16 Nisan 2011 Cumartesi

Burdur’dan Tarım Sanayi’nin Lideri: Kayhan Ertuğrul Makine
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur ilimiz merkez ve ilçelerinde meydana gelen her türlü gelişme, olay beni yakından ilgilendiriyor. Burdur merkezde günlük ve renkli olarak yayınlanan Çağdaş Burdur Gazetesinin 1909 ncu sayısının manşetinde, H. İbrahim Kara’nın özel haberi, daha doğrusu bir röportajı vardı.
Burada, Kayhan Ertuğrul Makine Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin Yönetim Kurulu Başkanı Kayhan Ertuğrul ve Başkan Yardımcıları Kayhan Ertuğrul’un kızı Ayka Ertuğrul Kısaoğlu, ile Kayhan Ertuğrul’un oğlu Kaan Ertuğrul’un isimleri yeralıyordu..
Kayhan Ertuğrul yakından tanıdığım, gurur duyduğumuz bir sanayicimiz. Tarım makineleri konusunda, gerçekleştirdiği “ilk” üretimlerle bilinen, takdir gören bir hemşehrimiz.
H. İbrahim Kara’nın haberinden, röportajından aldığımız bilgiler var aşağıda. Bunlar: Elli yılı aşkın tecrübesini 1995 yılında kurduğu Kayhan Ertuğrul Makine Sanayi ile birleştiren Kayhan Ertuğrul, Ortadoğu ve Arap ülkelerine ihracat yapıyor. Burdur ve ülkemiz ekonomisine önemli katkıları bulunan bu kuruluşumuz, Burdur’da 2009 yılında 1 milyar 308 bin 581 TL. matrahı ile vergi rekortmeni olmuş. 11.sırada yeralıyor.
Mermer sanayinde de faaliyet gösteren Kayhan Ertuğrul Makine, bünyesinde faaliyet gösteren şirketlerle toplam 80 kişi çalıştırarak, Burdur istihdamına önemli katkılar sağlıyor.
Kayhan Ertuğrul Makine’nin TSE belgeli üretim yaptığını, ülkemizin her yerinde bayi ağı ve yetkili servisleri bulunduğunu kaydedelim. 27 bin metrekare açık alan ve 10 bin 500 metrekare kapalı alan üzerinde son teknoloji CNC torna, merkezi işlem tezgâhları ile konusunda tecrübeli, kalifiye elemanları, mühendisleri ile bilgisayar destekli tasarım ve üretim yapmaya devam ediliyor. Ortadoğu ve Arap ülkelerine balya makinesi ihraç ediliyor.
Kayhan Ertuğrul Makine olarak, tarım makinelerinin her türlü yaprak bıçak imalatının da yapıldığı, yıllık ortalama 500 balya makinesi üretiminin gerçekleştirildiği ifade ediliyor.
Kayhan Ertuğrul Makine Sanayi ve Ticaret A.Ş’de üretilen makinelerin ağırlıklı olarak hasat harman makinesi grubunda ve süt hayvancılığında kullanıldığını söyleyen Ayka Ertuğrul Kısaoğlu; Bunlar arasında, ekin biçme makinesi, harman makinesi, yem kırma makinesi, ot silaj makinesi, selektör, mısır kayışlı, şanzımanlı silaj makinesi haş paylı, 2-3 ipli balya makinesi, rulo balya makinesinin bulunduğunu anlatıyor. Tebriklerimizi, sevgi ve saygılarımızı sunuyorum efendim. ***
Ahmet Sevgi’den: 
Bir kurucu Teknik
Öğretmenin romanı 
Ahmet Ersudaş
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ahmet Sevgi, eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı. TSM’le yakından ilgileniyor. Yeni bir kitabı var masamda Ahmet Sevgi’nin. Adı: Bir kurucu Teknik öğretmenin romanı, Ahmet Ersudaş.
            192 sayfayla, merkezi Ankara’da bulunan Yıldızlar Yayıncılık, yayınları arasında güryüzü görmüş. Kitap, 14.07.1922 Bursa doğumlu Ahmet Ersudaş hocanın hayatı ve anılarını kapsıyor, içeriyor.
            Kitabın ilk sayfalarıyla değişik sayfalarında bir düzenleme içinde Ahmet Ersudaş, eşi, çocukları, farklı aile fotoğrafları konulmuş, kitap zenginleştirilmiş.
            Ahmet Sevgi titizliğini, ciddiyetini, kitabın her sayfasında görüyor, alkışlıyorsunuz. Ahmet Sevgi imzalı 6 sayfalık bir önsöz dikkat çekiyor ilk sayfalarda. Buranın bir yerinde; “Kitap, Ahmet Ersudaş hocanın babasız geçen çocukluk yıllarıyla başlıyor. Dört küçük evladıyla dul kalan annenin çocuklarını, bir kartal gibi nasıl sarıp sarmalayıp hayata hazırladığını da okuyacaksınız” deniliyor efendim.
