13 Eylül 2013 Cuma

Menderes ve dönemlerine ait yayınların pek çoğu gerçeği yansıtmıyor...

Menderes  ve dönemlerine ait yayınların
pek çoğu gerçeği  yansıtmıyor
                                                                                                             Prof.Dr.İSA KAYACAN
Özel televizyonlarımızın pek çoğunda yayınlanan dizilerde, gösterilen bölümler sık sık tekrarlanırken, yine bu Tv. Açık oturumlarına konuşmacı olarak katılanların, özellikle yaşı çok genç olanların bilmedikleri, yorum getirmedikleri konular kalmadığı görülüyor.
            Demokrat Partinin l950 ve l960 yılları arasındaki hizmetleri, o dönemin unutulmaz lideri Adnan Menderes’le ilgili tv’lerde yayınlanan belgesellerin de hemen hemen hiçbiri gerçekleri yansıtmıyor.
            Bu yayın ve belgesellerde, o dönemin olumsuzlukları öne çıkarılarak, özellikle gençlerin doğru bilgilenmeleri önleniyor.
            Son olarak özel bir Tv Kanalında, “Ben onu çok sevdim” adıyla yayınlanan belgeselde, rahmetli Adnan Menderesin özel yaşamına, mahremiyetine girilmiş, sanki o dönemden söz ederken konu edilecek, üzerinde çalışılacak başka bir yön veya yönleri yokmuş gibi, özellikle özel hayatının karalanması yolu seçilmiştir.
            Bu tür belgeseller mutlaka bir amaç ve hedef gösterilerek yapılıyor, yayınlanıyor. Kaynak olarak gösterilenler, ya genç bir yazarın kitabı oluyor, ya da üç beş kitap okuyarak o dönemin otoritesi gibi gösterilen sözde araştırmacılardan söz edilerek, yola çıkılıyor. Bunlar doğru değildir!.
            Önceki günlerde değişik özel Tv kanallarında Menderes ve dönemine ait farklı imzaların ortaya koyduğu belgeseller izledik. Hemen hemen hepsinde,l950 dönemi başlangıç alınıyor, hızla l960’a geliniyor, 27 Mayıs 1960 ihtilali yaptırılıyor, kısaca Yassıada mahkemeleri veriliyor, arkasından idamlar gösterilip, sonuca geliniyor.
            1950 yılına nasıl gelindi?, Nasıl bir Türkiye teslim alındı?, O günün Türkiye’sinde demokrasimiz neyin üzerine oturtulmuştu?, Kırsal kesimin durumu neydi?, Okur-yazar oranımız  hangi rakamlardaydı? Kalkınmaya yönelik neler yapıldı?, Nereden nereye geldik?, 27 Mayıs ihtilali niye yapıldı?, İhtilal yapanların yaşları, rütbeleri neydi?, Sonra neler oldu?.Yassıada mahkemeleri nasıl kuruldu, orada sözde Adalet nasıl işledi? Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un, savcı Ömer Altay Egesel’in Menderes ve arkadaşlarına, orada yargılananlara karşı nasıl hitap ettikleri, Yassıada komutanı  Albay Tarık Güryay’ın Menderes’in eşi Berrin hanımefendi, çocuklarıyla birlikte ziyarete gittiğinde bu Albay’ın kendi odasında nasıl davrandığı, nasıl hakaret ettiği, Adalet Gazetesinin sahibi ve yürekli gazeteci rahmetli Turhan Dilligil’in Yassıada’yla ilgili yazdığı kitaplarından birinin  adının, neden “Allahsız Gardiyan” olduğu gibi noktalar üzerinde araştırmak, bilenlerden sormak, ona göre yayın yapmak, belgesel hazırlamak gerekiyor.
            Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’in 1960  öncesi, Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı  mektubun ihtilal sonrası  nasıl sansürlenerek kamuoyuna duyurulduğunu, Cemal Gürsel’ in bu konuda nasıl ses çıkarmadığını, Mahkeme Başkanı Salim Başol’un yargılananlara nasıl  azarladığını, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” gibi güç gösterisi yapan, adres gösteren tutum ve davranışları üzerinde durulması gerektiğini, idamların yapılacağı günün öncesi, CHP  Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Yassıada ve İstanbul’da konuşacak kimse bulunamadığını, telefonuna kimsenin çıkmadığını  hatırlamalı, bunların üzerinde dikkatlice durmalıyız. Hüsamettin Cindoruk’un, “27 Mayısı silahlı kuvvetler değil, silahlı subaylar yaptı. Beş bin subayı emekliye sevk ettiler. Bir iç hesaplaşma gerçekletirdiler aslında” cümlesi 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanların gerçek fotoğrafıdır.
            Bir anı:
Yassıada mahkemeleri sona erer. Mahkeme Başkanı Salim Başol, İstanbul’da  alış veriş için bir markete girer. Kasaya yaklaşır, para ödeyecektir. Marketin sahibi kasanın önündedir. Salim Başol’a dönerek: “Ben sizi tanıyorum. Yassıada hâkimiydiniz, idamlar verdiniz, idam yaptırdınız” deyince, Salim Başol tanınmışlığının gururu içine girer ve market sahibinin cümlelerinin sonunu bekler. Market sahibinin cümlesinin sonu ilginç ve düşündürücüdür: “Bu yüzden benim size satacak malım yok siz buradan alışveriş yapamazsınız” deyince, buz gibi bir rüzgâr eser ve Salim Başol aldığı gıda maddelerini bırakarak, ardına bakmadan marketten uzaklaşır.
            Tv’lerde bu ve bunun gibi gerçekler, Menderes dönemine  ve Menderese gösterilen ilgi ve sevginin büyüklüğü,önemi ve vazgeçilmezliği neden anlatılmıyor acaba?..
            ***
            ELEŞTİRİ, YORUM VE KATKILAR: 
                 To: dp2010yeniden@yahoogroups.com
                 From: baysanb@gmail.com
                 Date: Fri, 13 Sep 2013 19:38:56 +0300
                 Subject: Re: [dp2010yeniden]

KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...
Diziyi görmedim, görmek de istemem.. Ben rahmetli Adnan Menderes'in yakınlarından birinin kızıyım, şahsen kendilerini çok yakından tanırdım.. Onunla ilgili TV dizileri bence ne kadar dikkatli yapılırsa yapılsın yanlış yorumlanır..
DP ve değerli üyelerinin rahat bırakılmasını, kendilerini müdafaa edemeyecek olduklarından, doğru yanlış haklarında bu tip gösteriler yapılmamasını dilerim..
DP eğer günahları var idiyse fazlasıyla ödedi, işkenceler ve cinayetlerle.. Yok sevabı var idiyse onu da Allah takdir eder insanlar etmese de..
Maalesef on yıllık DP dönemi hiç bir şekilde doğru anlatılamamış ve hattâ özellikle karalanmıştır.. Genç nesiller DP ve icraatı hakkında doğru hiç bir şey bilmemektedir..
On yıllık bir iktidarın hataları olmaması mümkün değildir. 
Ancak bu memleket için yaptıkları, o hataları silip götürmüştür. 
Bunları bizlerden sonraki nesillere anlatan pek az kişi mevcuttur..
Sevgili Emine Naskali bu konuda kitaplar yazmış, Mehmet Arif Demirer yazdığı çeşitli kitaplarla bu süreci anlatmak ve açıklamak istemiştir..
Hiç bir şekilde kitap okumayan bir ülkede bunlar değerli eserler olarak raflardaki yerlerini alacaklardır. Dilerim ki bizler değil, bizi bilmeyenler okusun ve öğrensin o donemi.. 
Bizler zaten biliyoruz.. İnsanların özel hayatları ile ilgili yapılan bu tur dizileri şiddetle kınıyorum.. Her kim ve her ne niyetle yaparsa yapsın..
Sevgi saygılar..
14 Eylül 2013, baysan Aygun Bayar
*
Saygı ile.. *Nadir Şener Hatunoğlu*
Ankara: 13.09.2013
Değerli Dostum Prof. Dr. İsa  KAYACAN; Merhaba…
Nazarım değmesin; yorulmaz, usanmaz yüreğinize sağlık. Gazete yorumlarımda hep vurguluyorum: Olayı, olguyu, kişiyi; O dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Aksi durumda, yanlış değerlendirmeler yapılıyor. İnternetteki yorumumda var; Padişahımız Abdülhamit Han. Koskoca imparatorluğu otuz üç yıl yönetmiş. Devletimiz zaten çöküş evresine girmiş. İçten ve dıştan baskılar şiddetli. Devleti ayakta tutmak bile, zordu. Sadece Yemen savaşları bile Abdülhamit Hanı tüketmeye yetmiştir. İletişim, ulaşım yok gibi. Devletin kendini savunma refleksi, elbette ki dört dörtlük olamazdı. Kimi haksız yargılanmalar olmuştur. Yorumda rahmet ve minnet duygularımı sundum.
Gelelim bana ilettiğiniz yazıya: Menderes Dönemi.. Öncelikle şunu vurgulamak isterim: Rahmetli Adnan Menderes, demokrasimizin acemilik döneminde şehit olmuş bir büyük devlet adamımızdır. Demokrasimiz gibi, elbet kişisel yanlışlıklar da olmuştur. Beşerî zaafımızdan kaynaklanan kimi tutkular, olup-biten tüm güzellikleri, iyilikleri bir kalemde silemez. İnsan-oğlunun huyudur; kendini yüceltmek için geçmişi kötüler. Oysa geçmiş, kendini savunamaz. Özellikle politika malzemesi olarak kullanmak, aczin ifadesidir. Örnek: Gelmiş-geçmiş millî eğitim Bakanlarımız içinde, en kültürlüsü, eğitmeni Hasan Ali YÜCEL idi. Ben bir fotoğrafını gördüm, ağzında sigara vardı. Gurbetçilerin anı fotoğraflarında görürüz; kolunu, saatini gösterecek biçimde uzatmıştır. Geçmiş dönemde de sigara, bir aksesuar olarak algılanmıştır. Neymiş efendim; Atatürk İngiliz kralıyla kadeh tokuşturmuşmuş…
Lütfen cehaletimizi ve aczimizi frenleyelim. nadir.sener@hotmail.com   
Nadir ŞENER HATUNOĞLU

