camiler kiliseye dönüştürüldü. Habib-i Neccar Camisi de 1084 yılına kadar “Kasyana” adıyla kilise olarak hizmet verdi. 1268 yılından itibaren cami olarak hizmet vermeye başladı.
40- Süleymaniye Camii: Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırıldı. İstanbul’un siluetindeki muhteşem görüntüsüyle 450 yıldır görenleri etkilemeye devam ediyor.
41- Nuru Osmaniye Camii: I. Mahmud döneminde inşasına başlanan, ancak padişahın ölümüyle kardeşi III. Osman tarafından tamamlanan cami, İstanbul’da, yapımına 1748 yılında başlandı ve 1755 yılında tamamlandı.
42- Sultanahmet Camii: İstanbul’da, Sultan I. Ahmet tarafından 1616 yılında mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya Ayasofya Müzesi’nin karşısına yaptırıldı. Külliyenin yapımı 1620 yılına kadar devam etti.
43- Dolmabahçe Camii: “Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi” olarak da biliniyor. 1853 yılında Garabet Balyan’a yaptırıldı.
44- Pertevniyal Valide Sultan Camii: Halk arasında “Valide Sultan Camii” olarak bilinen, anılan cami 1869-1871 yılları arasında inşa edildi. İstanbul’da bulunan caminin planlarını Sarkis Balyan çizdi.
45- Fatih Camii: İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1470 yılında, Bizans’ın Ayasofya’dan sonraki ikinci kutsal tapınağı Havariyun kilisesi kalıntıları üzerine büyük bir külliye ile yaptırıldı. İlk selatin cami olma özelliğini taşıyor.
46- Hisar Camii: İzmir’in en eski camilerinden. Aydınoğlu Yakup Bey tarafından 1597 yılında yaptırıldı.
Menderes ile Cumhuriyet dönemine kadar uzanan bir yönetim deneyimine sahip Kâtipzade ailesi fertlerinden Kâtipoğlu Mehmet Paşa’nın kızı Ayşe hanım tarafından, kesin olarak bilinmemekle birlikte 1755 ya da bu tarihten çok kısa bir süre önce yaptırıldığı kabul ediliyor.
48- Akçaşehir Camii: Karaman’ın merkeze bağlı Akçaşehir beldesindeki, Karamanoğulları beyliği döneminde yapıldığı sanılan caminin, 800 yıl önce Karamanoğlu beyliği zamanında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir.
49- Kümbet Camii: Kars kalesinin eşiğinde bulunan bu cami, 932-937 yıllarında II. Takavor tarafından kilise olarak yaptırıldı. 1579 yılında camiye dönüştürüldü.
50- Lütfiye Camii: Karabük’ün Safranbolu ilçesinde 1878 yılında Akçasu Deresinin üzerine yapılan yuvarlak kemere oturan Lütfiye (Kaçakçı) Camisi, ahşap mimarisiyle ilgi çekiyor. Cami, Hacı Hüseyin Hüsnü tarafından yaptırıldı.
51- Kazdağlıoğlu Camii: Karabük’ün Safranbolu ilçesindeki “Ayanlık mücadelesi”nde idam edilen Kazdağlıoğlu Mehmet Ağa tarafından 1778 yılında yaptırıldı. İlçenin önemli tarihi yapıları arasında yeralıyor.
52- Hunat Camii: Kayseri’de, Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat’ın eşi Hunad Hatun tarafından 1238 yılında yaptırılmıştır.
53- Ulu Camii: Kayseri Camikebir Mahallesinde bulunan bu cami, 1134-1143 yılları arasında Kayseri’yi devletine başkent yapan Danişmentlilerin 3. hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırıldı.
***
Yıllara meydan okuyan camilerimiz (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
54- Mehmet Bey (Fevziye) Camii: Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve Sadrazamı Rüstem Paşa’nın kethüdası Mehmet beyin ruhu için 1576 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan cami, bugüne kadar 3 büyük deprem ve 2 yangın gördü. Cami Kocaeli’nin merkezinde bulunuyor.
55- Pertev Mehmet Paşa Camii: Kocaeli’nin merkezinde, Mimar Sinan’ın yaptığı Pertev Mehmet Paşa Külliyesinin Şadırvanı ve çeşmesiyle birlikte ayakta kalan cami, aradan geçen 441 yıla rağmen orijinalliğini korumaktadır.
56- Eşrefoğlu Camii: Konya’nın Beyşehir ilçesinde bulunan cami, Eşrefoğlu Süleyman bey tarafından 1297-1299 yılları arasında yaptırıldı.