            Prof. Dr. Cevat Alkan hocamız “önsöz gibi bir yazı” başlığı altında, önder eğitimci,  yönetici ve kurucu öğretmen Ahmet Ersudaş hocadan sözediyor, övgü dolu ifadeleriyle kitabın ilgili sayfalarından sesleniyor, ülkemizde mobilya aksesuarı üreten sanayinde Ahmet Ersudaş imzasının bulunduğunu anlatıyor.
            İçindekiler sayfalarına, öne dönüyor ve bakıyoruz. Başlıklardan bazıları:
            -Bursa Bölge Sanat Okulunda, Ankara Erkek Meslek Öğretmen Okuluna girişi ve öğrenciliği, İlk öğretmenliği, Öğretmenliğinin ikinci durağı, Atatürk ve Ahmet Ersudaş, Vehbi Koç ile tanışma, Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile tanışma, Ahmet Ersudaş’ın Hacettepe’den ve Tepe Mobilya’dan ayrılması, Cezayir’e Mobilya Fabrikası ve Okul Projesinin yapılması, İsmet İnönü ve Ahmet Ersudaş, Annesi ve kardeşleri, okul diplomaları, yazdığı mektuplardan örnekler, kendisine gelen mektuplardan örnekler, vd.
            Kitap içinde, sayfalarında yeralan fotoğraflara ve bu fotoğrafların altında yazılanlardan bazı örnekler nakletmek istiyorum Ahmet Ersudaş hocanın daha net tanınması, bilinmesi bakımından:
            -Atatürk’ün tabutu açıldı: Prof. Dr. Kâmile Mutlu katafalka Ahmet Ersudaş’ın yardımıyla çıktı (Ortada), Atatürk’ün naşı açılırken Ahmet Ersudaş oradaydı (Soldan ikinci),
            -İki eski dost; İhsan Doğramacı ve Ahmet Ersudaş, vd.
            Kitap tam bir anılar geçitinin yapıldığı sayfalarla karşımıza çıkıyor. Övünç vesilemiz eğitimcilerimizden biri olarak gördüğümüz, Ahmet Ersudaş hocamızı kutluyor, tebriklerimizle, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz efendim. Ahmet Sevgi kardeşimizi de böyle bir yayının gerçekleşmesini sağladığı için, takdir, tebrik sevgi ve saygılarımızı iletiyoruz. ***
Torunum Nazlı’nın
Bayrak ve Türkçe sevgisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Torunum Nazlı için yaptığım girişler klasikleşti artık: Nazlı Aykut Torunum. Ankara Arı Okulları 6-D sınıfında 247 numarayla eğitim görüyor. Nazlı’nın denemeleri, şiirleri vardı geçmiş günlerde yayınladığımız. Bugün, Bayrak ve Türkçe sevgisiyle ilgili birer şiirini sütunlarıma almak istiyorum. Şiirler sırayla efendim:
BAYRAĞIM! (Nazlı Aykut 07.03.2011)
Bayrağım, bayrağım,
Savaşlarda tek umut kaynağım,
Çok soğuk gecelerde,
Şöminem oldun bayrağım.
*
Aşkın kasıp kavuruyor herkesi,
Ayyıldızlı dünya  güzeli,
Kalbimin en derinlerindeki,
Tek hürriyet hikâyesi..
*
Bayrağım, bayrağım,
Kalbimizdeki al yanaklım,
Kan kadar kıymetlisin benim için,
Sonsuza dek ayaktasın bayrağım.
Nazlı’nın bayrağımıza, gururumuz bayrağımıza karşı duyguları, ortaya koydukları bunlar efendim.
Aynı Nazlı’nın, Torunum Nazlı’nın birde dilimizle, Türkçemizle ilgili yazdığı bir başka şiir var. Bu şiir de şöyle:
DİLİM TÜRKÇE (14.03.2011
Dil, yansımasıdır yalnızca,
Bir ülkenin, bir kurtuluşun.
Bir Türk konuşmazsa Türkçe,
Türkiye’nin kalbine girer o kurşun.
*
Dil her şeydir,
Dim umuttur, dil mutluluktur.
İletişim kurmak zor değildir,
Yalnızca kendini tanıtır.
*
Benim dilim Türkçe,
Türkçe konuşmalıyım öyleyse,
Bu ülkeyi sefalete düşürmemeliyiz,
Türkçe’yi yok olan dile dönüştürmemeliyiz.