(matematikçi-bilim uzmanı)

10 Eylül 2013 Salı

13 AĞUSTOS - 09 EYLÜL 2013

Burdur, Mehmet Akif  Ersoy Üniversitesinde
büyüme ve yenilenme sevinci
                                                                                          Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Burdur ilimizde 2006 yılında kurularak, her geçen gün önemli mesafeler kaydeden, kısa adı MAKÜ olan, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesindeki son gelişmelerden söz etmek istiyorum:
            Burdur ilimiz merkezinde ofset tekniğiyle günlük yayınlanan Çağdaş Burdur Gazetesinin eki olarak hazırlanıp yayınlanan ‘İstiklal’ adlı, büyük boy 12 sayfalık Bültenin (Derginin) 2.sayısı, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi özel sayısı olarak okurlarıyla buluştu, buluşturuldu. MAKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Saatcı ‘Başlarken’ başlığı altındaki değerlendirmesinin bir yerinde;”2006 yılında kurulmasına rağmen, temelleri 1965’lere dayanan birimlerimizle, sürekli büyüme ve yenilenme ile ülkemizin en saygın fakültelerini oluşturarak, çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz” cümlesiyle, geçmişle bugün arasındaki köprünün varlığını, sağlamlığını bir kadirbilirlik anlayışıyla ortaya koyuyor.
            MAKÜ’yle ilgili değişik haberlerin,faaliyetlerin görüntüleriyle birlikte yer aldığı  ‘İstiklal’ adlı bültenin  4 ve 5.sayfalarında, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Saatcı ile yapılan bir röportaj dikkat çekiyordu.. Burada, Üniversitenin gelişimiyle ilgili farklı ve sevindirici cevaplar yer alıyordu. Üniversite ismiyle ilgili soruya sayın Rektör;” Her şeyden önce milli şairimizin adını taşıyor olmak, Üniversitemiz için bir gurur vesilesi olmuştur. Üniversitemiz olarak kendimize Mehmet Akif Ersoy’un düşüncelerini ve ideallerini rehber edinmiş bulunmaktayız” diyor.
            Üniversite bünyesinde açılması planlanan fakültelerden söz ederken, Tıp Fakültesinin açılması için YÖK’e başvuruda bulunulduğunu, Tıp Fakültesi binasının hayırsever Ercan Akın tarafından yaptırılacağının protokolünün imzalandığını, şuan, İlahiyat Fakültesiyle, Bucak Sağlık Yüksekokulunun yeni açıldığını anlatan MAKÜ Rektörü Saatcı, Hukuk, Tıp, Uzay ve Havacılık Fakültelerinin açılması için YÖK’e başvuruda bulunduklarını anlatıyor.
            Rektör Saatçi ayrıca, Eczacılık Fakültesi için de YÖK’e başvuru için dosya hazırladıklarını, Mühendislik Fakültesi bünyesinde İnşaat Mühendisliği Bölümünün bu yılaçılacağını, açma düşüncesinde oldukları, Polimer Mühendisliği ve Bilgisayar Mühendisliği Bölümleri ile, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde ise Bankacılık ve Finans Bölümü, Maliye Bölümü, Sağlık Yönetimi Bölümü, Sosyal Hizmetler Bölümü ile Uluslararası  İlişkiler Bölümünün  açılacağını müjdeliyor.
            Üniversitenin daha geniş bir alanda hizmet vereceği ‘İstiklal Yerleşkesi’yle ilgili  de konuşan Rektör Saatçi; “Sadece yeni kuracağımız  fakülte ve  yüksekokullarla değil, bölgemizin tek hayvan hastanesi, tarımdan hayvancılığa, sanayiden  madenciliğe kadar her alanda  hizmet verecek bölgemizin en büyük laboratuarıyla ve bir çok yeni tesisiyle modern bir kampus alanı olacak.Bu yıl içerisinde izinlerini aldığımız teknokentimiz de orada kurulacak.Artık sanayicimizle üniversite olarak, birlikte çok daha büyük araştırma faaliyetleri yapabileceğiz.Burdur için çok büyük teknolojik yatırımlarında  önünü açan bir  gelişme olacaktır. Bunların gerçekleşmeye  başlamasıyla da Burdur halkına ve şirketlerine de yeni iş kapıları  açılacaktır” cümleleriyle ,bilim , iş çevrelerinin ve  toplumun sevinç ,heyecan ve mutluluğunu artırıyor..
            Burdur’un ve Burdurlunun gurur kaynağı MAKÜ’nün kuruluş günlerinde büyük emeği geçen, Üniversitenin ilk Rektörü Prof. Gökay Yıldız’dan yönetim ve hizmet bayrağını alarak,  başarıyla dalgalandıran şimdiki Rektör Prof. Dr. Mustafa Saatcı yönetimindeki Üniversite personelinin başarılarının sürekli olması dilek ve tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            ***
Osman Oktay’ın Serdengeçti duyguları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kısa adı KOOP-KUR olan, merkezi Ankara’da bulunan, Türk Kooperatifçilik Kurumu’nun bir yayın çınarı olan, Kooperatif Postası Karınca Dergisinin 913. sayfasında yer alanlar arasında, hemşehrim, araştırmacı-yazar Osman Oktay imzalı bir yazı vardı. Başlığı: Prof.Dr. Camel Kurnaz’dan bir Serdengeçti belgeseli, Deli Rüzgâr: Osman Yüksel Serdengeçti.
1. Buradan alacağımız Osman Oktay duygularından bazı cümle sıralamaları yapmak istiyorum bu yazımda:
2. Böyle eserler bizim camiada neden az, neden yazılmıyor ve Serdengeçti misali pek çok değerimiz gelecek nesillere neden aktarılmıyor diye söylenip durdum.
3. Deli Rüzgâr, tam 7 bölümden oluşan 731 sayfalık dev bir eser. Bölüm başlıkları şöyle sıralanıyor: Sayfalara sığmayan ömür, Yayın hayatı, 3 Mayıs tufanı, Politikanın içinde, Serdengeçti’nin mahkemelerle imtihanı, Kişiliği-daima bir yanı açıkta kalan adam, Düşünce dünyası.
4. Hayat hikâyesinin anlatıldığı birinci bölümü okurken ve 35. sayfada Akseki’deki evinin resmini görünce yeniden 1970’li yıllara gittim.
5. 12 Eylül tufanı beni de Ankara’dan koparıp Isparta’ya savurduğu için Ankara’daki cenazesine katılamamış, ölümünden 3–4 ay sonra ruhuna ithaf ettiğim “Akseki’de bahar” isimli şiirimde de bunu ifade etmiştim:

İlkbaharı severdin,
Gel ağabey, gel hadi.
Bahar gelse bir derdin,
Gel ağabey, gel hadi.
Bademler açtı şimdi,
Örnekler suda çimdi,
Akseki’yi gör şimdi,
Gel ağabey gel hadi.

1. Orada yetişen adamlardan biri de, aynı zamanda Serdengeçti’nin akrabası olan ünlü İslam â limi ve Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Ahmet Hamdi Akseki’dir.
2. Aslında kitabın sayfalarında ilerlerken Osman Yüksel Serdengeçti ile Galip Erdem’in hayat hikâyelerindeki ortak yanlar hemen kendini gösteriyor.
3. Resmi ve özel pek çok arşivden derlenen belgeler, resimler okuyucuyu alıp geçmişe götürüyor ve hatıralar canlanıyor.
            GÜNÜN HABERLERİ:
            1. Burdur İlimiz merkezinde Muharrem Tuncel’in sahipliğinde günlük yayınlanan ‘Yenigün’ gazetesi 60. yayın yılına merhaba dedi.
            2. Hatay’ın Samandağ ilçesinde Şahiye Say yönetiminde günlük yayınlanan ‘Samandağı’ gazetesi 26. yayın yılına girdi.
            ***
Prof. Dr. Elçin İskenderzade’den:
Gurbet hücresinde
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’den faaliyet gösteren, VEKTOR Neşirlerevi’yle, VEKTOR Beynelhalg Elm Merkezinin Başkanı, Genel Koordinatörü, şair, yazar, araştırmacı ve bilim insanı Prof. Dr. Elçin İskenderzade, yazdığı yayınladığı kitaplarla, makalelerle, dikkat çekiyor.
Yenilerde bir şiir kitabı geldi. Adı: Gurbet Hücresinde. 208 sayfayla VEKTOR neşirlerevi yayınları arasında günyüzü görmüş. Uzunca bir önsöz, sunuş var Arif Emrahoğlu imzalı. Buranın bir yerinde:
“Elçin İskenderzade geleceğini, taleyini, ömür yolunu, yaradıcılık alanındaki faaliyetini teşkil etmeye çalışmayan ziyalılardan biridir. Daha doğrusu o, normal hayatını yaşıyor. Şiirini yazıyor, neşriyatını yapıyor, gücü yeterince de insanlara yardım yapıyor” deniyor.
Arif Emrahoğlu aynı zamanda kitabın Redaktoru. Kitap Azerbaycan Türkçesiyle yazılıp yayınlandığı için, yer yer Türkçe anlatımında zorluk çekiyoruz.
Elçin İskenderzade hocamız, hece vezni ve serbest tarzdaki şiirleriyle, kitabın sayfalarından bize sesleniyor, okuyucularıyla selamlaşıyor, merhabalaşıyor. Sayfa 44’deki ‘İsterim’ adlı başlıklı, şiiri 4 ayrı dörtlükten oluşuyor.
İki dörtlüğü bu şiirin:

Yeniden sevmeyi öğreneyim diye,
Tazeden dünyaya gelmek isterik,
Bu dünya seninle güzeldi gülüm,
Dünyanın sırrını bilmek isterim.

Yine bu yollardan geçip gideydim,
Ayna bulağlardan içip gideydim,
Garip turnalarla uçup gideydim,
Bir gün gökyüzünde ölmek isterim.

Görülüyor ki, Prof. Dr. Elçin İskenderzade hocamızın dünyası geniş, tertemiz. Bu tertemiz dünyada, herkese yer var.
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. Elçin İskenderzade hocamızdan yeni kitaplar, yeni yayınlar bekliyoruz.
            ***
Şiir pınarı Halil Soyuer ustadan
iki şiir damlası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Rahmetli Halil Soyuer ağabeyim için kullanılan ‘Şiir pınarı’ deyimi çok doğru ve ona yakışan bir addı. O’nun şiir pınarı hiç kesilmedi, eksilmedi. Her zaman gürül gürül aktı, akmaya devam etti.
Halil Soyuer 1921 yılı Ocak ayında, Balıkesir’in Havran ilçesinde doğdu. 17.01.2004 tarihinde Ankara’da vefat eden Halil Soyuer, 20.01.204 tarihinde doğum yeri olan Harran ilçesinde Şehir Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Halil Soyuer, Ankara’ya geldiğimde ilk tanıdığım şairdi. Onda “Sevginin hiç izne çıkmayışı” şiirimizin berraklığını koruyan bir pınar gibiydi. O, “Şiirin mülkiyeti yeteneğin üstüne kayıtlıdır” diyerek, gerçeklerle sahtelerin ayırımını açık olarak anlatan, beyaz saçlı bir delikanlıydı.
Halil Soyuer ağabey, dostlarına karşı çok hassastı. Rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimize ithaf ettiği “Eskimeyen dost” adlı şiirinde bu gerçekler net olarak görülüyordu.
“Dünyada senmişsin dost dedikleri / Yüzüme bakışı eskimeyen dost / Kasketin içinden sarı saçını / Alnına döküşü, eskimeyen dost” mısralarıyla söylemek istediklerimizi doğruluyordu, tasdik ediyordu. Ve bu şiirin bir başka dörtlüğünde de şöyle sesleniyor Halil Soyuer ağabey Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimize:

Hayatla bozmamış hiç arasını,
Hep kendisi sarmış iç yarasını,
Cebinden çıkarıp sigarasını,
Kibritle yakışı, eskimeyen dost...

Halil Soyuer ağabey bir sevgi ve aşk şairi olduğu için ondan sevgi hiç izne çıkmadığı için, “Bir tanem” adlı, başlıklı şiirinde de gördüğümüz sevgi gerçekleri vardır. Üç ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirin, Bir tanem adlı şiirin iki dörtlüğü şöyle efendim:

Hep gönül gözümle bakmışım sana,
Bundan şaşmam, hiç olmadı bir tanem.
İki sözün biri sensin, biri ben,
Bu söz daha üç olmadı bir tanem.

Şaşırmışım hem günleri, hem vakti,
Akşam olur çıkar gelir dem vakti,
Dem vaktiyle sen de gelsen tam vakti,
Zaman daha geç olmadı bir tanem.
            ***
AGİKAD Bülteninin ilk sayısı
                                                                                 Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Kısa adı AGİKAD olan, Ankara Girişimci Kadınlar Derneği Bülteninin ilk sayısı yayımlandı. Bülten sevimli görünümüyle, okurlarının karşısına çıkarken, ilk adımıyla güçlü bir ses olduğunu gösterdi. Dikkat çekti.
            AGİKAD Bülteni kapak hariç l2 sayfalık görünümüyle, zengin içeriğiyle sütunlarının dopdolu oluşuyla, Bültenin gelecekte daha bir önemlilik içinde karşımıza çıkacağını göstermesi bakımından önem taşıyor.
            Bülten AGİKAD’ın kimliğine bakalım öncelikle:
Dernek adına sahibi: İnsaf Kılıç,
Yazı İşleri Müdürü: İsmail Kara,
Koordinatörler: Derya Öztürk, Azime Ünal.
Üç ayda bir okurlarının karşısına çıkan,çıkarılan Bülten AGİKAD’ın  idare  merkezi: Kent Koop Mhl.Batıkent Bulv.Batıkent Kültür Merkezi AVM No.255,Kat.l,Daire.18 Batıkent-Ankara.
            Dernek olarak önce kendilerini tanıtıyorlar  ilk  sayfada.”Biz kimiz?”diye sorduktan sonra,bu sorunun cevabını kendileri veriyor,şöyle söze başlıyorlar:Atatürk’ün Türk kadınına verdiği büyük önemden ve ondan istediği görevlerden esinlenerek  yedi kurucuyla birlikte 08 Kasım 2004 tarihinde yola çıktık.
            AGİKAD’ın yönetim kurulu şu isimlerden oluşuyor:Başkan İnsaf Kılıç,Başkan Yardımcısı Şükran Kitiş,Genel Muhasip İsmail Kara,Sayman Selma Ergen,Üyeler;Azime Ünal,Leyla Bektaş,Derya Öztürk,Fikriye Arslan,Suna Erpak.
            Derneğin amaçları arasında;Kadın girişimci sayısını artırmak,kadınların iş dünyasındaki statülerini sağlamlaştırmak mevcut kadın girişimcilerini güçlendirmek,dernek üyeleri arasında işbirliği ve dayanışmayı geliştirmek,iş ve istihdam olanağı sağlamak,kamu kurum ve kuruluşlarıyla,sivil toplum örgütlerini dayanışma ve işbirliği içinde tutmak,konularıyla ilgili projeler üretmek ve gerektiğinde birlikte yürütmek gibi önemli çalışmalar yeralıyor.
            Başkan İnsaf  Kılıç imzalı bir mesaj var 3. sayfada “Kadınım mecburiyetim var” başlığı altında.Bu mesajda;Devletin eksikli yasalarına duyarlı olmaya,kadının mutsuzluğuna çare aramaya,kadınların ikna tekniklerini kullanabilecekleri adımların atılmasına,ortak akıllarla,iyileşmeye çaba harcayarak katkı koymaya mecburiyetim var ,deniliyor.
            Bülten içerisinde etkinliklere yönelik bol fotoğraflı sayfalar dikkat çekiyor, Gerçekleştirilen etkinlikler bir bir sıralanıyor.
Ozan ve şairlerin buluşması gibi kültürel etkinlikler de ayrıca kaydedilmesi gerekenler arasında yeralıyor.Derneğin Basın Müşaviri,şair,yazar ve araştırmacı İsmail Kara’nın bu tür etkinliklerde payının büyük olduğunu da  kaydetmeliyiz.
            Arka iç kapakta, Devletimizin kurucusu yüce Atatürk’e ait değişik, farklı fotoğraflarla, kadın hakkında söylediği sözlerden yapılan seçmelerin sıralaması yapılıyor.
Bu görüşlerden biri:
Şuna inanmak lazımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.
***
Burdur Gazetesi
şiir yarışmasına katılan şiirlerden seçmeler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur ilimiz merkezinde ofset tekniğiyle günlük yayınlanan Burdur Gazetesi 3. geleneksel şiir yarışmasına katılan şiirlerden bazıları, şair isimleriyle birlikte Burdur Gazetesinin 27 Mayıs 2013 tarihli sayısının 7. sayısında yayınlandı.
Bu şairlerin isimleri, şiirleriyle birlikte şöyle sıralanıyordu:
Hasan Özalp, Yakup Akmeşe, Serpil Kaya, Hülya Kökten, Umut Başar, Ali Akbaş, Jülide Ünal, Rıdvan Okta. Şimdi bu şairlerin şiirlerinden kısa kısa mısralarla devam edelim:

1. Hasan Özalp:
Binbir zahmetle çiftçii yetiştirdi buğdayı
Buğdaydır açılık ve kıtlıktan kurtaran dünyayı,
2. Yakup Akmeşe:
Bazen bir gül gülümser yüreğime
,Kokusunu asla ama asla ayırmam kendimden.
3. Serpil Kaya:
Gözlerimin sisli perdesinde
Sessiz, usul bir giz
Sağır, kör ve de dilsiz
4. Hülya Kökten:
Bir bülbül vardı, karanlıktı aydı
Aşıktı bülbül güle, gül bülbüle aşık.
5. Umut Başar:
Doğduk hoca Ahmet Yesevi kucağında
Hamdık, piştik, yandık Mevlana ocağında,
6. Ali Akbaş:
Sen bir ucunda yalnızlığımın
Ben öteki tarafında hiçliğin
Uzattırdık ellerimizi birbirine,
7. Jülide Ünal: 
Öyle bir geldin ki hayatımıza
Sürpriz gibi, hediye gibi beklide
Seninle büyüyecek olmak güzeldi.
8. Rıdvan Oktay:
Aşkın son hayaliydi beklide
Yağmurun yağmayışı
Rüzgârın esmemesi
Deniz mavisi gözlerine özlem duyarken..

Burdur Gazetesi, kültürel alanda, Anadolu’da yayınlanan gazetelere örnek ve anlayışla ortaya koyduğu, gerçekleştirdiği 3. geleneksel şiir yarışması sonunda ortaya çıkan eserlerle bütünleşen yayıncılık anlayışının kültürel meyvelerini ortaya koymuştur.
Tebriklerimi sunuyorum.
            ***
Dr. Kazan Dağyakalı’nın yeni şiirleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dr. Kazan Dağyakalı, Ankara’dan seslenen şairlerimizden. Yeni şiirleri var masamda. Bu şiirlerin adları, Ayrılık, Hoşça kal, Kurban ve Hayal bu ya, şeklinde sıralanmış.
Dr. Kazan Dağyakalı, özlemlerini, hasretlerini, kızgınlık ve kırgınlıklarını, sitemlerini birbir sıralarken, bir ciddiyet içinde mısraları oluşturuyor. Yazdıklarının, yayınladıklarının, imzalarının arkasında mağrur duruşuyla dikkat çekiyor. Teslimiyeti yok açıkçası. İnsan onur ve gururunun hakkını veriyor.
Kurban ve Hayal bu ya adlı şiirlerinde, düşüncelerini ortaya koyarken, yer yer gerçeklerin sınırlarını zorluyor. Anlatmak istediklerini ortaya koymakta, anlatmakta zorlandığını görüyoruz. Karşı tarafın anlamadaki sınırlılıkları, tıkanıklarıyla sıklıkla karşılaşmanın sıkıntılarını yaşıyor şairimiz.
Ayrılık şiirinde, günlerce süren, yüreğindeki hasretlerden, içindeki dayanılmaz hasretlerden söz ederek, bir telefonunun çalmasının bile yeterli olacağı noktasından hareket ediyor. Bir yerinde bu şiirin şöyle sesleniyor:

Yolunu sokağımdan, geçirme alışkanlığı bile,
Ne kadar koyar insana,
Olayın sadece görünen yüzü fiziksel ayrılık,
Asıl önemli olan, veda etmemektir yürekten.

Hoşça kal adlı şiirdeki anlatım duygularını uzun soluklu. Hiç yoktan yere girilen günahlardan, tüm samimiyetle çıkılan yollardan, anlayışlardan söz ederek yola çıkılıyor Hoşça kal şiirinde Dr. Kazan Dağyakalı’nın. Bu şiirin bazı mısralarında şöyle sesleniliyor:

Gözün aydın, koymadın bir şey,
Salası bile okundu.
Yine de vefasızlık etmedim,
Can dedim, gömdüm yüreğime,
Artık özgürsün şimdi,
Keyfince gez, eğlen bensiz.
Tuz Gölü’nde,
Beypazarı’nda,
Peri bacalarında,
Yokluğunu katık yaptığım,
Tüm gecelerimde,
Son sözüm;
Her şeye rağmen,
Yine de hoşça kal.

Dr. Kazan Dağyakalı, şiir dünyamızdaki ayak sesleriyle dikkat çeken şairlerimizden. Yeni şiirleri bize ulaştıkça mısraları arasında gezmeye devam edeceğiz efendim. Tebriklerimizi sunuyoruz.
            ***
          Burdur - Gölhisar’dan unutulmuş bir türkü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur ilimiz merkez ve ilçeleri için, o bölge için “Teke yöresinin Başkenti” denildiğini, dediğimizi biliyor, hatırlıyoruz.
Osman Akkoç, Burdur ilimize bağlı, Gölhisar ilçemiz merkezinde yaşayan, şair yazar, araştırmacı. Halk ozanı olan Osman Akkoç, Gölhisar Gündem Gazetesindeki köşesinde araştırmalarını yayınlıyor.
Bu gazetenin 13 Mayıs 2013 tarih ve 377. sayısındaki köşesinde, gün yüzüne çıkmamış yöre türkülerinden birinin sözleri ve öyküsüyle okurlarının karşısına çıktı Osman Akkoç. Sözlerini aşağıda vereceğimiz türkü için anlattıkları, anlatılanlar:
Osman Akkoç, Konak Mahallesinin yukarısındaki yoldan giderken, penceresi açık bir evden, yörenin saz ve söz ustası Mehmet Başaran’ın evinden bir türkü sesi duyar. İçeri girer. Belirli bir süre daha devam eden türkünün seslendirilişi biter. Bu türkü hakkında bilgi ister Mehmet Başaran’dan şunları dinler:
“Bu türkü elli, altmış yıl önce çok meşhurdu. Fakat ne oldu bilmiyorum, elli yıldır okunmuyor. Ben arada sırada okurum. Eski yıllar aklıma geliyor. Kimin yazıp söylediğini bilmiyorum. Ama birileri, kahvehanede oturan insanların konuşmalarını şiir yazmış ve bunu bestelemiş. Rahmetli babam da bu türküyü mırıldanırda hatta senin baban da saz çalar bu türküyü söylerdi. Plaklar ve radyolar çıkınca bu türkü unutuldu. Böyle unutulan birkaç türkü daha var”..
Mehmet Başaran ustanın öyküsünü anlattığı, seslendirdiği, Burdur ilimize bağlı Gölhisar ilçemizde gün yüzüne çıkmamış türkülerimizden birinin sözlerini aşağıya alıyorum efendim:

Merkepte gördüm palanı,
Yetmedi karın kolanı,
Çok söyledik çok yalanı,
Yarına kalsın kalanı.

Konuşmadık şey kalmadı,
Ağası beyi kalmadı,
Keman cura ney kalmadı.
Böylesi sohbet olmadı.

Oturduk cami önüne,
Döndük kıble yönüne,
Her hafta Cuma gününe,
Konuşacak şey kalmadı.

Horzum Çeşme Armutlu,
Günlerimiz hep mutlu,
Hep yarınlar umutlu,
İçimizde iğ kalmadı..
***                
Ülkelerin, Osmanlı Hâkimiyetinde kaldığı yıllar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıldan fazla hüküm süren, geniş, toprakları üzerinde kurulan devletlerden bugün ayrı sınırlar ve adlarla dünya üzerinde bilinen, görünenler var. Bunlar kaç yıl süreyle, Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde kalmış, Mehmet Mete arkadaşımızın bir araştırmasından öğreniyoruz. Şöyle bir bakalım:
Bulgaristan: 545 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalırken;
Yugoslavya      : 539 yıl
Romanya         : 490 yıl
Arnavutluk       : 435 yıl
Ürdün              : 402 yıl
Suriye              : 402 yıl
Irak                 : 402 yıl
Lübnan            : 402 yıl
İsrail                : 402 yıl
Yemen             : 401 yıl
Katar               : 400 yıl
Bahreyn           : 400 yıl
Umman            : 400 yıl,
Yunanistan       : 400 yıl
S. Arabistan     : 399 yıl
Sudan              : 397 yıl,
Mısır                : 397 yıl
Kuveyt : 381 yıl
Libya               : 394 yıl,
Somali             :350 yıl,
Habeşistan       : 350 yıl,
Cezayir            : 313 yıl,
Tunus              : 308 yıl,
Kıbrıs:             293 yıl,
Girit                 : 267 yıl. Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır.
Görülüyor ki, Osmanlı İmparatorluğu güçlü olduğu dönemlerde, kuvvetli olduğu yıllarda ki bu süreler 545 yılla başlayıp, 267 yılla sona eriyor.
Bu hâkimiyet, bir otorite, ama hep aynı anlayış ve kabulleniş yönetimiyle hareket edilmesi gerçekleriyle karşılaşılmaktadır.
Farklı uzaklı, değişik iklim ve farklı yöneticilere rağmen, “Osmanlı emirleri”nin bütün imparatorluk topraklarında aynı anlayış içinde uygulandığına hayret eden Amerikalılar, Osmanlı’nın emir-komuta zincirini araştırdıklarında, sistemin en ön önemli özelliğinin “Emrin çok açık olduğu” ve “Verilen emirlere kesin uyum”un sağlandığını tespit etmişlerdir.
Bu açıklık, anlaşılırlık, Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında bulunan topraklardaki yönetimlere yardımcı olmuştur, kolaylık sağlamıştır.
            ***
Burdur’un Kozağaç Beldesinde
‘Cura Kültürü’ yaşatılıyor.
Prof. Dr. İSA KAYACAN
2005 yılında birincisini, 2012 yılında da ikincisini yayınladığım “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları” adlı kitaplarımın yayınından sonra, bu konuda araştırma yapmayacağım sözünü kendi kendime verdiğim halde, Burdur’da; Burdur Gaz eterinde konuyla ilgili haberler yer aldı mı, dayanamayıp o haberleri, kesmeyi, muhafaza etmeyi, yazılarımda yer vermeyi sürdürüyorum. Sanki bu alanda 3. kitap yayın çalışmalarımı gerçekleştireceğim!..
Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanan, Yenigün gazetesinin 02 Şubat 2013 tarih ve 17 bin 863. sayısının 1 ve 8 nci sayfalarında, “İlimiz Kozağaç Beldesinde, Cura kültürü yaşatılıyor” başlıklı, fotoğraflı bir haber yeraldı. AA. çıkışlı bu haberi, aşağıya aynen alıyorum efendim:
Yörük’lere özgü bir müzik aleti olan cura, ilimiz Çavdır ilçesine bağlı Kozağaç beldesinde yaşatılmaya çalışılıyor. ‘Teke yöresinin merkezi” olma unvanını elinde bulunduran ilimizde cura’nın halk oyunları kültüründe ayrı ve özel bir yeri bulunuyor.
İlk çıkış tarihi kesin olarak bilinmeyen ve bir Yörük müzik aleti olan curanın gövdesi genellikle dut, ceviz ve kızıl ardıç, sapı katran, kapağı katran veya gürgen ağaçlarından yapılıyor. Uzunluğu 55–60 santimetre, tekne genişliği 15 santimetre olan cura, 2 ile 6 telli arasında yapılabiliyor.
Çavdır ilçesine bağlı Kozağaç beldesinde kullanılan curayı günümüzde belde de yapabilen sadece bir kişi kaldı. Kozağaç Belediye Başkanı Habib Akın, AA Muhabirine yaptığı açıklamada, curanın ilk çıkış tarihinin bilinmediğini belirterek, “Cura, Kozağaç beldesinde yapılır ve çalınır. Beldemize özgü bir müzik aletidir. Cura beldemizden başka hiçbir yere mal olmamıştır. İlk yapılış tarihini bilen yok. Atadan dedeye, kuşaktan kuşağa aktarılıyor” dedi
Kozağaç’ın Yörük beldesi olduğunu söyleyen Akın, atalarının dağlarda koyun güderken bu müzik aletini bulduklarını ve kendine özgü nağmeleriyle bu kültürü geliştirdiğini ifade etti. Atalarının cura ile daha çok gürbeti, hasreti, özlemi dile getirdiğini vurgulayan Akın, ulaşımın çok zor olduğu zamanlarda içinden geçenleri diline ve nağmelere döktüklerini kaydetti.
Curanın diğer müzik aletlerinin yanında kendi sesini duyurduğunu anlatan Akın, “Tüm çabamız curanın  sesinin kısılmaması için. Curamızın sesini sonsuza kadar duyulması için Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne müracaat edip yardım isteyeceğiz” diye konuştu.
Beldedeki tek cura imalatçısı Osman Çiçek ise curanın gövdesinin dut, ceviz ve kızıl ardıç ağaçlarından genellikle 4 telli olarak yapıldığını kaydetti. Sap kısmının katran, kapak kısmının ise katran ve gürgen ağacından yaptıklarını bildiren Çiçek, “Atalarımızın, dedelerimizin sanatı kaybolmasın, körelmesin diye cura üretmeye çalışıyorum” dedi.
Mektup: Aziz dostum, sayın Kayacan; Binbir emekle hazırladığınız, “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabınızı aldım. Harika bir eser. 792 sayfalık devasa, kalıcı bir eser. Sizi içtenlikle kutluyorum. Artık İse Kayacan’ın heykeli, Burdur’a dikilmelidir. Daha ne bekleniyor?. İsa Kayacan bunu, sağlığında görmelidir. (Abdülkadir Güler, Söke, 04.02.2013)
            ***
Bilimsel Eksen’den yeni sayı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’da yayınlanmakta olan, Bilimsel Eksen Dergisinin 8. sayısı masamda.
Bu derginin kimliğine bakıyorum:

Sahibi: Hayrettin İvgin.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erhan İvgin.
Editör: Ömer Ünal.
Redaktör Doç. Dr. Nezaket Hüseynova.
Yazışma adresi: Konur Sk. No:66–9 Bakanlıklar-Ankara.
Hakem Kurulunda, yurtiçi ve yurtdışından onlarca imza var.

Derginin elimizdeki sayısında imzalar bulunanlardan bazılarının sıralanışı:
Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Dr. Doğan Kaya, Ataş Berik, Kenjali Tolisbay, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Dr. Yaşar Kalafat vd. Bu imzaların bazılarının sıralanışı: Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Dr. Doğan Kaya, Ataş Berik, Kenjali Tolisbay, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Dr. Yaşar Kalafat vd. Bu imzaların bazılarının görüşlerinden, cümlelerinden:
1. Türklerin Anadolu’ya gelerek yurt tutmaları 1071’den çok öncedir. Daha Roma İmparatorluğu döneminde Anadolu’ya “lejyoner” olarak getirilen Peçenek Türkleri ile Bizans döneminde İstanbul Boğazı üzerinden getirilerek Bartın’dan itibaren Karadeniz sahili boyunca yerleştirilen Kuman-Kıpçak Türkleri Anadolu’nun ilk Türk sakinleridir (Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Sayfa: 8)
2. Türk kültür hayatına bakıldığında derviş, şeyh, pir, dede, baba adlarıyla anılan Anadolu Abdallarının yüzyıllar boyunca toplum üzerinde müessir olduğu görülür (Dr. Doğan Kaya, Sayfa:16)
3. Sovyet Rusya, Ermenistan ve İngiltere’ye karşı Azerbaycan’ın İstiklal Mücadelesi denince ilk akla gelen isimler arasında mutlaka Mehmet Emin Resulzade ve Ahmed Cevad yer alır (Nail Tan, sayfa: 41)
4. Hızır ile İlyas’ı mitolojinin karmaşık, loş ve flu sihrinden sıyırarak gün ışığına çıkarıp bugünün gereğine ve değerine nasıl oturtabiliriz?. (Hayrettin İvgin, Sayfa: 46)
5. Halkbilimin mahiyetinde onun sözlü olma, geleneğe bağlı olma, çeşitlenme, anonimlik, kalıplaşma gibi özellikleri vardır. (Dr. Yaşar Kalafat, Sayfa: 82)
6. Tarihi belgelere göre, Türk halkları hakkındaki ilk malumatlar, Hunların çıkışıyla beraber tarih sahnesinde yerini almaktadır (Dr. Akbota Kanırova, Sayfa: 37)
            ***
Güzide Taranoğlu şiir dünyasından iki ayrı şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Güzide Gülpınar Taranoğlu, edebiyatımızın önemli isim ve imzalarından. Şiir dünyamızda, edebiyat dünyamızda, hizmet alanında önemli ayak izleri var, kalıcı ve kocaman imzaları var. Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki ayrı şiiri var masamızda. Bu şiirlerin adları, Candan istercesine ve Yılların armağanı olarak karşımıza çıkıyor.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen, Candan istercesine’de, yüce görünen dağların bile, dağcılar tarafından tırmanıldığını, bazı insanların takdir içinde olurken, bazılarının hiçbir şeyden anlamazcasına, suskunluk ve yanlışlık içinde oldukları anlatılıyor ilk dörtlükte.
Sonra iki dörtlüğünde bu şiirin şöyle deniliyor:

Denizlerin altında, göklerin üst katında,
Neler saklı arıyor, onların hayatında,
İş kalmadı geçmişin, bilgi saltanatında,
İnsanlar hep tetikte, keşif beklercesine.

Bilgisayarlar artık çocuklara oyuncak,
Şu da var ki, oynuyor onu alanlar ancak,
Fakat keşfin sonu yok daha neler olacak,
Herkes hazla bekliyor, candan istercesine.

Üç ayrı dörtlükten meydana gelen, Güzide Taranoğlu’nun “Yılların armağanı” adlı şiirinde, alınlardaki çizgilerden, saçlardaki beyazlardan sözediliyor, yılların insan üzerindeki yıpratıcılığından, bahsediliyor. Bir başka dörtlüğünde de şöyle sesleniliyor:

Yaşlar ilerledikçe, artan hayatın tadı,
Zaman tükendikçe, tükenemez muradı,
Her şeyin en olgunu, olgunluk çağlarında,
Gönül karmakarışık, hayatın ağlarında…

Güzide Gülpınar Taranoğlu, hayatı boyunca, hep gerçeklerin peşinde yürüdü, hep doğrulardan söz etti. O’nun takdir edilen hep alkışlanan önemli özellikleri burada saklıdır.
            ***                                                    
Kümbet Altında Dergisinden yeni bir sayı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Önceki yıllarda Tokat’ta yayınlanarak, dikkat çeken, ilgili sanat ve edebiyat çevrelerinin özlemle beklediği dergilerden biri haline gelen “Kümbet Altında” Dergisi, Ankara’da Osman Baş yönetiminde yayınını sürdürüyor.
Kümbet Altında Dergisinin 51. sayısı masamda. Kapakta, sevindirici bir haber, üzüntü verici dört haberle karşılaşıyoruz. Sevindirici haberi: 2012 Orhan Şaik Gökyay şiir ödülü Genel Yayın Yönetmenimiz Osman Baş’a verildi.
Üzüntü verici haberler; Vefatla aramızdan ayrılan, dünyalarını değiştiren, Erol Günaydın, Neşet Ertaş, Prof. Dr. Turan Yazgan ve Aşık Kemali Bülbül fotoğraflarının bir sıralamayla kapakta yeralışı.
Kümbet Altında Dergisinin sahibi: İrfan Yıldız,
Genel Yayın Yönetmeni: Osman Baş,
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İsmail Polatcı.
Yayın kurulu, yayın danışmanları, dış temsilcilikler birer sıralama içinde dikkat çekiyorlar.
Yazışma: P.K.85 Yenişehir-Ankara.
Derginin sayfalarında yer alanlar, yazılar ve şiirler olarak iki sıralama düzeni içinde yer alıyorlar.
Yazarlar olarak verilen isimlerden bazıları: İrfan Yıldız, Osman Baş, Dr. Hüseyin Yeniçeri Hayrettin İvgin, Uğur Kılıç, İsa Kayacan, Ahmet Sevgi, Ayşe Manav, şeklinde sıralanırken, şairlerden bazıları: Ünal Akar, Mustafa Berçin, Ayhan Nasuhbeyoğlu, Elçin İskenderzade, Mustafa Erol, İsmail Tıkıroğlu, şeklinde karşımıza çıkıyor.
Ayhan Nasuhbeyoğlu imzalı 7 ayrı dörtlükten meydana gelen “Ömrün Yarısı” adlı şiirden:
Çaresiz çare verir yaradan,
Zorlukları çekiverir aradan,
Korkarım ben kalbimdeki karadan,
Acz içinde hissederim kendimi.

Nazuhi’yim yolum uzun mu uzun,
Hayat denilen şey acı ve hüzün,
Her iki cihanda güler mi yüzüm,
Acz içinde hissederim kendimi.

Kümbet Altında Dergisi, her yeni sayısıyla getirdikleri bakımından önem taşıyor, anlam taşıyor.
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
            Kültür Evreni Dergisinin iki yeni sayısı  
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’da yayınlanmakta olan, Kültür Evreni Dergisinin iki yeni sayısı, 13 ve 14. sayıları masamda. Bu derginin kimliğine bakıyorum:
Sahibi: Hayrettin Evgin,
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erhan İvgin,
Editör: Ömer Ünal,
Redaktör: Doç.Dr. Nezaket Hüseynova.
Yazışma: Konur Sok. No:66-9 Bakanlıklar-Ankara.
Ortalama yüz sayfayla okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan Kültür Evreni Dergisinin iki sayısında imzaları bulunanlardan bazı isim sıralaması yapalım öncelikle: Prof. Dr. Yavuz Ahundlu, Prof.Dr. Tuncer Gülensoy, Dr. Yaşar Kalafat, Hayrettin İvgin, Yrd. Doç.Dr. Mehmet Yardımcı, Nail Tan Salih Turhan, Dr. Doğan Kaya vd.
Bu imzalardan cümleler itibariyle bazı alıntılar yaparak devam edelim:
1-Biz millet olarak onbinlerce Horasan Eri Ulucanı olan ve bunlara ait binlerce efsanesi bulunan, fakat edebiyatla edebileştirilebilmiş bir tek yapıtı olmayan bir toplumuz. Haçlı seferlerine karşı destan yazıp alp Erenlerden kaçına senaryo yazılabilmiştir?. İncesu halk inançlarını muhakkak İncesu’da aramak ve hatta bulabildiğini sanmak fazla bir şey ifade etmemektedir (Dr. Yaşar Kalafat, sayı: 13, Sayfa 69)
2- Bize göre Anadolu insanı, dilden dile, çağdan çağa aktarıla gelen bir inanca, insan sağlığının korunması konusunda masallaşan bir varlığı kendi anlayışına göre yorumlamış, eski çağların bitkisel tanrısına yeni bir ad bulmuştur. Bulunan ad Lokman hekimdir. (Hayrettin İvgin, Sayı: 13, Sayfa:82)
3- Kadın yalnız soylu bir aileden geldiği için değil, toplum içinde de korunuyordu. Türk toplumu içinde yaşayan kadın, o toplumdaki herhangi bir erkek gibi itibar ve saygı görürdü. Evli bir kadına tecavüze uğradı ise, tecavüz eden kişi o kızı karısı olarak almak zorunda idi (Prof.Dr. Tuncer Gülensoy, Sayı: 14, Sayfa:8)
4- Emrah ve Ruhsati kolunun iki büyük aşık kolu, Şenlik kolunun en güçlü aşık kolu olduğu ileri sürülür. Bu görüş aşık kolları üzerine ilki Eflatun Cem Güney tarafından başlatılan, Doğan Kaya, Saim Sakaoğlu, Erman Artun, Sabri Koz ve tarafımca bugüne kadar usta çırak geleneği ve aşık kolları üzerine yapılan araştırmalar ışığında doğrudur (Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, Sayı: 14, Sayfa: 34)
5- Doğu ve Batı Anadolu’yu birbirine bağlayan yollar üzerindeki Ankara, doğal olarak bir kültürel etkileşim merkezidir (Nail Tan, Salih Urhan, Sayı:14,Safta:46)
            ***
Kültür Çağlayanı Dergisinin üç ayrı sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’da yayınlanmakta olan, Kültür Çağlayanı Dergisinin üç ayrı sayısı var masamda. İki ayda bir okurlarının sanat ve edebiyatseverlerin karşısına çıkan, çıkarılan Kültür Çağlayanı Dergisinin 15,16 ve 17. sayılarının sayfalarında bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
Kültür Çağlayanı Dergisinin Sahibi: Hayrettin İvgin,
Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erhan İvgin,
Koordinatör: İbrahim İmer,
Redaktör: Ömer Ünal,
Sanat Sorumlusu: Coşkun Mutlu.
Değişik isim ve imzalardan oluşan, yayın kurulu ve yayın danışmanları sıralanıyor.
Ayrıca yurtdışı temsilcileri de var.
Yazışma: Konur Sk. No: 66–9 Bakanlıklar-Ankara.
Yazı ve şiirleriyle, dergi içinde yer alanların, sıralanışı iki bölümde veriliyor.
Her üç sayıda, imzaları bulunanlardan bazı isimler sıralamak istiyorum: Nail Tan, Dr. Yaşar Kalafat, Hayrettin İvgin, Cemal Tuzcuoğulları, Murat Duman, Fazıl Bayraktar, Müzeyyen Keskin, İbrahim İmer, Gardaş Elişoğlu, Nevzat Taşkıran, Dr. Doğan Kaya, Abdülkadir Güler, Nevin Kılıç, Coşkun Mutlu, Mustafa Bilir, Mustafa Yıldız, Sadi Bayram, Vedat Fidanboy, Mehmet Nacar, İsa Kayacan vd.
Kültür Çağlayanı Dergisinin 15. sayısında, 6. sayfada Vedat Fidanboy’un bir dörtlüğü var ustaca kaleme alınmış.
Şöyle bu dörtlük: ,

Bitmiyor, hiç bende dertler, bende hicran ey felek!
Yok mu bilmem sende insaf, sende vicdan ey felek!
Hep avuttun boş ümitler verdiğin dersler ile,
Yok mu bilmem sende insaf, sende vicdan ey felek

Kültür Çağlayanı Dergisinin 16. sayısının 8. sayfasında Hayrettin İvgin hocanın “yalnız ağaç” adlı bir şiiri var.
Bu şiirin ikinci bölümü: 

Ey ağaç, ey yalnız ağaç,
Kırmızı gül ağaç, belki değilsin.
Ama tomurcuklusun,
Ey yalnız ağaç, kimin için,
Böyle giyindin bembeyaz?
Çok da ulu değilsin,
Ama akça pakçasın,
Kimin için bu bezeğin?.
***
Rıfat Kaya’dan:
Hayatımın İncileri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Gözü gönlü zengin, dünyası aydınlık Ankara’lı şairlerimizden Rıfat Kaya’nın yeni bir şiir kitabı geldi yenilerde.
Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajansın sahibi değerli dostum Hayrettin İvgin getirdi, Kültür Ajans yayınlarının 188. si olan bu kitabı.
182 sayfayla şekillenmiş bir şiir kitabı “Hayatımın İncileri”. Prof. Dr. Nurullah Çetin hocamın bir önsözü var, “Rifat Kaya’nın hayatından süzülen hikmet damlaları” başlığı altında verilen…
Nurullah Çetin hoca önsözünün bir yerinde:
-“Rifat Kaya’nın Türk millet varlığının kültürel ve tarihi temellerine vurgu yapan şair hassasiyeti de çok önemli diyor.
Hece vezni türüyle kaleme alınmış, şekillendirilmiş şiirlerin sayfalara aktarıldığını görüyoruz. Rifat Kaya, anlatımda tutarlı, konuların bütünleştirilmesinde usta bir kalem olarak karşımıza çıkıyor.
Kitabın ilk şiiri olan Adalet başlıklı, adlı şiir 9. sayfadan sesleniyor mısralarıyla.
Bu şiirin bir dörtlüğü şöyle:

            Zalimin zulmünü keser kestirir
            Çıbanın başını, söker söktürür,
            Hakkı hakikati ruh ten diktirir,
            Hakka hukuka, hak adalet kurban…

Sonra, kadınlarımız, erdemli gönüller, ağlayanlar, gülenler, veda edenler gibi sıralamayla kaleme alınanlar, bir bütünlük içinde şairleştirilmiş, sayfalara aktarılıp, okurların karşısına, sanat ve edebiyatseverlerin karşısına çıkarılmış.
Rifat Kaya’nın dostluğu sağlam, uzatılan elin sıcaklığını hissettiren bir yapısı vardır ki, bu özelliği her şeyin önünde ve üstündedir.
Hayatımın İncileri, adlı kitabının 88. sayfasına baktığımızda, şiir yazmada ‘el’  aldığı anasından, iki gözü anasından söz eder.
Bu şiirin bir dörtlüğünde şöyle seslenir Rifat Kaya:

-Anamdan öğrendim şiir yazmayı,
Saçımdan tırnağa döktü sevdayı,
Çağlayıp dağladı, hasret nidayı,
            Aklımı kelama, yazandır anam.
            ***
Birdal Can Tüfekçi’den iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Birdal Can Tüfekçi, Muğla ilimize bağlı, Dalaman ilçemizden sesleniyor. İki şiiri var masamda Birdal Can Tüfekçi’nin. Bu şiirler; Onun adı kadın ve özür dilerim adlarının taşıyıcıları.
İlk şiir, “Küçük yaşta çırak oldu anaya/Çocuk yaşta verdiler yaşlı kocaya/Irgat gibi koştu her gün tarlaya/Hep kadere boyun eğdi kadersiz” mısralarıyla başlıyor.
Yedi ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiir kadını 14,15,16 yaşlarında başına gelenler anlatılarak devam ediliyor. O kadının kod adının acı, hayatımızda sadece olduğu ifade ediliyor mısralarda.
Bu şiirin iki dörtlüğü efendim:

-Çocuğuna ana, kocaya eşti,
 Verilen her işe gönülden koştu,
 Şükretti tanrıya gerisi boştu,
 Hep kadere boyun eğdi kadersiz.

 Sevdalar büyüdü onun gönlünde,
 Ne acılar çekti garip sevdi de,
 Yüzü hiç gülmedi, ahir ömründe,
 Kep kadere boyun eğdi kadersiz.

Ve ikinci şiir Birdal Can Tüfekçi’nin. Özür dikerim adlı şiir 3 ayrı bölümden meydana gelir. “Özür dilerim, yılda bir gün, hatırlanan sizlerden” diye söze başlanıyor.
Son iki bölümde de şu mısralarla okuyucunun karşısına çıkılıyor:

 Ne olur,
 Kırılmayın bizlere,
 Bilin ki engel sizlerde değil,
 Bizim vizdanımızda,
 Gözlerimizde, yüreklerimizde,

 Başlarımızı kumdan çıkarıp,
 Göremedik acılarınızı,
 Çözemedik sorunlarınızı,
 Düşünmedik, düşünemedik,
 Nasıl yaşarsınız,
 Bu kahrolası hayatı, özür dilerim !..
***
Vedat Fidanboy’dan:
Küçük Dünyamdaki Büyük Aşklarım
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin usta kalemi, sanat ve edebiyat dünyamızın beyefendisi, şair, araştırmacı, yazar (söz yazarı) Vedat Fidanboy, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla da dikkat çekmeye devam ediyor.
Yenilerde bir kitabı daha bana ulaştı, ulaştırıldı. Adı: Küçük Dünyamdaki Büyük Aşklarım. 240 sayfayla, merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajans’ın 186. yayını olarak gün yüzü gören kitap içinde, Vedat Fidanboy’un  yeni şiirleri, bestelenen şiirleri, bestekârların isimleri, kendisi ve eserleriyle ilgili yazanların, sayfalara aktardıkları yer alıyor.
Arka kapakta, yakışıklı bir Vedat Fidanboy portresi ve altında bir dörtlük. Şöyle: bu dörtlük efendim:

-Hasretle geçen yıllara sonsuz sitemim var,
 Ömrüm sana bilmem ki, nasıl kıydı bu yıllar.
 Mehtap bile bak her gece sevdamıza ağlar,
 Ömrüm sana bilmem ki nasıl kıydı bu yıllar…

Hayrettin İvgin hocanın önsözü var kitabın ilk sayfalarında. Bir yerinde; “Şair Vedat Fidanboy, nereden ve hangi cepheden bakarsan, oradan görünen bir kalemdir” diyor.
Vedat Fidanboy şiir bahçesine adım attınız mı, hangi güle, hangi şiire bakacağınız yönünde karar veremezsiniz.
Hepsi birbiriyle yarışır haldedir şiirlerinin.
Sonra elinizde ki kitabın 28. sayfasında ki “Sev de gör” adlı, başlıklı şiiriyle karşılaşırsınız.
Bu şiirin bir dörtlüğü şöyle çıkar karşınıza, okursunuz:

-İnan ki hayatta, her şey boş gülüm,
Hiç durma sevgiye, sende de koş gülüm,
Sevilmek çok güzel, sevmek hoş gülüm,
Kalbini kıranı: okşa, sev de gör.

Vefalı, kadirbilir yapısıyla da gönüllerimizde taht kuran Vedat Fidanboy, kitaplarında kendisiyle ilgili yer alanlardan detaylı biçimde söz ederken, kendisi hakkında yazılan şiirler ve yazılardan da örnekler veriyor kitabının ilgili sayfalarında.
Kutluyor, tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Artvin’den iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Başlığımız, Artvin ve Borçka’dan olması gerekiyordu. Biz toparlanmış bir başlık koyduk. Artvin merkezde yayınlanan Serhad Artvin Gazetesinde yer alan şiirlerinden biri, Aşık İbrahim Kara’ya ait. Olsun, başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirde, ölüm hariç her şeyin çaresinin bulunduğu noktasından hareket edilerek söze başlanıyor. Barajlardan söz ediliyor mısra mısra, yeni neslin Deriner Barajından anlamadığı, doğanın adını koyanların inlemedikleri bir dörtlük noktalaması olarak bitiriliyor. Sonra:

Pınar bizim, Çoruh bizim yer bizim,
Savaşlarda şehit bizim er bizim,
Oya dökelim bütün böyle der bizim,
Ya Artvin, ya Çoruh Barajı olsun,

Denildikten sonra devam ediliyor. Artvinli aydınların duyması gerektiğinden, hatalarını Çoruh ile yaymalarının doğru olacağından, bu isteğe uymaları halinde saygısının sonsuzlaşacağından bahsediyor Aşık İbrahim Kara mısra mısra, anlatım anlatım. Ve sonunda şu görüşleriyle bitiriyor söyleyeceklerini:

Adaletli her bir işe doyulmaz,
Bir adamı öldürürsen ayılmaz,
O Çoruh’tur, Deriner’ler koyulmaz,
Ya Artvin, ya Çoruh Barajı olsun.

Artvin’in-Borçka ilçesinde yayınlanan 7 Mart Gazetesinde de zaman zaman şiirler yayınlanıyor.
Bu şiirlerden biri, Selim Işık imzalı” Öğretmenim” başlıklı olan şiirdi. Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiir, Ağacın yaşken eğileceğinden, bilgi ve beceriyi sevenlerin, şanlı tarihimizi öğretenler olacağından hareketle, bunların öğretmenler olduğu hatırlatılmasında bulunuluyor.
Bu şiirin son dörtlüğü şöyle:

Fedakârlıkla, hoşgörüde birincisin,
Öğrencilerin için bir incisin,
Sınıfta çağlar o güzel sesin,
Benim canım öğretmenim. 
***
            Tuna Boyu Dergisinin yılsonu sayıları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bulgaristan’da yayınlanan, iki ayda bir okurlarının karşısına Türkçe olarak çıkan, çıkarılan Tuna Boyu Dergisinin 2012 yılsonu sayıları 75 ve 76. sayılar olarak bize ulaştı.
“Gören Dunav” Vakfının yayın organı olan Tuna Boyu Dergisinin sahibi Yazı İşleri Müdürü: İsmail İ. Kelov. Değişik hizmetleriyle dergiyle katkıda bulunanlar, yayın kurulu üyeleri, Yurt içi temsilcilikleri, Türkiye temsilcilikleri gibi adres bilgilendirmeleri dikkat çekiyor.
75.sayıda imzaları bulunanlar; İsa Cebeci, Bilal N. Şimşir, Prof. Dr. Cengiz Hakov, Ünal Şenel, Dr. Şaban M. Kalkan, Doç. Dr. Hüsiyin Mevsim olarak sıralanıyor.
Ünal Şenel, Bulgaristan Türk Şairlerinden Sabri İbrahim Alagöz’ün şiirlerinde göç başlığı altındaki incelemesiyle dikkat çekiyor.
Kırcaali’den söz eden Sabri İbrahim Alagöz şiiri şöyle naklediliyor 15 nci sayfada:

Kırcaali,
Bu şehir gurbetçiler şehri,
Ana kucağından,
Baba ocağından ayrılan,
Bir daha dönmüyor gayri.

Tuna Boyu Dergisinin 76. sayısına bakıyoruz, yılsonu sayılarından biri bu.
İçindekiler sayfasında ismi geçen imzası bulunanların sıralanışını şöyle görmekteyiz:
Aydın O, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Latif Karagöz, İbrahim Tatarlı, İsmail Tunalı, Kadriye cesur, Dr. Şaban M. Kalkan..
İsmail Tunalı hocanın hazırladığı, Şair Mehmet Çavuş sayfalarından (18-19) bir Mehmet Çavuş şiirinden (Bizim Atatürk) bir dörtlük:

Yollarında yürüdüğüm vatanım,
Her yanında sensin, levent görünen,
Erce düşüp bu toprakta yatanın,
İnancıyla aydınlığa bürünen…
***
                                   Cahit Yargıcı’nın özlem şiirleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsan duyar, yaşar, değerlendirir. Özlemlerini ortaya koyar, yazı olarak, şiir olarak. Fethiye ilçemiz merkezinde yaşayan, buradan seslenen şair, yazar ve araştırmacı Cahit Yargıcı’nın özlem şiirleri geldi yenilerde. Bu şiirlerin mısraları arasında bir gezinti yapmak istiyorum:
Ana ve babasına duyduğu özlemler.. “Bugün 23 Kasım 2012/Bizlerden ayrılalı tam 29 yıl oldu anam / Yokluğunun acısı / İlk günkü gibi taptaze yüreğimde” diye başlayan mısralar akıp gidiyor.
Sonra, babasına özlem duyguları geliyor, bir bir mısralaşıyor. Burada, “Sen gittin gideli babam/Senin gibi kapımızı çalan olmadı/Fileleri dolu olan gelmedi” diye söze başlanıyor.
Sonra şöyle devam ediliyor:

Akşam gelişini, kapımızı çalışından bilirdik,
Ekmeğimizi kazandığın güzel ellerinle,
Okşardın başlarımızı,
Yaramazlıklarımızı söylemez,
Sana akıtırdık gözyaşlarımızı..

Cahit Yargıcı’nın şiirleri normal boyutlu olduğu gibi, uzun soluklu olanları da var. Fatsa özlemi başlıklı şiir 2,5 sayfayla karşımıza çıkıyor.
Burada, Fatsa’nın yıllardır değişikliklere uğradığını, Sülük Gölü ve Arnavut kaldırımlarının, Taş ekmek fırınlarından yollara taşan mis ekmek kokularının özlendiği dile getiriliyor.
Gençlik sevdalarının dile geldiği, süt mısırların özlendiği, Fatsa’nın unutulmayacağı anlatılıyor mısra mısra.
Kültür çınarı, gazeteci Ünal Türkeş bir başka Cahit Yargıcı şiirinin konusu…
Bilgelik, aydınlık, cumhuriyet yolunda atılan Ünal Türkeş adımlarının seslerinin sürekli duyulduğu dile getiriliyor bu şiirde.
Sonunda da, şöyle bağlanıyor duygular:

Sarıp, sarmalayan, yüreklendirip koruyan,
Gülen yüzünle, hoşgörünle kucaklayan,
Yürek sende.
Seni, ben nasıl anlatayım?
Koca kültür çınarının yapraklarını,
Nasıl sayayım?.
***     
MAKÜ’den:
Asım’ın Sesi’nin 2. sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kısa adı MAKÜ olan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğünce yayınlanan “Asım’ın Sesi” adlı derginin 2. sayısı masamda.
Dopdolu bir içerikle bilim dünyasının, okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan Asım’ın Sesi’nin masamda bulunan 2. sayısı, devletimizin kurucusu yüce Atatürk’ün görüşlerinin cümleler itibariyle yer aldığı ve fotoğraf görüntüsüyle başlıyor.
Sonra, milli şairimiz İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’un bir fotoğrafı ve bir dörtlüğüyle karşımıza çıkıyor. ‘Rektörden’ başlığı altındaki görüşler, Prof. Dr. Mustafa Saatcı imzasını taşıyor.
Rektör Prof. Dr. Mustafa Saatcı, görüşlerinin bir yerinde: “Bu sayımızda bir işi başlatmanın ve onu devam ettirebilmenin haklı gururunu bütün üniversite olarak yaşıyoruz” diyor. Bu doğru bir tespit ve doğru, yerinde bir gururlanma, mutluluk duymadır. Bir tebrik de bizden efendim.
Kimlik bölümüne bakıyoruz, sahibi: Prof. Dr. Mustafa Saatcı, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Doç.Dr. Zafer Gölen, yedi imzadan oluşan bir yayın kurulu var. Ayrıca, dergi yayımında emeği geçen, katkıda bulunanlar olarak, Adelet Manış, Yaşar Esin, Yasemin Kayabaşı, Cihat Şener imzaları kaydedilmiş.
Büyük boy, renkli basımlı olan ‘Asım’ın Sesi’nin 2. sayısının dopdolu olan içeriğinde, Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanı M. Mehdi Eker’in üniversite ziyareti öne çıkarılmış.
Burdur Valisi ve Belediye Başkanıyla yapılan röportajlar yer alıyor sonraki sayfalarda. Sonraki sayfaların imza sahiplerinden bazıları şöyle:
Prof. Dr. Gülsüm Umurtak, Prof. Dr. Refik Duru, Doç. Dr. Zeki Nacakcı, Prof. Dr. Serdar Salman, Yaşar Esin ve Adelet Manış’ın röportajları.
Haberler, zengin içerikli ve görüntülü anlatımlar. Nail Olpak ve Nafi Güral imzalı tecrübe nakledilişleri.
Mehmet Akif Ersoy’un torunu Selma Argon görüntü ve anlatımları, Fatih Bayhan görüşleri…
Atatürk’ün yurt gezileriyle ilgili araştırmalar, Gülgün Feyman’ın Türkçemizle ilgili görüşleri. Üniversite bünyesindeki gelişmeler, personel terfileriyle ilgili bilgiler.
            ***
Tefenni özlemi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsan, doğup-büyüdüğü yerlerin özlemini sürekli duyuyor. Burdur ilimizin Tefenni ilçesi, doğum yerim Ece Köyünün bağlı bulunduğu yerleşim birimi. Tefenni’den gelen her haber, Tefenniliyle ilgili her bilgi beni sevindiriyor, üzüyor, düşündürüyor.
Tefenni’nin adı klasik çağda Temennos olarak biliniyor. Burdur’un eski yerleşim birimlerinden Tefenni 1854 yılında “kaza” oluyor. 1950 yılında yapılan nüfus sayımına göre nüfusunun 1191’i kadın, 1150’si erkek olarak görülüyor.
Tefenni ilçemiz merkezinde “Tefenni” adıyla haftalık yayınlanan gazetede yer alan haberler başta olmak üzere, Burdur ilimiz merkez ve ilçelerinde yayınlanan öteki gazetelerde yer alan Tefenni çıkışlı haberlerle özlem gideriyorum.
Bir bakıyorsunuz, Tefenni’den kamu kuruluşlarının başarıları haber oluyor. Tefenni Tapu Müdürlüğüne, TS EN ISO 9001:2008 kalite yönetim belgesi veriliyor Bu haber, kamu kuruluşları arasında adeta bir yarışın olduğunu, olması gerektiğini ortaya koyuyor.
Tefenni Belediye Başkanı Bayram Kavak’ın, “Tefenni’de hedefin 50 yıl” olduğuna ilişkin açıklamaları, gazete sayfa ve sütunlarından okurlarıyla selamlaşıyor.
Bu haberler; Sulama ve dere ıslah çalışmaları, TOKİ Projesi, elektrik hatlarının yeraltına alınması, yol ve kanalizasyon çalışmaları, yeni konut alanları yeni sanayi bölgesi gibi başlıklar altında veriyor.
            Tefenni’de bir bankanın müdürlüğünü yapan Yalçın Karataş’ın beş ayrı dörtlükten meydana gelen “Tefenni” adlı şiirin bir dörtlüğü:

Yüz kırk yıllık medeniyet öncüsü,
Sanki Göller Bölgesi’nin incisi,
Kıymet bilenlerin sözcüsü,
Dostluk Tefenni’de, dost Tefenni’de…

Tefenni’de uzun süredir özlemi duyulan ve faaliyete geçtiği günden beri değişik haberleriyle, Tefenni haberlerinin ilk sırasında yer alan, Tefenni Ziraat Odası Başkanı Ünal Atalay’ın açıklamaları, bir ziraat bölgesi olan Tefenni için önem taşıyor.
Öte yandan, Tefenni’de Ziraat Odası’nın Ünal Atalay Başkanlığında Faaliyete geçirilmesinden sonra, Tefenni ve çevresindeki zirai faaliyetlerde gözle görülür verimlilik artışları dikkat çekmeye başladı.

Bunun son örneklerinden biri, Ziraat Mühendisi Ramazan Gürgen’in danışmanlığındaki çiftçilere yönelik bilgilendirme çalışmalarının ardından, Tefenni ve Karamanlı ilçelerinden rekor seviyede anason ve rezene üretiminin elde edilmesi.