57- Ulu Camii: Malatya’nın Battalgazi ilçesindeki bu cami 783 yıllık geçmişiyle, Selçuklu üslubunu yansıtıyor.
58- Yeni Camii: Malatyalıların “Taze camii” diye isimlendirdiği Yeni Cami, 3 Mart 1894 tarihindeki depremde yıkılan ve caminin bugünkü yerinde olduğu belirtilen Hacı Yusuf Camisinin yerine 1912 yılında yapıldı.
59- Ulu Camii: Manisa’da bulunan bu cami İshak Çelebi tarafından 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman’a yaptırıldı.
60- Sultan Camii: Manisa’da, halk arasında “Mesir saçılan cami” olarak da bilinen bu tarihi yapı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından mimar Acem ali’ye 1522 yılında yaptırıldı. Cami heybetli duruşuyla yıllara meydan okuyan camilerimiz arasında yeralıyor.
61- İvaz Paşa Camii: Manisa’nın Merkez Mutlu Mahallesi Akbaldır Deresi kenarında bulunan ve 1484 yılında İvaz Paşa tarafından yaptırılan cami, şerefesinin kapısı kıbleye bakmayan tek cami olarak biliniyor.
62- Kurşunlu Cami: Muğla merkezindeki cami, Osmanlı padişahlarından 2. Beyazit döneminde 1494 yılında, din alimlerinden Esseyyit Şucaaddin tarafından yaptırıldı.
63- Ulu Camii: Selçuklular döneminde Menteşe yöresinin valisi Menteşoğlu İbrahim Bey tarafından 1344 yılında yaptırıldı. Muğla’nın tarihi camilerindendir.
64- Ulu Camii: Muş ilimizde bulunan bu caminin Şeyh Muhammed-i Mağribi tarafından 1571 yılında yaptırıldığı söyleniyor.
65- Göğceli Camii: Samsun’un Çarşamba ilçesindeki bu cami 800 yıllık geçmişe sahip. Anadolu ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak biliniyor.
66- Alaaddin Camii: Sinop’ta 1268 yılında Selçuklular tarafından yaptırıldı. Sinop’un kültür varlıkları arasında seçkin bir yer tutan Alaaddin Camii’nden, ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de övgüyle sözedilmektedir.
67- Şeyh Camii: Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı Güneyce beldesinde asırlık bir cami olarak ahşap yapısı ve oyma işlemeleriyle dikkati çekiyor.
68- Ulu Camii: Sivas’ın Divriği ilçesindeki cami, Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde hükümdar Süleyman Şahoğlu Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırıldı.
69- Zincirli Minare Camii: Sivas’ta 272 yıl önce kerpiçten inşa edildi. Küçük Minare Mahallesindeki caminin kitabesine göre, 1735 yılında Seyidoğlu Şeyh Hacı Muhammed Seyyid tarafından yaptırıldı.
70- Ulu Camii: Şanlıurfa’da 832 yıl önce inşa edildiği tahmin edilen cami, Nurettin İzgi tarafından 1170-1175 tarihleri arasında onarıldı.
71- Ali Paşa Camii: Tokat’ın Cumhuriyet Meydanında bulunan bu cami, 2. Selim döneminde Ali Paşa tarafından 1572 yılında yaptırıldı.
72- Rüstem Paşa Camii: Tekirdağ merkezde Ertuğrul Mahallesinde bulunan cami, 1553 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa tarafından, Mimar Sinan’a yaptırıldı.
73- Gülbahar Hatun Camii: Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in annesinin adı olarak isimlendirilen Gülbahar Hatun Camisi, Trabzon’da yapılmış ilk Osmanlı eseri olarak biliniyor. 1514 yılında bitirildi.
74- Çelebi Ağa Camii: Tunceli’nin Pertek ilçesinin güneyinde Murat Nehri kıyısında bulunan bu cami, Koca Hacılı Ali oğlu Çelebi bey tarafından 1569 yılında yaptırıldı.
75- Büyük Camii: Yozgat şehrinin kurucuları Çapanoğlu ailesinden miras kalan tarihi Çapanoğlu Büyük Cami’nin duvarlarını ilk çağdaş Türk resimleri süslüyor. İki kısımdan meydana gelen Cami’nin birinci kısmı Çapanoğlu Mehmet Paşa’nın büyük oğlu Mustafa Bey tarafından 1779 yılında, ikinci kısım ise kardeşi Süleyman Bey tarafından 1794-1795 yıllarında yaptırıldı.