Nazlı AYKUT
(Arı Okulları, Sınıf:6-D, No:247-Ankara) ***
Burdur-Gölhisar’dan yeni bir türkü: Yaktın beni Irmızan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur türküleri arasına yenilerinin dahil edilmesi için, gayret gösterenlerin başında, Gölhisar ilçemizde oturan, çağdaş halk ozanı, araştırmacı-gazeteci Osman Akkoç gelmektedir.  Gölhisar Gündem Gazetesinin 11 Mart 2011 tarihli sayısındaki köşesinde Osman Akkoç, yeni bir Gölhisar türküsünden, “Yaktın beni Irmızan”dan sözetti, öyküsüyle ilgili anlatımlarını sütununa aktardı. Buyurun buradaki anlatımlara bir göz atalım:
            Gölhisar yöresinde yas türü şeklinde okunan, son mısraları kıvrak olarak nakaratlarla süslenen, yöre müziğine uygun ritimde olan “Yaktın beni Irmızan” adlı türkünün şiiri yıllar önce mahalli sanatçılarımızdan birine Osman Akkoç tarafından verilir. Bu mahalli sanatçımız vefat eder. Osman Akkoç birgün bir vesileyle rahmetli bu sanatçının evine gider. Rahmetli sanatçının eşi Osman Akkoç’a; “Kocamın sana vermek istediği fakat veremediği bir şiir var, sana verilmesini çok istiyordu”der ve şiiri Osman Akkoç’a verir. Osman Akkoç; “Ben bu şiiri mahalli sanatçımızı verdiğimi unutmuşum” diyor.
            Osman Akkoç bu türkünün hikâyesini şöyle anlatır: 1961 yılında Gölhisar’ın önde gelen eşraflarından Hacı Hatip Mustafa amcamızın, bir düğün ziyaretinde bu türküden sözettiğini, yıllar sonra İbecikli Emin Demirayak’la bir sohbet sırasında bu türkünün şiirini okuyan Osman Akkoç’a, Emin Demirayak hoca; “Ben bu türküyü bazen okurum. Hatta albümümün içinde vardı. Plak şirketi nedense bu türküyü almak istemedi. Hadi eve gidelim de kasetimde var sana dinleteyim” diyerek Emin hocanın evine giderler. Türküyü dinlerler.
            Türkünün hikâyesi hakkında Osman Akkoç şu bilgileri veriyor: Horzum köyünden, şimdiki… ….. sülalesinin ferdi olan…. ……. isimli kişinin kızı……… sülalenin zengin, şımarık oğluna gönül verir. Kız, oğlanın kendisini kaçırması için ikna eder. Kız Ramazan isimli bu delikanlının evine varır. Pencereye tıklar, oğlan bakar ki Zeynep gelmiş, gönül eğlendirmek için kız ile iki gün beraber olurlar. Üçüncü gün Ramazan kızı bırakır kaçar. Zeynep kız ortada kalmıştır.
            Ramazan ertesi gün dul bir kadını kaçırır, ortadan yok olur. Zeynep ailesinin yanına gidemez. Orada bir ağaca ip bağlayarak intihar eder. Emin Demirayak’a göre ise Zeynep firar eder, göçer ailesinin erkeğinin ikinci karısı olur, bir daha o bölgeye dönmez.”Yaktın beni Irmızan” adlı türkünün sözleri:
Pencereden atladım,
Elma armut topladım,
Pencereni tıkladım,
Kaçtım sana Irmızan.
*
Her belaya katlandık,
Bahçelerde saklandık,
Her yerlerde yoklandık,
Kandım sana Irmızan.
*
Beni bırakıp kaçtın,
Başıma belâ açtın,
Dul birine yanaştın,
Yaktın beni Irmızan.
Kaynak kişi: Osman AKKOÇ
***
Abdülaziz Semin Bayatlı’dan:
Aynada İnsan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Dr. Şemsettin Küzeci, Irak-Kerkük, Türkmenler, Türk Dünyası arasında bir köprü olma görevini başarıyla sürdürürken, aracılığıyla bana ulaşan kitapların sayısı giderek artıyor.
            Türkiye Türkçesine aktaran ve yayına hazırlayan Dr. Şemsettin Küzeci, Abdülaziz Semin Bayatlı’nın rubailerinden oluşan “Aynada İnsan” adlı 64 sayfalık kitapla, yeni bir yayının imzasını daha ortaya koymuş.
            Dizgi ve kapak tasarımının gerçekleştirilişinin altına koyduğu imzayla Aybeniz Küzeci, gelecek için ümit vadeden çalışmalarıyla göz dordurmaya başladığını tebriklerimizle kaydedelim.
            Kitap merkezi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliğinin Irak Şubesi tarafından günyüzüne çıkarılmış, bu kuruluşun yayınları arasında okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş.
            Abdülaziz Semin Bayatlı okurlarına duygularını aktarıyor. Sunuş, önsöz anlamında. Rubailer numara verilerek sayfalara aktarılmış. İlk rubailer 7 nci sayfada başlıyor. Birinci rubai:
Gökyüzünde yıldızlar, her biri bir insandır,
Kimine can diyerler, ,kimi cana canandır,
Onlar göklerde mutlu, bizler kırbaç tutsağı,
Demek ki bu söylenti hep kökünden yalandır.
            Son ve 160 ncı rubai 60 ncı sayfada yeralıyor. Abdülaziz Semin Bayatlı’nın anlatımdaki rahatlığını görüyorsunuz değil mi?. Kutlayarak son rubaiyi de aşağıya alalım buyurun:
O çağın anıları kazılmış belleğinde,
Uçurum ağzındayım hasretim yüreğinde,
Ilık soluğun bir gün çekmedim ciğerimde,
Sen gittin ben de soldum, kaybettim dileğimde.
            Abdülaziz Semin Bayatlı: 1938 yılında Kifri’de doğdu. İlk ve ortaokulu Kifri’de, liseyi Tuzhurmatu’da bitirdi. Öğretmenlik kursuna katılıp, 1957 yılında Kerkük’te öğretmen olarak çalışmaya başladı.
***
GÜNÜN HABERLERİ:
1. Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından yayınlanan “Türk Yurdu Dergisi” 100 yaşına merhaba dedi.
2. Eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Arzu Kök tarafından düzenlenip yönetilen “Kök Edebiyat Günleri’nin” ilk’ine; Mustafa Çelebi Çetinkaya, Alp Arpad, Müzeyyen Keskin, A. Çağrı Elgün, Şakir Susuz, İsmail Kara, İsa Kayacan, Hüseyin Önal, Kemal Özdemir, Adem Yazar, Yusuf Millidere, Cahit Bıldırcın ve Swetlara Bıldırcın katıldılar.
3. Onur belgesi: Sayın Prof. Dr. İsa Kayacan; Okulumuzun düzenlediği öğrencilerimize doğru davranış kazandırma etkinlikleri çerçevesinde verdiğiniz “Tecrübe ve Gençlik” konulu konferanstan dolayı teşekkür ederiz. (Sami Bülbül, Cumhuriyet Anadolu Lisesi Müdürü, Burdur, 08 Nisan 2011)
4. 221. Plâket: Sayın İsa Kayacan; “Otuzuncu Yıl Anısına” (Prof. Dr. Nevzat Aypek, Türk Kooperatifçilik Kurumu Başkanı, 16 Nisan 2011 – Ankara)   
***
Çorum Sıla 19 Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Gazetelerimiz, dergilerimiz bir heyecanla yayın hayatına başlatılıyorlar. Zamanla kökleşenler, yayın dünyamızda önemli, anlamlı yer sahibi olurlarken, bazıları da görünüp kayboluyorlar.
            Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajans’ın sahibi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den “Çorum Sıla 19 “Gazetesinin 1 ve 14 ncü sayılarının bir araya getirildiği, daha doğrusu gazetenin bu sayılarının tamamını bir tomar halinde aldım.
            Sekiz büyük sayfalık gazetenin genel görünümü, Anadolu Basını içerisinde bir yer sahibi olacak izlenimi veriyor. Haftalık, kültürel, siyasi gazete olarak yayınlanan “Çorum Sıla 19”un ilk sayısı 22 Ekim 2010 tarihinde günyüzü görmüş, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş, merhabalaşmış, merhabalaştırılmış.
            Gazetenin kimliğine bakıyoruz: İmtiyaz sahibi: Mehmet Ali Eröksüz, Yazı İşleri Müdürü: Erhan İvgin, Genel Yayın Yönetmeni: Ergülü Karipçin. Daha pek çok isim ve imza var kimliğinde. İletişim adresi: Konur Sok. No:66-9 Kızılay-Ankara
            Sayfalarda, Çorum çıkışlı, ağırlıklı manşetler, haberler dikkat çekiyor. İlk sayılarında “Neden sıla 19” sorusunun cevabı veriliyor, “Bir çok gencimiz neredeyse kendi öz kültürlerini unutmaya yüz tuttu. Ancak, bu konuda gençliği hiçbir zaman suçlamadım, hiç kimsede suçlamamalıdır” diyor Mehmet Ali Eröksüz.
            “Çorum Sıla 19”un ilk sayfalarında yeralan manşetlerden bazı seçmeler yaparak devam edelim:
            Yerel basında yeni nefes/Coşkulu Cumhuriyet kutlaması/Dekan Basan’dan iş dünyasına sitem/Hiç unutmadık/Tarımı topyekün ele almalıyız/Ahilik geleneği yaşatılıyor/Çorum önemli bir yer tutacak/Sungurlu’nun çehresi değişiyor/Çorum’da üç yılda 196 derslik/Teknokent, Çorum için uzak değil/Aşure birlik ve beraberliğin sembolü/vd.