GÖRÜLEN O Kİ
Bugün, tarihe meydan okuyan camiler olarak gördüğümüz bu önemli yapılar, yapımına karar verenlerin isimleriyle, semt ve bölgelerinin adlarıyla, anıldığı gibi, en çok “ulu” sözcüğünü alarak, “Ulu Cami” olarak anılmaktalar, bilinmekteler.
Ülkemizde daha pek çok cami var elbette, yıllara meydan okuyan... Bunlar bazı örneklerimiz...
Bu yazı serimin gerçekleşmesinde katkısı bulunan gazeteci arkadaşım, Ali Bavuk’a teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (1)
Prof. Dr. İSAKAYACAN
Dil ağzımızda, dil konuşmamızın, anlaşmamızın özü, varlığı. Dikkat edilmesi, bilinmesi gereken kuralları var.
TÜRK DİLİ
Dil, bir anlatım, anlaşma aracı. Canlılar için gerekli, vazgeçilmez. Dilbilimcilerin, dil konusundaki ifadeleri:
-”Dil, bir toplumda, duygu, düşünce ve isteklerin, ses ve anlam bakımından bir uzlaşı ile kurgulanmış, ortak öğeler ve kurallardan yararlanılarak aktarımını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistemdir”.
TDK’nın Türkçe sözlüğünde de dil;
- “1. Ağız boşluğunda tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan organ, tat alma organı.
- 2. İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan “olarak adlandırılıyor, açıklanıyor.
Dilin belirleyici nitelikleri şöyle sıralanıyor: 1- Bildirim aracı, 2- İşaret sistemi, 3- İnsana özgülük, 4- Canlılık, 5- Doğallık, 6- Sosyal kurum, 7- Ses bayrağı, 8- Kültür aynası, 9- Antlaşma sistemi.
Sözlü ve yazılı iletişimde kullanılan ve sadece insana özgü bir yetenek olan dil, aynı zamanda düşüncenin ve düşünce aktarımının da aracı olarak kabul ediliyor.
Dil biçim yönünden: 1- Ses düzen, 2- Yapı düzeni, 3- Söz dizimi düzeni, şeklinde sıralamayla karşımıza çıkıyor.
Dil türleri: 1- Ana dil (kök dil), 2- Uygarlık dilleri, 3- Doğal diller, 4- Ölü diller, 5- Ana dili, 6- Birey dili, 7- Ortak dil, 8- Konuşma dili, 9- Yazı dili, 10- Kültür dili - Edebi dili, 11- Şiir dili, 12- Standart dil, 13- Bilim dili, 14- Özel diller, 15- Alan dili, 16- Argo, 17- Jargon, 18- Sözde diller, 19- Yapma diller, 20- Güvenlik dili, 21- Kitlesel haberleşme dili, 22- Programlama dilleri, şeklinde sıralanıyor.
Uzmanların araştırmalarına göre; Dillerin çok uzun bir geçmişinin olduğu anlaşılıyor. İnsanlık tarihinin geçmiş asırlarına bakıldığında, dil sayısının azaldığı, birçok dilin aynı kaynakta birleştiği gerçekleriyle karşılaşıyoruz.
TÜRK ADI
Türk adıyla ilgili değerlendirmeler, ifade ediliş şekilleri kısa veya uzun... Zaman içinde netleşen anlatım biçimleri.
Türk adı: Türkçede cins isim olarak çok eski tarihlerden beri, “meydana çıkmış, gelişmiş, kuvvetli” gibi anlamlarda kullanıla gelen bir kelime olarak biliniyor. Özel isim olarak 420 tarihli bir Pers metninde, Altay kavimlerini karşılayan bir kavram olarak, 515 tarihli başka bir metinde ise Hun adı ile birlikte (Türk-Hun) güçlü Hun manasında kullanıldığı görülüyor.
Türk adının devlet adı olarak ortaya çıkışı, 6-8. asırlar arasında yaşamış olan Göktürkler’le başlıyor. Türk kelimesi Göktürkler döneminde önce devletin, sonra da devletin yönetimi altındaki boyların ortak adı oluyor. Daha sonra da, Turan soyuna mensup bütün kavimlerce ortak ad olarak benimseniyor, kullanılıyor.
Kaynaklar gösteriyor ki; “Türk” kelimesini, Türk Devleti’nin resmi adı olarak ilk kullanan siyasi teşekkülün Gök-Türk İmparatorluğu (552-774) olduğu anlaşılıyor.