            14 üncü sayısı 28 Ocak 2011 tarihinde yayınlanan “Çorum Sıla 19” Gazetesinin 13 ncü sayısının 5 nci sayfasında üç şiirin yeraldığı sütundan, Selahattin Ambarkütük imzalı “Memleketimi özledim” adlı, başlıklı, altı dörtlükten meydana gelen şiirin bir dörtlüğüyle noktamızı koyalım:
Terk ettim sılayı gurbete düştüm,
Elini özledim memleketimin,
İl, ilçe, bucak, köy demeyip geçtim,
İlini özledim memleketimin.
***
Şerife Çınar’dan iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İzmir ilimizden (Karşıyaka’dan) seslenen Şerife Çınar’ın iki şiiri var masamda. Bu şiirlerden bazı dörtlükler alalım. Genel bir değerlendirmeyle aldığımız, seçtiğimiz dörtlükler efendim. Buyurun birlikte okuyalım:
            Şiirin ismi: İçim hiç rahat değil. Yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin üç ayrı dörtlüğü:
İÇİM HİÇ RAHAT DEĞİL (Şerife Çınar)
Dün Van’dan gelen dostum gözyaşları içinde
Kurulmuş diyor şimdi, vatan vatan içinde
Kardeş kardeşe düşman herkes panik içinde
Verir miyim bağrımdan, asla bir avuç toprak.
*
Kurtuluş savaşında vermedi mi dersini?
Bu millet öyle millet, gösterdi ya tersini
Alamazlar elinden ne Van’ı ne Kars’ını
Göz nurudur halkımın dolaştığın her sokak.
*
Kim kimden korkuyor da görmez oluyor gözler
Olan garibe olur, ötesi yalan sözler
Şehidimin anası, kansız bir günü özler
Nasıl ödenir söyle, bunca vebal bunca hak.
Şiirin adı: Kendini benden iste. Altı ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin de üç ayrı dörtlüğü:
KENDİNİ BENDEN İSTE (Şerife Çınar)
Duyulsun yürek sesim, okunsun her noktada
Adımıza destanlar, yazılsın her kıtada
Semaya yükselelim, varalım son kata da
Seninle yaşarım ben, senin için bu beste.
*
Kaç defa sorguladım, belki yalandır diye
Bir sünger çekebilsem, senle olan maziye
Gözümden iki damla, aksın sana hediye
Seninle yaşarım ben yankılansın her seste.
*
Fani dünya kısacık, sevmeye yetmez ömür
Gönül tahtım senindir, çık otur sefanı sür
Kokunu sakla tende, gittiğin yere götür
Seninle yaşarım ben, kendini benden iste.
***
Cumhur Turan’dan: Kirliydi zaman
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Cumhur Turan, birbiri ardına yayınladığı değişik konulardaki kitaplarıyla dikkat çekiyor.
            Merkezi Ankara’da bulunan, Payda Yayıncılık’ın yayını olarak günyüzü gören, yayınlanan “Kirliydi Zaman” 96 sayfalık bir şiir kitabı.
            Sunuş veya önsöz diyebileceğimiz iki sayfalık bir anlatım var ilk sayfalardan ikisinde. Bu sunuş veya anlatım “Şiirden önce” başlığını taşıyor. Bir yerinde:
            -“Kirliydi Zaman: Şiir kitabına da adını veren bu şiirin doğumu 2002 yılında Marmara Adasında oldu. O yıl, Marmara Malmüdürlüğü işlemlerinin denetimi için orada bulunuyordum” diye devam ediliyor. Şimdi merak etmez misiniz bu şiirde neler söyleniyor?, En azından girişinde:
            Kirliydi zaman adlı şiir bölümü uzunca. Bu şiirin girişi efendim:
Kirliydi zaman,
Zaman içinde yüzen,
Kahvenin masalları,
Sandalyeleri, camları, çay ocağı, sokağı taşları,
Uçuşup düşen sözcükler,
Kirliydi her şey,
Kirli akşamları,
Mekanında kumar oynayan bir dizi kişi..
            Cumhur Turan, Kansız ama yorgun, Bu göz müydü?. Ve ağlıyorlar şimdi, Bisiklet, Gözyaşına döndü karları, Rüya bu ya, gibi başlıklarla verdiği şiirleri, sayfalara aktardığı şiirleri, bir anlatım rahatlığı içinde oluşturulmuş, şekillendirilmiş. Cumhur Turan’ın sanat ve edebiyat dünyamızdaki, şiirimiz içindeki yeri burada saklı.
            Uzun soluklu şiirlerin mısralarının bütünleştirilmesi zordur. Cumhur Turan bu başarıyı yakalamış öncelikle. Kutluyorum.
            Sayfa 55’de başlayan “Bisiklet”ten:
Bir erkek, bir kadın,
Kadın önde, erkek ardında,
Daracık bir koridorda,
Gündüz bile ışık yakılan,
Yürüdüler sessizce.
***
Batı Akdeniz Bölgesi Yörükleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yıllarca, Kültür Bakanlığının il müdürlüklerinde, “Kültür Müdürü” olarak görev yaptığını bildiğimiz, folklor ağırlıklı, mahalli –yöresel araştırma ve yayınlarıyla takdir edilen bir isim ve imza: Musa Seyirci.
            Musa Seyirci hocanın İstanbul  “Der Yayınları”nın 262 ncisi olarak 204 sayfayla yayınlanmış “Batı Akdeniz Bölgesi Yörükleri” adlı kitabı, değerli hemşehrim Uzman Veteriner Hekim, araştırmacı, Bursa’da yaşayan Osman Köseoğlu tarafından;,, “Vatanına, milletine var gücü ile hizmetler sunan, düşün ve eylem insanı, değerli hemşehrim Prof. Dr. İsa Kayacan’a sevgi ve saygılarımla, Mart 2011” şeklindeki ithafıyla bana gönderdiği kitabın sayfalarında gezmek istiyorum öncelikle:
            Musa Seyirci hocanın bir önsözü var ilk sayfalardan birinde. Buranın bir yerinde; “Alacağın içinden gelen ve Yörük kökenli bir aydın olarak, 1978’li yıllarda belirtilen kültürü araştırmak için, Yörük köylerine gittiğimde, onların hangi Yörük aşiretinden geldiklerini sorduğumda, -biz Yörük değiliz- derlerdi bana. Onlara, ben Yörüğüm deyince gerçek mi söylüyorsun diyerek rahatlarlar, giderek sohbet koyulaşır onların Yörükçülük günleri akıllarına gelir, gözleri buğulanırdı” deniyor, ifade ediliyor efendim. Kitabın içindekiler sayfasından bazı satırlar aktarmak istiyorum:
            -Batı Akdeniz’de Yörükleri, Elmalı yöresindeki Yörükler ve Tahtacılar, Manavgat Yörüklerinin göç yolları ve aşiretleri, Bahşiş Yörükleri ve dokumaları, Afyonkarahisar Yörükleri, Bir Yörük anasıyla söyleşi, Yörüklerin çıktığı yaylalar, Yörüklerde boğaz havaları, Antalya Yörüklerinin kullandığı çalgılar vd.
            Sayfa 137’deki “Yörükler’de boğaz havaları” ana başlığı altındakilerden birkaç cümle: “Antalya Yöresinde yıllarca yaşayan bir Karakoyunlu Obası, yıllar sonra Mersin’e Adana’ya göçtüğü gibi, Mersin’de, Adana’da yaşayan bir Sarıkeçili Obası da Burdur’a, Antalya’ya , Afyonkarahisar’a göçmüştür. Belirtilen göçler, Yörük Aşiretleri arasında kültür alışverişini hep canlı tutmuştur”.
            Sayfa 143, başlık: Yörüklerde Alaçık. “Alaçık konusuna değinen araştırmacılardan Ali Rıza Yalman, Yörüklerde Karaçadır, adlı araştırmasında, gerçekten Antalya, Burdur’un Bucak, Tefenni, Gölhisar ilçelerinde, Denizli’nin Fethiye’ye sınır köylerinde ve Fethiye Yöresinde Alaçağı, geçimini büyük ölçüde hayvancılıkla sağlayan, geçmişte konar-göçer olan bugün ise toprağa yerleşmesine karşın, yazın yaylaya çıkan yarı köylüler kullanırlar. Ancak Naci Eren’in belirttiği Tahtacıların kullandığı meskenlere Alaçık demek pek mümkün değildir”.
Alaçık, Yörüklerin yaygın olarak kullandığı konaklanan alanda süratle kurulan, ayrıntısı fazla olmayan mesken tipidir.