Yeryüzünde 250 milyona yaklaşan sayılarıyla çok geniş bir bölgeye yayılan Türklerin Anayurdunun tespitiyle ilgili değişik iddialar ortaya konulmuştur. Türklerin ilk tarih sahnesine çıktıkları yerin Orta Asya olduğu kesinlik içindedir. (Devamı var)
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (2)
Prof. Dr. İSAKAYACAN
TÜRK KÜLTÜRÜNÜN
Geriye dönüp baktığımızda, Türk kültürünün bazı önemli eserlerinin, Karahanlılar Devleti’nin yarattığı kültür ikliminde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlardan birisi, Karahanlılar’ın Başbakanı konumundaki Yusuf Has Hacip tarafından yazılan, “Kudatgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı eser olarak karşımıza çıkıyor.
Karahanlı uygarlığının bıraktığı diğer çok önemli bir kaynak da, “Divan-ı Lügat-it Türk” olarak görülüyor. Doğu Karahanlı hanedanından prens Mahmut’un yazdığı bu sözlük, Türk dilinin tanıtımı açısından önemli bir rol üstleniyor. 1074’de tamamlanan bu Türk dilleri Sözlüğü’nün girişinde Kaşgarlı Mahmut, Türkleri şöyle anlatıyor:
- “Tanrının devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türkler’in ülkesi üzerinde göklerin bütün dairesini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türkler’in eline verildi. Türkler, Tanrı tarafından bütün milletlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler’e herkes muhtaçtır. Onlara derdini dinletmek ve bu suretle her türlü arzuya kavuşabilmek için de Türkçe öğrenmek lazımdır’...
DÜNYADAKİ TÜKÇE-LER
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Yüce Atatürk’ün talimatlarıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde kurulan Türk Dil Kurumu, Türkçenin devlet eliyle bilimsel araştırmalara konu edilmesinin başlangıcı olarak ele alınıyor, biliniyor, kabul ediliyor.
Yeryüzündeki Türkçe-ler üzerine bir göz atacak olursak, genel tablo şöyle karşımıza çıkıyor:
1- Oğuzlar ve Oğuz Türkçesi: Oğuzlar ilk kez 6-8. yüzyıllarda göçebe topluluklar olarak tarihte görünüp, 552 yılında Göktürk İmparatorluğunu kuran boylar arasında yer alıyorlar. Oğuz Türkçesi, Türkçenin en büyük kolundan en yenisi olarak biliniyor.
2- Selçuklu Türkçesi: Oğuz Türkçesinin ardılı olan Selçuklu Türkçesinin 12. yüzyılda başladığı kabul ediliyor.
3- Anadolu Beylikleri ve Anadolu Türkçesi: Oğuz boylarının Anadolu’ya yerleşmeleri, eski Türk teşkilatlanma şekline göre olmuştu. Bu yöntem, yönetim biçimini kolaylaştırabildiği gibi de zorlaştırabiliyordu. Eski Anadolu Türkçesinin en önemli şahsiyeti Yunus Emre olarak biliniyor, kabul ediliyor.
4- Osmanlı Türkçesi: Osmanlı Türkçesi 15. yüzyıl sonlarından, 20. yüzyıl başlarına kadar Anadolu, Kırım, Irak, Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika’da kullanılan Türk yazı dili olarak görülüyor, kabul ediliyor.
5- Türkiye Türkçesi: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ve Balkanlardaki bazı bölgelerde karşımıza çıkıyor.
6- Gagavuz Türkçesi: Balkanlarda yaşayan Türk boylarının konuştukları diller, Balkan Türkçesi genel adıyla anılıyor, biliniyor. Balkanlarda, Türkiye Türkçe’si başta olmak üzere, Gagavuz, Gacal ve Surguç Türkçeleri konuşuluyor.
7- Azeri Türkçesi: 2000’li yılların başı itibariyle 30 milyon civarında bir nüfusun Azeri Türkçesini konuştuğu sanılıyor, kabul ediliyor. Azeri Türkçesi 13-14. yüzyıllarda bir yazı dilini oluşturmaya başlıyor.
8- Eski Azeri Türkçesi: Azeri Türkçesi Batı Türkçesinin Kuzey ve Güney Azerbaycan bölgelerinde konuşulan kolu olarak biliniyor.
9- Türkmen Türkçesi: Türkmenlerin yarıya yakını, Türkmenistan Cumhuriyeti’nde, diğer yarısı ise İran, Irak, Afganistan’da yaşıyorlar.