***
Her mevsimin kenti: Rize
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi Faik Bakoğlu, Rize’nin fahri elçisi, bu ilimizin tanıtımı için gece gündüz çalışıyor. Rize hakkında ne varsa topluyor, dostlarına gönderiyor. Sayın Bakoğlu’nun gönderdiği gazete, dergiler arasında Rize Valiliğince hazırlanan “Her mevsimin kenti: Rize” adlı belgesel yayın, kitapçık-kitapçıklar da vardı. Buralardan aldığımız Rize bilgileriyle bir değerlendirme, genel görüntü seyrimizi gerçekleştirelim. Buyrun efendim:
            Rize Valiliğince yayımlanmış, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün katkılarıyla hayata geçirilmiş, yayınlanmış bir rehber var elimizde. Buradan aldıklarımız:
            Rize Valisi Seyfullah Hacımüftüoğlu, rehberin sunuşunun bir yerinde: “Rize, Karadeniz’in en karakteristik özelliklerini yansıtan, endemik bitki türlerini barındıran, şelâleleri, termal kaynakları, Kaçkar Dağları Milli Parkı ile ülkemizin önemli bir turizm destinasyonu olma yolunda sağlam ve emin adımlarla ilerleyen bir ilimizdir” diyor.
            Rize’ye gelirken, Rize’nin yemyeşil yaylalarında ve Kaçkar Dağları’nın eteklerinde dolaşırken hangi mevsim olursa olsun yanınızda yağmurluğunuzu veya şemsiyenizi eksik etmeyin hatırlatmasında, uyarısında bulunuluyor.
            Türkiye’nin her tarafından ve her mevsim kolaylıkla ulaşılabilen bir il olan Rize, Kuzeydoğu Anadolu’da; Batıda Trabzon, güneyde Bayburt ve Erzurum, doğuda Artvin illeri kuzeyde ise Karadeniz ile çevrilidir.
            Rize, bol yağış alan Kaçkar Dağları’nı saran sıkı orman örtüsü, yaygın bir akarsu ağı ile ayrılmış vadiler, zirvelere uzanan Alpin buzullarıyla her defasında yeni bir şeyler keşfetmek isteyenlerin değişmeyen tatil bölgesidir.
            Rize çayın Başkenti’dir. Birinci Dünya Savaşının ardından yaşanan ağır ekonomik bunalım sonucunda sosyal ve ekonomik dengelerin bozulmasıyla Rize’den diğer illere göç hızlanınca yörede devlet desteğinde çay üretimine başlanması kararlaştırılmış ve bu amaçla 1924 yılında, “Rize ve Borçka’da Narenciye ve Çay Ziraatının Tatbiki hakkında yasa” çıkarılmıştır.
            Çay, Rize’de söylenen atasözü, deyim fıkra ve manilere konu olmuş, yörenin somut olmayan kültürel mirasında yerini almıştır.
            Rize’nin 12 ilçesi yanında, Bucak sayısı 4, Belediye sayısı 21, Köy sayısı 350, İl toplam nüfusu 365.938 olup, Merkez nüfusu 78.144, yüzölçümü 3920 km2, kuruluş tarihi (yılı) 1924 olarak bilinmektedir, kaydedilmektedir.
            Rize halk müziği, kemençe, tulum gibi çalgılar ve türküler etrafında şekillenmektedir. Türkülerde dört mısra vardır. Sevdalık türküleri, gurbet türküleri en çok görülenlerdir.
            ***
Veysel Kızlarkayası’ndan:
Adı yok sensizliğimin
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yayınlananlar.. Okurla buluşanlar, buluşturulanlar. Şiir kitapları, getirdikleri, getirdiklerinden sözedilenler.
            Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajans Yayınlarının 99 ncusu olarak, 176 sayfayla günyüzü gören, Veysel Kızlarkayası’nın “Adı Yok Sensizliğimin” adlı şiir kitabının sayfalarında gezmek istiyorum efendim:
            Kitabın önsözü Hayrettin İvgin imzalı. İki sayfalık önsözünün bir yerinde Hayrettin İvgin: “Şair Veysel Kızlarkayası’nın şiirlerinde bir rengârenklik var. Konularını işlerken mısralarına anlam yüklemesini biliyor” diyor.
            Hecevezniyle yazılmış, yazıldıkları tarihleriyle sayfalara aktarılan şiirlerin birincisi, ilki “Maralım” adıyla karşımıza çıkıyor. Kitabın 5 nci sayfasında bu şiir. Bir dörtlüğü anılan şiirin:
Bir deli borandır bendeki sevda,
Seviyorum seni demem, elveda.
Beni bana yazmış kurbanı Hüdâ
El kırılsın, sen kırılma maralım.
            Veysel Kızlarkayası, ele aldığı konu üzerinde genel bir araştırma, değerlendirme yapıyor önce. Sonra bu değerlendirmelerini mısralara dönüştürüyor, sayfalara döküyor, gelecek için ümit vadeden şiirler ortaya koyuyor, koyabiliyor. Şiirlerimizin geleceği bakımından önemli olan anlamlı olan bu genel görüntülerle sevinmeliyiz, ümitlenmeliyiz efendim.