10- Eski Türkmen Türkçesi: Türkmenler, Batıya göç eden büyük Oğuz kitlesiyle birlikte gelmeyip, Türkistan’da kaldıkları için, yazı dillerinin Çağatay Türkçesinin etkisinde kaldığı görülüyor. Türkmen Türkçesinin ilk izlerine, 14. yüzyılda yazılmış bulunan bazı gramer ve sözlüklerde rastlanıyor. (Devamı var)
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (3)
Prof. Dr. İSAKAYACAN
11- Kıpçak öbeği: Orta Asya’dan Tuna Bölgelerine kadar yayılan Kıpçaklar, günümüzde Asya’nın kuzey bölgesinde yaşıyorlar.
12- Tatar Türkçesi: Tatar Türkçesinin kökenini İdil Bulgarcası oluşturuyor. Tatar Türkçesi, Rusya Federasyonunun bir çok bölgesinde konuşuluyor.
13- Başkurt Türkçesi: Başkurtlar, Orta İdil Bölgesinde, Tatarların doğusunda yaşıyorlar.
14- Karay Türkçesi: Karayların, Hazar Türklerinin soyundan geldikleri sanılıyor. Hazar Devleti yıkıldıktan sonra, Karaylar Avrupa’nın çeşitli bölgelerine dağılıyorlar.
15- Nogay Türkçesi: Nogaylar, Hazar bozkırında, Kuzey Kafkasya’da, Kırım’da, İdil-Ural havzasında, Batı Türkistan’da, Lituanya’da, Dobruca’da, Deliorman bölgesinde ve Türkiye’de yaşıyorlar.
16- Karaçay-Balkar Türkçesi: Karaçaylar ve Balkarlar Kuzey Kafkasya’da yanyana oturuyorlar.
17- Kumuk Türkçesi: Kumuklar, Özerk Dağıstan Cumhuriyetinde yaşıyorlar.
18- Kazak Türkçesi: Büyük Türk topluluklarından biri olan Kazaklar, Türk toplulukları içerisinde, “Kıpçak” koluna giriyorlar.
19- Karakalpak Türkçesi: Dilleri Kıpçak grubunda yeralan Karakalpak Türkleri, Özbekistan’da, Karakalpak Özerk Cumhuriyetinde yaşıyorlar.
20- Kırgız Türkçesi: Kırgızistan’ın kuzeyinde ve kuzey batısında Kazakistan, güneybatıda Özbekistan, güneyinde Tacikistan, güneydoğusunda Çin bulunmaktadır. Kırgız ismine ilk olarak Çin kaynaklarında rastlanıyor.
21- Altay Türkçesi: Altay Türkleri Rus Federasyonu’nun içinde yeralan, Altay bölgesinde yaşıyorlar.
22- Karluk Öbeği: Karluklar, Türk dünyasının doğu bölümünü oluşturuyorlar.
23- Özbek Türkçesi: Özbekler, kökende Karluk, Oğuz ve Kıpçak Türklerinin karışımından oluşuyor. Bu üç kolun dil özellikleri, Özbek Türkçesinde görülüyor.
24- Uygur Türkçesi: Uygurların büyük bir bölümü Çin Halk Cumhuriyeti’nin Özerk Uygur bölgesinde yaşıyorlar.
25- Hakas Türkçesi: Sovyet döneminden önce Hakas topluluklarının ortak adı yoktu. Hakas Türkleri, Hakas Özerk Cumhuriyetinde yaşıyorlar.
26- Tuva Türkçesi: Tuva Türkleri, Tuva Halk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Moğolistan’a komşu olan Tuva Cumhuriyeti, yukarı Yenisey nehri havzasında yeralıyor.
27- Saha (Yakut) Türkçesi: Yakutistan, Kuzeydoğu Sibirya’da Kuzey Buz Denizi’ne dökülen Lena, Yana, İndigirka ve Kolıma ırmaklarının havzasında yeralıyor.
28- Halaç Türkçesi: Halaçlar, Tahran’ın güneyinde Kum ve Arak kentleri dolaylarında yaşıyorlar.
29- Çuvaş Türkçesi : Çuvaşlar, dört grup halinde, başta Çuvaşistan Özerk Bölgesi olmak üzere; Tatar, Başkurt, Komi, Mari Özerk Cumhuriyetlerinde Türk ve Fin toplulukları ile bir arada yaşıyorlar.
30- Çağdaş Türkçe Çağı: Dünyanın en hareketli milletlerinden biri olan Türklerin coğrafyası, tarih boyunca durmadan değiştiği için, bu değişime bağlı olarak Türk dilinin yayıldığı alanların bazen genişlediği, bazen de daraldığı görülüyor.
Bugün Türklerin, ana hatlarıyla Balkanlardan Büyük Okyanus’a, Kuzey Buz Denizi’nden Tibet’e kadar uzayan sahada varoldukları biliniyor. Bu sahada Türk toplulukları farklı yoğunluklarda bulunuyor ve lehçeler konuşuluyor.
31- Çağdaş Türkçe’nin öncelikli sorunları: 1- Alfabe birliği, 2- Yazı dili birliği, 3- Türk dilinin istiklâlinin muhafazası, 4- Türk bilim dilini geliştirmek, şeklinde sıralanıyor. (Devamı var)
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (4)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
TÜRK KİMLİĞİ
Türk kelimesinin ne anlama geldiğini, “Türk kimliği” derken neyi ifade etmek istediğimizi zaman zaman ve de sıklıkla kendi kendimize sorduğumuz olmuştur. Olmalıdır.
TDK’nın Türkçe sözlüğüne göre; Türk (1): Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve halktan olan kimse: “Ne mutlu Türküm diyene!” (Atatürk). (2) Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse. “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur” (M.E. Yurdakul).
Türk Cumhuriyetleri: Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Türk soylu Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan devletleri.
Türkçülük: Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan, Osmanlılık ve İslâmcılık akımları karşısında bütün Türklerin tek vatanda ve tek bayrak altında birleştirilmesini sağlayan akım...
Türkmen: Türkmenistan Cumhuriyeti’nde ve Irak’ta yaşayan Türk soyundan bir halk ve bu halktan olan kimse.
TÜRK İSMİ
Araştırmacılara göre bugün, Türk ismi; Dili Türkçe olan halkların genel anlatım biçimi olarak ifade ediliyor, değerlendiriliyor. Bu halkların binlerce yıl önceden Türkçe konuşan etnik yapılardan oluştuğu görülüyor.
Genel bir ifadeyle, Asya’nın doğusundan, Avrupa’nın ortalarına uzanan bir çizgi içerisinde yer alan Türk halkları, Türk etnik adıyla kendi tarihsel şekillenmelerinin bitiminden sonra ortaya çıkıyorlar.
Türklerin Anayurdunun Altay-Moğolistan bölgesi olduğu öncelikle kabul görürken, son zamanlarda bazı Rus araştırmacıların işaret ettiği, gösterdiği Ural-İtil (Volga) hattı da Anayurt olarak kabul görüyor.
Türk kimliğinin büyüklüğü, herkes tarafından kabul ediliyor. Bu kimlik altında onlarca büyük halkın yer aldığını, yüzlerce büyük kabilenin bu çatı altında, “Türk Milleti”nin varlığını oluşturduğunu, şekillendirdiğini görüyor, biliyor ve bu gerçeklerle karşılaşıyoruz.
Tarihin gerilerine gidersek: Asya’dan başlayarak, Avrupa’nın ortalarına kadar yayılan-dağılan Türk dilli halkların, Doğu Asya’da devlet kuran en etkin varlığını bugün Hun’lar olarak isimlendirilen, adlandırılan Hyung-nular’ın oluşturduğu gerçeği karşımıza çıkıyor.
Tarihi incelemeleriyle bilinen ve kabul görenlerden Shiratoriy; Bizim Hunca diye bildiğimiz kelimelerin Türkçe ve günümüze kadar ulaşan Hunca bir cümlenin de yine aynı dilde olduğunu gözlerimiz önüne seriyor.
TÜRK KİMLİĞİNDE EN ÖNEMLİ ÖLÇÜ
Tarihte Türk kimliğini belirleyen en önemli ölçü olan Türkçe, kaynak bakımından dünya dilleri içinde Ural-Altay dil kümesine giriyor. Doğu Asya’dan, Kuzey Avrupa’ya uzanan coğrafyada, Ural-Altay dil ailesi içinde şu diller yer alıyor:
1- Türk-Tara, 2- Moğol-Mançu, 3- Samoyet, 4- Tunguz, 5- Karadeniz-Hazar, 6- Fig-Ugor.
Türkçe biçim bakımından ise; “bağlantılı diller” grubunda görülüyor. Bu kümede Moğolca ve Mançuça gibi Altay dilleriyle küçük ayrılıklarla Japonca, Fince, Macarca, Samoyetçe gibi Ural dilleri ile bazı Afrika dilleri bulunuyor.
Türkçenin evreleri: 1- Altay çağı, 2- En eski Türkçe çağı, 3- İlk Türkçe çağı, 4- Eski Türkçe çağı, 5- Orta Türkçe çağı, 6- Yeni Türkçe çağı, 7- Çağdaş Türkçe çağı.
Çağcıl Türk dilleri: Türkiye Türkçesi, 2- Gagavuzca, 3- Balkan Türkçesi, 4- Azerice, 5- Horasanca, 6- Türkmence, 7- Salarca, 8- Özbekçe, 9- Yeni Uygurca, 10- Sarı Uygurların dili, 11- Kazakça, 12- Karakalpakça, 13- Kırgızca, 14- Tatarca, 15- Başkurtça, 16- Karayca, 17- Nogayca, 18- Karaçay-Balkarca, 19- Kumrukça, 20- Tuvınca, 21- Hakasça, 22- Altayca, 23- Karagasça, 24- Şorca, 25- Barabaca, 26- Halaçça, 27- Yakutça, 28- Çuvaşça... (Devamı var)
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (5)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE
Prof. Gumilev’e göre; tarihsel süreç içinde 450 dolaylarında Hunlar, Avrasya’ nın dört ayrı bölgesinde tarihten siliniyorlar. Ama gerçek tarih bunun aksini söylüyor: Hun varlığı, bölgedeki Türk halklarını evrimleştirerek Doğu Asya’da yeni Türk devletlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Türk tarihiyle ilgili kaynaklardan birinin de, “Alban Tarihi” olduğunu bilmekteyiz. Kalankartlı Moses’in yazdığı bu kaynakta; “Kuzey Karadeniz ve Kafkasya hattına egemen olan Türk Hakanlığı, eski Hun boylarını da yönetimi altına almıştı. Bölge halkları, bu konfederasyonu oluşturanlara Türk değil, Hun diyorlardı. Bu durum bile Hun-Türk ilişkilerini, bu iki oluşumun kökende birbirlerinin devamı olduğunu gösterir” deniliyor.
Kökü, Açina Türk halklarına dayanan bir hakanın Hazarya’ya geldiği, burada yeni bir Türk Hakanlığı’nın temelini attığı, bu şekillenmenin de 651 yılında gerçekleştiği biliniyor.
TÜRK DİLLİ HALKLAR
Prof. L. N.Gumilev: “Eski Türkler” adlı çalışmasında, Avrasya tarihinde önemli roller oynayan Oğuz boylarının oluşumunu; “Türk” adlı devletin (Tu-chüe: Türküt: Türkler) oluşum dönemi sayıldığı süreçten söz ediyor.
Türk milletinin büyük halklarından birisi de Kıpçaklar olduğunu hatırlayalım. Mete; Hun halkı içinde egemenliği eline aldıktan sonra MÖ 203-202 yıllarında kuzeye karşı harekete geçerek, Kırgız ve Kıpçakları yenip, kendine bağımlı hale getiriyor.
Avrasya’da binlerce yıldır aynı dili konuşan, ama ayrı halklar biçiminde yaşayan Türk milleti; Türk adını “Göktürkler” diye bildiğimiz Büyük Türk Hakanlığı sürecinde kullanıyor.
Türk dilli halkların, tarihin derinliklerinde yaşadıkları, bunlara “Hyung-nu”, “Kao-kui”, “Tie-le” ve başka adların verildiği görülüyor.
Şu anda, Türkçe olarak bilinen, kabul edilen dillerin çok eskilere dayandığını görmekteyiz. “Türktü” halkı 5. yüzyılın sonunda Altay çevresine özgü Ormanstep landşaftında etnik bir kaynaşmanın sonucu ortaya çıkıyor.
TÜRK DİLİ
Türk dili ise o zamanlarda bile Altay’lar’ın batısından Guz, Kan (g,RZ)lı veya Peçenek, eski Bolgarlar ve Gunlar’ın yaşadığı uzak ülkelere (Doğu ve Güney Avrupa hattını, RZ) çoktan yayılıyor.
Türk dili: Asya kabile yapısının iletişimine ugun oluşmuş olmalı ki, geniş kabileler coğrafyasında hemen benimseniyor. Böylece, Türkçenin bir ucu Sibirya’nın kuzeyine kadar sokulurken, öbür ucu Himalayalar’a dayanıyor. Batıya giden kolu Macaristan’da da çok etkili hale geliyor. Türk kelimesi zamanla bu dili kullanan bu çok geniş coğrafyadaki halklar toplamını anlatacak terim haline dönüşüyor.
Günümüzde, bu tarihsel gerçeği anlayan Türkiye Türkleri: Türk’ü bu anlamda yorumlamaya başlıyorlar. Bu yeni yorumu canlandıran anlayış da gücünü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in işaretlerinden alıyor.
Hunların Türk dilli, Türk kimlikli bir topluluk olduğu, Açina’nın Türk ikliminde ortaya çıktığı ve onun soyunun kurduğu devletin de Türk devleti olduğu kayıtları kesinlik içinde karşımıza çıkıyor. (Devamı var)
***
Türk Dili ve Türk Kimliği (6)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
TÜRK KİMLİĞİ HEP ÖNDE
618 yılında, Çin’de Türk kökenli Li Shih-min, Tang hanedanı egemenliğini başlatınca, Türk kabileleri, savaşçı birlikleri Çin’e akın ediyorlar. Bu durum büyük Türk Hakanlığının zayıflamasına, parçalanmasına neden oluyor. Bu süreçte, Türkler Çinlileşirken; Çin’de de Türk kültürü etkisini göstermeye başlıyor. Burada, yabancılara ilgi artınca, Çince-Türkçe bir sözlüğün bile hazırlandığı, yayınlandığı görülüyor. Ne yazık ki bu sözlük günümüze kadar getirilemiyor, gelemiyor...
Türk halklarının, Büyük Okyanus’tan, Ren Nehri’ne kadar uzanan Avrasya’da en az 2500 yıl egemen oldukları görülüyor. Tarih uzmanları; MÖ 7. yüzyıl ile MS. 9. yüzyıl arasını Türk çağı olarak kabul ediyorlar. İskitler’den Uygurlar’a kadar uzanan bu dönem, onlarca Türk halkının harman olduğu bir çağ olarak biliniyor.
Türkler, Avrasya’da devlet kurup, bir çok halkı egemenlikleri altına alıyorlar. Bunların büyük bir bölümünü de Türkleştiriyorlar. Türkleştirilen bu halkların içinde yüzlerce kabile bulunuyor. Türklerin bu geniş coğrafyada egemenlikleri zaman zaman parçalanıp, daralıyor, zaman zaman genişliyor. Ancak belirleyici olan Türk kimliği hep öne çıkıyor, çıkarılıyor.
Türkçe ile somutlaşan Türk kültürü, Doğu Asya’dan, Güney Avrupa’ya kadar varlığını en az dört bin yıldır sürdürüyor. Bugün de o bölgelerde, Türk Kültürünün yaşadığı görülüyor.
Türk, fiziki varlığını damarlarındaki kanı ile, varlığını da Türkçe ile var ederek devam ediyor. Türk varlığını, Türk kültürünü belirleyen en temel öğe Türkçe’dir.
TÜRK KİMLİĞİNDEKİ GENEL TABLO
Türk kimliğinin gruplara ayrılmasındaki genel tablo:
Birinci Grub: 6, 7. yüzyıllarda oluşan ve doğrudan doğruya bu adı kullanan Türk halkları, yani birinci ve ikinci Türk Hakanlıkları ve aynı zamanda bu hakanlıkların tüm sakinleri arasında Türk adını genel etnonim olarak kullananlar.
İkinci Grub: Bir çoğu doğrudan Türk adını kullanmakla birlikte, bugünkü Türk halkların tamamını oluşturuyor.
Üçüncü Grub: Kaşgârlı Mahmud’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eserinde, Türk olarak gösterdiği Türkçe konuşan kabilelerden meydana geliyor.
Dördüncü Grub: Kaşgârlı Mahmud’un listesine girmeyen, ama Türk hakanlıklarının yıkılışından sonra varlıklarını sürdürerek şu veya bu biçimde tarihe geçmekle birlikte, sahip oldukları etnik adlarıyla bağımsız kabileler olarak günümüze kadar yetip gelemeyen, bilinen Türk dilli kabile ve halklarından meydana geliyor.
Beşinci Grub: Türk etnonimi yaygınlık kazanmadan çok önceleri yaşayan ve Türk kelimesinin bazı fonetik varyantları da dahil olmak üzere, farklı adlar taşıyan Türk dilli kabile ve halklardan meydana geliyor.
Yani pek çok Türk dilli hakların genel adı olmadan önce, Türk etnonimi oluşuyor ve 6. yüzyıldan çok önceleri kullanılıyor. Sonuçta: İsa Kayacan olarak diyorum ki;
1- Türkler yaşadıkça Türkçe, Türkçe yaşadıkça Türkler yaşayacak, bir gün Türkçe, Türk dünyasının ortak dili olacaktır.
2. Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız.
Araştırmamı, devletimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün bir vecizesi ile noktalamak istiyorum: “Türk demek : Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene”
KAYNAKLAR:
1- Türk Dili: (Talat Ülker, Gündüz Kitabevi Yayınları, Birlik Matbaası, Ağustos 2007, 607 sayfa-Ankara).
2- Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği: (Rıza Zelyut, Fark Yayınları Gnl: 23, 560 sayfa, 2007-Ankara). (BİTTİ)