            Veysel Kızlarkayası, şiirlerinin başlıklarıyla, başlıklarının verdiği anlamlılıklar itibariyle de dikkat çekiyor: Aşk Eylülde öldü, Yüreğini koy da gel, Sevgili geliversen, vermek istediğimiz şiir başlıklarından.
            Sayfa 115 den “Yol oldum yoluna” adlı, başlıklı şiirden bir dörtlük alalım:
Veysel’in aklından çıkmıyor sevdan,
Dönüşü yok artık, ok çıktı yaydan,
Arı küsmüş güle, olmaz ki faydan,
Ballar sensiz masum, duruyor gülüm.
            Veysel Kızlarkayası: 1961 yılında Sivas Kangal Akçamağra köyünde doğdu. Liseyi Sivas Kongre ve Ankara Ulubey Liselerinde okudu. “Gözlerinden Vuruldum” adlı şiir kitabını yayınladı.
***
Ahmet Sevgi’nin insan
ve musiki sevgisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ahmet Sevgi, Milli Eğitim Bakanlığının değişik kademelerinde çalışmış, Müsteşar Yardımcısı olarak emekli olmuş, yurtdışındaki eğitim müşavirliği görevinde başarılı hizmetlere imza atmış, öğretmen kökenli bir eğitimcimiz.
            Ahmet Sevgi şairdir, Ahmet Sevgi TSM korolarında bulunur, TSM parçalarını vukufla icra eder. Yazardır, araştırmacıdır. İnsan sevgisiyle dolu, dopdolu bir gönlün sahibidir Ahmet Sevgi.
            Özel olarak düzenlediği “Sevgi Kültür Evi”nin sahibi, yöneticisi, musikiyle uğraşanların, şairlerin, yazarların, gönül insanlarının yakın dostudur Ahmet Sevgi.
            O’nun düzenlediği “Şiir ve Musiki” günlerinin sayısı hızla artarken, bestekârların, solistlerin, TSM saz ustalarının bir araya getirildiği, ciddi düzenlemelerle hazırlanan, sayfalara aktarılan TSM parçalarının makamları, müzik ve söz imzalarının (Müzik, söz, beste, güfte) gibi ayırımlarla hazırlanan, çoğaltılıp, davetlilere verilmesi, parçaların icra edilişleri sırasında, herkesin saz ve söz ustalarıyla birlikte seslendirmelerinin sağlanması gibi özellikler, güzellikler hep Ahmet Sevgi’nin düzenlemelerinde görülür, hazırladığı, gerçekleştirdiği toplantılarda, bir araya gelmelerde yaşanır…
            Bakarsınız, toplantıya katılanların, belirli aralıklarla tanıtılması, şairse şiirlerinden birkaç örneğin verilmesinin sağlanması gibi özelliklerin dillendirilmesiyle, okunan parçanın beste ve güfte sahipleriyle bilgilerin Ahmet Sevgi veya katılımcılardan biri tarafından anlatılması, gibi bilgilendirmeler, Ahmet Sevgi toplantılarının önemli ve anlamlı bölümleri arasında yeralır.
            Sonra, diyelim ki güftesi Orhan Seyfi Orhon’a bestesi Yusuf Nalkesen’e ait olan Muhayyer Kürdi Şarkı (Veda busesi) “hani o bırakıp giderken seni” adlı şarkı icra edildi. Hemen Ahmet Sevgi söz alır (zaten mikrofon ondadır), Kültür Bakanlığı klasik yayınlarından veya ansiklopedilerden aldığı bilgileri, salonda bulunanlara aktarır, ilginç gazete kupürleri veya fotoğrafların herkes tarafından görülmesini sağlar.
            Burada yapılan, yapılmak, ortaya konulmak istenen, Ahmet Sevgi’nin şiir ve musiki sevgisindeki yüksekliktir, pek çok insanda bulunmayan bir özellik ve Ahmet Sevgi güzelliğidir.
            Arşivi ve kitaplığı çok zengin olan Ahmet Sevgi’nin düzenlediği “Sevgi Kültür Evi”nde, 20 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirilen “Şiir ve Musiki” adıyla hazırlanan 25 ayrı TSM parçasının yer aldığı sayfalardan.. Müzik: Fehmi Tokay’a Söz: Melâhat Akan’a ait olan Buselik şarkı “Geçti bahar hazan erdi bu yerde”nin sözlerini aşağıya alarak noktamızı koyalım, Ahmet Sevgi’yi bir kez daha tebrik ederek, sevgi ve saygılarımızı sunalım efendim:
Geçti bahar hazan erdi bu yerde,
Deli gönül yine dertte kederde,
Şakımıyor bülbül artık seherde,
Deli gönül yine zevkte kederde…

Hiç yorum yok: