22 Ekim 2013 Salı

Konuk Yazar Mehmet ŞENER & Konuk Köşesi

KONUK YAZAR:
Ece köyünden, dünyaya
Mehmet ŞENER
İsa Kayacan hocamın hakikaten değerini takdir edemiyoruz. Yaşadığımız şehrin içinden çıkmış bürokratların, yetki sahiplerinin kaçının ismini biliyoruz? Akademik kariyer sahibi olan hemşerilerimizin hangisi doğduğu köyünü, kasabasını, ilçesini düşünmüştür?
İsa hocam köyüne kütüphane açar tek başına, yıllarca birikimiyle oluşturduğu kütüphanesini gözünü kırpmadan Mehmet Akif Ersoy üniversitesine bağışlar. İlim adamlarının kitapları çok kıymetlidir.
Çoğu maddi menfaat için koştururken İsa hocamız Burdur için, ülkemiz için ve Türk dünyası için yaşayan düşünce adamı olarak nitelemek yağcılık olmaz derim.
Kendisine gönderilen gazete, dergi, kitap kritiklerini yapmaktadır. Sayfalara taşıyarak vefakâr olduğunu göstermektedir.
Bizim insanımızın bulunduğu yerlerde imkânlarını böyle kalıcı olarak kaç kişi bağışlar?  İsa hocamızı yekinen tanımış kadar olduğumu düşünüyorum.
Karşı karşıya gelerek önce elini öpmek sonra usulü dairesinde konuşmak isterim. Terbiyemiz bunu gerektirir. Göreneklerimize sahip çıkmamanız önemlidir. Kütüphanenin ne kadar değerli olduğunu anlatmak isterim.
Fakülte okuyanlarımızın birçoğumuzun en huzurlu, sessizlik içerisinde ders çalışılan mekân olduğunu biliriz. Fakültelerde ki vize ve final sınavlarının hazırlık yapmadan başarılı oldum diyenlere inanmam.
Okullaşma konusunda Mehmet Cadıl beyin yeri ayrı, kültürümüze hizmet konusunda ise İsa hocamızın yeri ayrıdır. Yazmanın ne kadar önemli olduğunu ve okumanın da yazabilmenin katığı olduğunu anlatıyor.
Bizleri birbirimize bağlayan kültürdür. Atalarımızın mirasıdır. Büyüklerimizin doğrularıdır. İyi davranışları model insanlardan görerek, duyarak, okuyarak öğreniriz.
Örnek insanların bizlere bırakmış olduğu eserlere sahip çıkmamız gerekir.  Maddi eser bırakmışlarsa o insanların kemiklerini sızlatmayacak şekilde bakımını yapmalıyız.
Temiz tutmalı, sahibini aratmayacak titizlikle korunmalıdır. Miras olarak kalan maddi eserlerin nasıl olması gerekiyorsa öyle sahip çıkmalıyız.
Manevi eserler dediğimiz, kitap, örnek davranış, saygı, sevgi, kadirbilirlik, vefakârlık benzeri hususiyetleri de ihmal etmemeliyiz. Okuyan okumayan elindeki fırsatı kaçırdıktan sonra, üzülüyor.
Yolculuğum esnasında otobüsün şoförünün değerlendirmesi önemli olduğundan yazmak isterim. Liderler kolay yetişmediğini anlatmak ve kıymetini takdir etmesini bilmediğimiz kişilerin ölseler de değerlerinden kaybetmedikleri gibi değerleri inanılmaz artıyor.
Rahmetli olan başkanları söz konuydu.  Telefon açtığında tüm arkadaşların işini görürdü. Herhangi bir kişi veya kuruluşa ziyarete gittiğimizde en yetkili kişi bizi kapıda karşılardı. Finans çevrelerinde ki etkinliğini anlatmaya gerek yok dedi.
İşte yarın bir gün her insanın başına gelen “ecel” geldikten sonra inanıyorum ki, içimizdeyken, yanımızdayken yapmadığımızı bırakmadığımız, yaptığı güzellikleri küçümsediklerimizin kaybının akabinde ah vah ettiğimiz gibi İsa hocamıza Allah uzun ömür versin.
Aramızdan ayrıldıktan sonra hayattayken vermediğimiz değerleri, bildiğimiz halde yüzüne söylemediğimiz iyi yönlerini anlatmaya başlarız.
İlim adamı olarak akademik kariyerinin sahibi olan, Burdur beni anlamadı demeden, yazan, anlatan kendi halinde yaşamayı yeğlemeyen insanın yaptıkları güzel davranışları takdir etmek çok olmaz derim.
            ***
KONUK KÖŞESİ:

KÜLTÜR ELÇİSİ, GAZETECİ, İSA KAYACAN’IN
BURDUR SEVDASI, BURDUR GÖLÜ’NDEN BÜYÜKTÜR.

-Burdur çıkışlı, Burdur sevdalısı ve Burdur’un kültür elçisi bir yazar ve araştırmacı olan İsa Kayacan’ın, ikincisi asla ve asla yoktur. Bir gün O’nu tam anlatabilecek bir sözcük veya terim bulunursa, o sözcük veya terim asrın icadı olabilir. (Recai Şahin-Fethiye)

-Doğduğu kente vurgun, yok böylesi bir âşık,
            Söz ederken köyünden, canına canan gelir.
            Leyla ile Mecnun’u, birlikte anmak gibi,
            Burdur dendi mi akla, İsa Kayacan gelir. (Vedat Fidanboy-Ankara).

-İsa Kayacan’ın Burdur sevdası, dağlardan yüce, denizlerden ve okyanuslardan engindir. O, Burdur’a âşıktır, tutkundur. O’nun Burdur sevdası, Burdur Gölü’nden büyüktür. (Mustafa Ceylan-Antalya).

            -Ne mutlu o Burdur’a ki, bağrında İsa Kayacan’ı yetiştirmiş. İsa Kayacan’ın Burdur’u var, Burdur’un İsa Kayacan’ı var mı acaba? Dilerim ki Burdurlular İsa Kayacan’ın kadrini, kıymetini bilirler! (Ahmet Tufan Şentürk-Ankara)

            -Burdurlular İsa Kayacan’ın hizmetlerinin ne kadar farkındalar?. Burdur’u bu kadar seven başka bir yazarları var mı? (Nail Tan-Ankara)

-İsa Kayacan’ın doğduğu Burdur’un Tefenni ilçesine bağlı Ece Köyündeki kerpiç evlerinin bahçesinde bulunan kuyuya bile en derin hasretini dile getiren bir şair ve yazar olduğunu herkes bilir. (Hayrettin İvgin-Ankara)

-Ben hayatımda, İsa Kayacan kadar, kendisi Ankara’da, gözü, gönlü, kalemi Burdur’da olan bir başka insan görmedim. (Oktay Zerrin-Bafra)

-İsa Kayacan’ın Ankara’da oturduğuna bakmayın siz. Cismi Ankara’da olsa da, gönlü ile Burdur’da yaşıyor. (Osman Oktay-Ankara)

-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olsaydım, Kızılay meydanına; Burdur Belediye Başkanı olsaydım, şehrin güzel bir yerine Dr. İsa Kayacan’ın heykelini mutlaka dikerdim. (Abdülkadir Güler-Söke)

-Burdur Belediye Başkanlığına: İsa Kayacan heykeli/Ankara’da bir eli/Burdur Gölü’nün kıyısına/Onun heykeli dikilmeli/Fethiye’ye doğru geçerken/Ünal Şöhret onu görmeli.  (Ünal Şöhret Dirlik-Fethiye)

-İsa Kayacan’ın kendi kitaplığında bulunan 25 bin 403 kitap ve dergiyi Burdur İl Halk Kütüphanesi ve Tefenni İlçe Halk Kütüphanesi başta olmak üzere, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Kütüphanesi ve öteki kuruluşlara bağışlaması, Burdur için anlam ve önem ifade ederken, onun bu davranışları Burdur sevgisinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. (Mehmet Tanır-Burdur)

-İsa Kayacan, Burdur’u Türkiye’de en iyi tanıtan, Burdur’umuzun reklâmını en iyi yapan, Guinness Rekorlar Kitabına başvuru hazırlıkları içinde bulunan, ilimiz merkez, ilçe, belde ve köylerinde tanınan araştırmacı ve yazardır. (M. Ercan Taraşlı-Burdur)

-Ankara’da çektiği Burdur fotoğrafı ile Burdur’un dinamiklerini adeta Burdur’da yaşayanlardan daha iyi gördüğüne tanık olduğum İsa Kayacan’ın tespitleri beni derinden etkiledi. (Kürşat Tuncel-Burdur)

-Tefenni’nin Ece Köyünden çıkıp, yazdığı yazılarıyla Burdur’u tüm Türkiye’de tanıttı İsa Kayacan. O, bir Duayen, bir usta. Anadolu Basını’nın yıldızı... Bitmek, tükenmek bilmeyen bir hazine o. Anadolu Basınının can suyu, bir yazı fabrikatörü İsa Kayacan. (Mesut Madan-Burdur)

-Yayınladığı kitabıyla Dr. İsa Kayacan “Saz ve Söz Ustalarımızı” ülke gündemine taşıdı. (Burdur Gezetesi,10 Ağustos 2005)

-Dr. İsa Kayacan’ın Ece Haber Ajansı, Burdur Haber Ajansı gibi çalışıyor. Burdur çıkışlı haberlere ağırlık verilişi, bunun kanıtı. (Cengiz Hürmeriç-Ankara)

-Yerel basını takip edenler iyi bilirler ki, İsa Kayacan’ın Anadolu’nun değişik gazetelerinde aynı günde birden fazla gazetede yazma ve Türk Dünyası ile yakından ilgilenme gibi olağanüstü yoğunluğu arasında, Burdur sevdasını da ihmal etmediğini görmekteyiz. (Ahmet Can-Burdur)

-Hemşehrimiz İsa Kayacan üstlendiği “Gönüllü tanıtımcılık göreviyle” Burdur ve çevresinden aldığı ışık demetlerini Türkiye’ye; Türkiye’nin dört bucağından topladığı ışık demetlerini de Burdur’a göndermektedir. (Ahmet Ali Bilgen-Burdur)

-Prof. Dr. İsa Kayacan, Burdur’un gözü, kulağı, sesi ve nefesi durumundadır. O, yıllardır Burdur’un “Fahri Türkiye Elçisi” gibi çalışmıştır. (Taceddin Akbaş-Burdur)

            -Bana göre İsa Kayacan, eşine artık rastlanmayan, yüzyıllar öncesinden bize mesajlar ileten bir Mitoloji kahramanıdır. (Hasan Türkel-Burdur)

            -Üç günden beri değerli insan, aziz dost, zirvedeki adam İsa Kayacan’ın kaleme aldığı “İşte Hayatım” isimli kitabını okuyorum. Bu kitap, Burdur’un, Tefenni ilçesinin, Ece Köyünden başlayan ve her günü çalışmakla, didinmekle Burdur’u ve Burdurluyu düşünmekle geçen dürüst bir hayatın hikâyesi… (Rıza Akdemir-Ankara)

            -Dr. İsa Kayacan’ın “İşte Hayatım” kitabını aldığımda, inanın hayret ettim. Düşündüm!. Bu nasıl bir hayat ki 720 sayfaya sığmamış! Sayın Kayacan, hem Burdur’umuz, hem ülkemiz, hem kültürümüz, hem edebiyatımız, hem de geleceğimiz için bir kazançtır. Ne mutlu ki, Burdur-ülkemiz İsa Kayacan gibi bir insanı yetiştirdi.
            Özellikle yeni nesil, yeni yetişen gazeteci gençlerimiz, İsa Kayacan’ın hayatını okumalı, bilmeli ve O’nun idealini, O’nun mesleğine olan aşkını ve tutkusunu, O’nun memleket sevdasını, O’nun bir amaç nasıl büyür, büyür ve anlamlı hale gelir yolundaki yöntem ve tekniklerini kendisine örnek almalı. (Nur Sümeyra-Ankara)

            -Ben İsa Kayacan’ın “İşte Hayatım” adlı kitabını okudum. Böyle demek olur, ben İsa Kayacan’ın doğum yeri, Türkiye’nin en güzel mekânı Burdur’u bağrıma bastım, eğilip toprağından öptüm (Kerimova Pervane Namıkgızı, Azerbaycan-Bakü). 

10 Ekim 2013 Perşembe

10 Eylül - 11 Ekim 2013

HABER….. HABER
Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’dan
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesine
5 bin 855 kitap ve dergi bağışı

*İsa Kayacan’ın Burdur ağırlıklı olmak üzere, yurtiçi ve yurtdışındaki değişik
  kuruluşlara bağışladığı kitap ve dergi sayısı toplamı, 36 bin 221’e ulaştı.

ANKARA (Ece Ajans) - Burdur’un ve Burdurlunun tanıtımı için yazı, yayın ve kitaplarıyla önemli katkı ve gayretleri bulunan, bazen üç yazısından ikisi Burdur veya Burdurluyla ilgili olan Prof. Dr. İsa Kayacan, kısa adı MAKÜ olan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine 5 bin 230., Tefenni Meslek Yüksek Okuluna 625 olmak üzere toplam 5 bin 855 kitap ve dergi bağışında bulunarak; Burdur’a yeni bir kültür hizmeti daha gerçekleştirdi...
Bu bağışlar arasında; yerli ve yabancı kalem sahiplerinin klasikleşmiş eserleri ve bilimsel ağırlıklı kitaplarının yanında; Türk dünyasıyla ilgili kurultay, panel bildirilerinin kitaplaştırılmışları, yurtdışı çıkışlı değişik yayınlarla birlikte, sanat ve edebiyata yönelik, öykü, roman, deneme, derleme, tiyatro, folklor, masal, şiir, araştırma- inceleme, dini, sağlık, antoloji, ansiklopedi, sendikal alanlarda yayınlanmış, kültürel zenginliği bulunan kitap ve dergilerle, Anadolu’nun Sesi Gazetesinin 1 - 88. sayıları ve Türk Haber Ankara Gazetesinin 1 - 16. sayılarına ait ciltler yanında, İsa Kayacan’ın özel arşivindeki belgeler ve diğer yayınlar da bulunuyor…
İsa  Kayacan’ın MAKÜ’ye yaptığı ve listeler halinde sıra numarası verilerek kayda alınan, kitap ve dergi bağışları, 72 koli halinde, Ankara’daki evinden 10 Ekim 2013 tarihinde Üniversite yetkililerince,  Burdur’a götürülmek üzere teslim alındı.
Böylece, Gazeteci-Yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’ın 1968 yılından itibaren Türkiye genelindeki Eğitim kurumları, kütüphane ve kitaplıklarla, yurtdışındaki kuruluşlara bağış olarak gönderdiği kitap ve dergilerin toplamı 36 bin 221’e ulaştı.
Bu bağışların büyük bölümünü, Kültür Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü aracılığıyla Burdur Merkez İl Halk Kütüphanesiyle, Tefenni İlçe Halk Kütüphanesine yapılan bağışlarla, Azerbaycan ve Kerkük’teki üniversitelere yapılan bağışlar oluşturuyor.
2008 yılında, doğum yeri olan Tefenni’nin Ece Köyüne 8 bin dolayında kitap ve derginin bulunduğu “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”nin açılışını gerçekleştiren İsa Kayacan’ın MAKÜ’ye yaptığı son bağışlarıyla, evindeki kitaplığının boşaldığı öğrenildi.
Not: İsa Kayacan’ın kitap ve dergi bağışlarıyla ilgili detaylı haber ve bilgiler” Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabının 570-571. sayfalarında yer almaktadır.
*
Anadolu’da 90 yıllık bir çınar:
Bartın Gazetesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Anadolu Basını içinde çınarlaşan gazetelerin sayısı giderek azalıyor. Hele 80 veya 90 yaşlarına doğru adım atıp, bu kadar yıl ayakta kalarak, bugün hala yayınlanmakta olanların sayısının bir elin parmaklarından fazla olmadığını görüyor, üzülüyoruz.. Gerçi Anadolu’da gazete yayınlamak, hele günlük veya öteki periyodlarla süreklilik içinde okurlarının karşısına çıkmak kolay değildir. Yani her babayiğidin başarabileceği bir yayıncılık ortaya koymak, koyabilmek sabır istemektedir, emek istemektedir, mücadele istemektedir.
Bugün Anadolu Basını içerisinde yayınlarını sürdürebilen gazetelerden;1918 yılında  A. Remzi Yüregir’in  yayına başlattığı “Yeni Adana” Gazetesi,09 Eylül 1922 tarihinde M. Emin Mazlum ve Havva Adıson’un yayına başlattığı “Antalya” Gazetesi ve 06 Eylül l924  tarihinde İ.Cemal Aliş’in yayına başlattığı “Bartın” Gazetesi günümüzde yayınlanan çınarların çınarları olarak biliniyorlar. 06 Eylül 2013 tarihinde 3 bin 721.sayısıyla 90. yayın yılına giren, şimdilerde.. 10 günde bir ortalama 4 büyük sayfa, oğul Esen Aliş tarafından titizlikle yayınlamakta olan Bartın Gazetesi 90. yılın gururunu yaşamakta. Atatürkçü, yenilikçi ve devrimci ilkelerinden hiçbir dönemde ödün vermeyen görüntüsüyle yayınını sürdürmekte, genç nesillere örnek olmaya devam etmektedir. Nice 90 yıllara dileklerimizle, tebriklerimizi sunuyoruz efendim.
Servet Çınçın’a göre; Türkiye Cumhuriyetiyle yaşıt Bartın Gazetesi yayın hayatına başladığında Bartın’ın nüfusu 7000 dolayındadır. Evlerde su tesisatı yoktur. Bahçe kuyularından ve çeşmelerden yararlanılmaktadır. Kurak mevsimlerde ırmaklardan su taşınmaktadır. Hiçbir işyerinde ve evde elektrik de yoktur. İlk sokak lambası yandığında etrafında toplanıp hayret ve hayranlıkla karışık sevinç gösterisi yapan mahalle sakinleri, zamanla evlerine de bağlatmışlar idare lambasının isli ve sönük ışığından kurtulmuşlardır.
Bartın’da o yıllarda bir tek araba yoktur. Ne otobüs, ne taksi...  İstanbul’a vapurla gidip gelenler köylülere ve yaşlı şehirlilere arabayı anlatmakta güçlük çekerlermiş.”Öküzlerin çekmediği araba olmaz, görmeyince inanmayız” derlermiş. Hayvanlar çekmediği halde, nasıl yürür demir araba diye merak eder dururlarmış. Bartın Gazetesi yayınlanmaya başladığında bir tek evde mobilya yoktur. Karyola, masa yoktur. Yerde yatılıp, yerde yenmekte,sette oturulup,hamamlık dolabında yıkanılmakta,bahçeden doyulmaktadır.Fırından ekmek almak bile yabancılara özgü görülmektedir. Bartınlı bir kişi fırından ekmek alırsa,ya tarladan buğdayı gelmiyordur,ya da bahçe fırınında,evdeki ocakta ekmek  yapmaya üşeniyorlardır, diye düşünmektedir herkes.Manav yoktur,meyve satın almak yoktur,herkes bahçesindeki meyvesine göre meyve veren ağaçlardan yemektedir..
Gaz,tuz bez dışında alışveriş bol alternatifli değildir.
Yazın taze, kışın kurutulmuş gıdalar alınır, gramofon dışında radyo, televizyon ,video, müzik seti, buzdolabı, bulaşık makinesi, ütü, mini fırın, tüp gaz gibi günümüz araçlarından hiçbirinin hayali bile yoktur. İlk gelen radyo olmuştur. Diğerlerinin gelişi uzun yıllar sonra gerçekleşmiştir.. Hele bilgisayar yeninin yenisidir. Bartın Gazetesi işte o dönemlerden bu döneme büyük değişiklik ve gelişmelerin tanığı olarak gelmiş olup, yaşamaya devam etmektedir.(10 Eylül 1992)
Babası İ.Cemal Aliş’in  1977 yılında  vefatından sonra, oğul  Esen Aliş  aynı yıl, yani 1977 yılında Bartın Gazetesinin sahipliğini üstlenir. Bu satırların yazarı İsa Kayacan olarak kendisiyle 1992 yılında yaptığım ve Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün aylık yayınlandığı Anadolu’nun Sesi Gazetesiyle,1996 yılında yayınladığım “Basınımızın Anadolu Cephesi” adlı kitabımda yer verdiğim röportajın bir yerinde Esen Aliş, Bartın Gazetesinin ilk yıllarıyla ilgili şu bilgilerden söz ediyor: Bartın Gazetesinin doğuşu: 5-6 arkadaş eğlence kabilinden el yazısıyla mizahi bir gazete hazırlarlar. Guguk. Daha sonraları Cemiyet ve Düşünce adını da alan bu gazete 01 Ağustos 1923 tarihinde bir mektup kâğıdına basılarak Bartın Gazetesine doğru ilk adım atılır. Gazetenin ilk başlardaki “Litograf” ile basılması çalışmaları sonuçsuz kalınca gazetenin ilk baskısı “Şapograf” (Taş baskı) ile her sayfasında 3 sütun bulunan esericedit kâğıdına dört sayfa olarak gerçekleşir.
7 ay süreyle bu şekilde tirajı 60-80 adet olan gazete daha sonra matbaada basılmaya başlar. 49.sayıdan itibaren tipo tekniği kullanılan Bartın Gazetesi 183.sayısından itibaren tamamen Türkçe harflerle okuyucularının karşısına çıkar, çıkarılır...
*
Göllerimizi, Akarsularımızı kirletiyor,
sonra da ‘yas’ tutuyoruz!
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Denizlerimiz, göllerimiz, akarsularımız hayatımızın vazgeçilmezleri arasında, hatta başında yer alıyorlar. Ama bunların farkında değiliz. Elimizdeyken, önümüzdeyken usulüne göre, yararlanmasını bilmiyoruz. Hoyratça, hovardaca davranıyoruz, Çevre bilimcimiz yok. Kirlettiğimiz denizlerimiz, kuruttuğumuz, yok ettiğimiz göllerimize, akarsularımıza karşı sorumluluk duymuyoruz. Arkasından sözde üzülüyor görünüyor, yas tutar görüntüsü vermeye çalışıyoruz. İnsanoğlu kadar nankör, insanoğlu kadar ileriye yönelik sorumluluk duygusu ve düşüncesi olmayan, menfaatine göre hareket eden, kılıktan kılığa giren canlı yoktur.
Denizlerini, göllerini, akarsularını hovardaca kullanan, çevre bilincinden uzak insanların yaşadığı ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Çocukluğumuzda sularında yüzdüğümüz, bir deniz görünümü, güzelliği ve genişliği izlenimi veren;
Kışlarda konuğudur tam üç yüz bin su kuşu,
Dikkuyruk ördeğinde çekiyorsun en başı,
Sen kutsal hazinem, sen gözlerimin yaşı,
Ey doğa harikası, ey mavi yeşil türkü! (Mustafa Ceylan) mısralarıyla şiirlere konu olan Burdur Gölü kurumak, yok olmak üzere. Can çekişiyor. Bu göl, Türkiye’nin en hızlı kuruyan göllerinden biri olarak biliniyor. Türkiye’nin uluslararası öneme sahip l3 Ramsar alanından biri olan Burdur Gölü, yağışlarda azalma olmamasına rağmen, son 35 yılda suyunun üçte birini kaybederek, su seviyesinin l2 metre 25 santim düştüğü görülüyor.
Gerekçe olarak, gölü besleyen akarsuların üzerine inşa edilen baraj ve göletler, bu akarsuların Burdur Gölüne ulaşmasını engellerken göl çevresinde açılan çok sayıda sondaj kuyusu da gölü besleyen yeraltı sularının azalmasına neden oluyor.
Burdur Gölündeki su azalması, su çekilmeleri için pek çok toplantı düzenlendi, araştırmalar yapıldı, yetkili yetkisiz herkes konuştu, yazıldı, çizildi.
Doğa Derneği öncülüğünde etkinlikler, “Kuruyan göller için uluslararası buluşma” toplantıları düzenlenerek, Türkiye’de ve dünyada kuruyan göllerle ilgili görüşler, araştırma sonuçları ortaya konuldu. Bu toplantılar sonunda, 9 ülkeden gelen yabancı konuklar ile Türkiye’den gelen konuklar, Burdur Gölü’nde tekne gezintisi yaparak incelemelerde bulundular, Karakent Köyündeki pilot tarım sahalarını gezdiler. “Göl yoksa, Burdur’da yok” sloganları elden ele, dilden dile dolaştırıldı, hatta “Burdur gölü için yas” tutuldu, dillendirildi, seslendirildi, ulusal basında  “Göle Yas Projesi”ne destek haberleri yer aldı, ama sonuç değişmedi.
Burdur gölünde su çekilmesi, gölün kurumaya doğru gidişi devam ediyor.
Dünyada kuruyan göllerle ilgi pek çok örnek var.
Bunların sonunda, eski göl etrafında ne hayat kalıyor, ne kuş ve balık türleri kalıyor, kupkuru bir çölleşme,”eyvahlar, vahlar” çaresizliğin, acizliğin, zavallılığın belirtileri olarak insanlığın karşısına çıkıyor.
İsrail’deki Hula Gölü, Yunanistan’daki Koronela Gölü, Avrupa ve Asya’nın en büyük sulak alanı olan Mezopotamya sazlıkları, Ürdün’deki Azrak Gölü, bugün yok olan sulak alanlar arasında yer alıyorlar. Afrika’dan kalkıp, değişik ülkelere, Türkiye’ye gelen göçmen kuşların üremeleri, gönül ferahlatan ötüşleri, seyre doyum olmayan uçuş görüntüleri, su kuşlarının gönül dünyamızı rahatlatan, kulaklarımızın pasını silen ötüşleri,giderek nesli tükenen balıkların su içindeki sıçrayışları, avlanmaları, beslenmemize katkıları giderek unutulmaya başlıyor, unutuluyor artık.
İnsanoğlu olarak bayram edelim,muradımıza, muradlarımıza eriyoruz, erdik sayılır!.. Tebrikler,gözünüz aydın,gözümüz aydın!..
*
Ahmet Tekeş’den gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin toparlanmasında katkıda bulunan dostlarımdan birisi de gazeteci Ahmet Tekeş oldu.
Teşekkürlerimi sunmak istiyorum öncelikle.
Ahmet Tekeş’den gelen kitap ve dergiler, hazırladığım demirbaş listesinin 3908-3930 sıralı demirbaş listesinde (bu numaralar arasına) kaydedildi.
Bu yayınlardan bazılarıyla ilgili kısa bilgiler:
Minik Ansiklopedi: İnsan vücudu.,
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları (Çeviri: Mine Şengel, 64 sayfa) 12 Eylül ve Filistin günlüğü (Adil Okay, 300 sayfa),
Doğu Türkistan’da Çin’in sömürge politikası (Türk Yurdu yayınları Hazırlayan: Yücel Hacaloğlu), Bayrak Şairi Arif Nihat Asya, 100. yıl (İLESAM yayını, 80 sayfa)
Bugün (Ramazan Varol, Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği, yayını, 64 syf),
Bütün Dünya Dergisi (Ankara, 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ait değişik sayıları). Derginin sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gülçin Orkut,
Didim Gündem Prestij Dergisi: Sahibi: Hasan Eker, Yazı İşleri Müdürü: Murat Kanıtemiz, Sayı:3) Diploatlas Dergisi: Ankara’da yayınlanıyor. İmtiyaz sahibi: Kaya Dorsan (Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Kaya Dorsan, Sayı: 20)
Ve kanser yenildi: (Dr. Virginia Livingston-Wheeler, Türkçesi: Mesut Temiz, 184 sayfa), Kanser, doğal yollardan yararlanma kılavuzu (Philip, 134 sayfa),
Kanser ve Beslenme: (Dr. Gülseren Ünsün, 154 sayfa) 100 konuda Avrupa Birliği’nin günlük hayatımıza etkileri (Açık Toplum Vakfı, yayını, 72 sayfa)
İnsanları iflasa iten israf: (Dr. İbrahim Ateş, 164 sayfa),
Fotoğraflarla Atatürk: (Ankara Büyükşehir Belediyesi yayını)
Volkanlar: (Susana Van Rose, Çeviri: Ülkün Tansel (TÜBİTAK popüler bilim kitapları serisi, 64 sayfa)
*
GÜNÜN HABERLERİ:
1. Fahir Taner’den Cahit Çelebi’ye, Cahit Çelebi’den Recep Nahit Çelebi’ye intikal eden, günlük yayınlanan, Tekirdağ Yeni İnan Gazetesi 18 bin 225. sayısıyla 62. yayın yılına girdi.
2. Kilis İlimiz merkezinde Ahmet Barutçu’nun sahipliğinde günlük yayınlanan Kent Gazetesi 52. yayın yılına merhaba dedi…
3. Şair, Yazar ve Araştırmacı Abdülkadir Güler’in hayatının değişik kesitlerle sanat ve edebiyat dünyamızdaki geçmişinin kaleme alınacağı “Elli Yıl Böyle Geçti” adlı kitabının yakında yayınlanacağı öğrenildi.     
*
Naci Alan’dan gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin bana ulaşmasında katkıları olan dostlarımdan biri, Anayurt Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Naci Alan ilk sıralarda yer aldı.
Anayurt Gazetesi kitaplığından gelen 3714–3907 demirbaş numaralara (bu numaralar arasında) kaydedilen Naci Alan aracılığıyla bana ulaşan kitaplardan bazılarıyla ilgili kısa bilgiler:
Kalp krizi hakkında her şey: (Prof. Dr. İsa Durmaz),
Şer Üçgeni: (Muhsin Akıl),
Fırtınalar: (Halil Cibran),
Yalnızlık yağmurları: (Yılmaz Çamdalı), Aşkı unutan adam (Hüseyin Özbay),
İnadına dünya: (Halil Demiröz),
Atatürk’ü tanımak ve anlamak: (Behzat Şaşal),
Gazetecilik ve ahlak: (Çağdaş Gazeteciler Derneği yayını),
Ne haber. (Mustafa Arslan), Şuayip Özcan’ın kaleminden,
Küresel Almanak: (Mustafa Nevruz Sınacı),
Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı (1988),
Siyasetin Mart Kedileri (Süleyman Duman),
80. doğum yılında Şair Ahmet Tufan Şentürk: (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu),
Diken-Hükümet sistemleri: (Hasan Hüseyin Memiş),
Çığlığa çağrı: (Yusuf İpekli),
Yağmur duaları: (Lokman Bal),
Sessiz çığlıklar: (Nursen Ateş),
Kara kutu: (Berin Küçükşahin),
Atatürk’ten Demirel’e cumhurbaşkanlarımız: (Remzi Uydum),
Gönlümden damlalar: (Gülten Ertürk),
Hüzün sabahı: (Mustafa Semerci),
Gitmem lazım: (Murat Avcı),
Şiir diliyle İslam tarihi: (A.Yaşar Erdoğan),
Bitmeyen öyküler: (Alev Çukurkavaklı),
Güller dikenler: (Cemal Gören),
Dağlar: (Tayip Sağ),
Yenilmez ölüme sevdamız: (K.Alper Özdemir),
Bugün ayrıldım: (Fatih Kılınç),
Deli mavi sevdalar: (Hatice Ak),
Bir günde dört mevsim: (Sergül Vural),
Gönül bağım Kastamonu: (İsmail Kara),
Elma yeşili akşam: (Mustafa Ünver).
*
Nazlı Aykut’dan gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin bana geliş şekilleriyle ilgili verdiğim bilgileri zaman zaman aktarıyorum.
8. sınıftan yeni mezun olan, torunum Nazlı Aykut, çocukluk günlerinde okuduğu kitaplardan bazılarını, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesine bağış olarak gönderilmek üzere bana verdi.
Nazlı’nın verdiği kitaplar, hazırladığım demirbaş listesinin 3669 ve 3675 numaralar arasındaki satırlara kaydedildiler. Nazlı’nın bağış olarak verdiği kitaplarla ilgili kısa bilgiler:
1- Dede Korkut Hikâyeleri:
Metin Barak. Gonca Yayınları, 2. baskı. Ankara, 2004. İlk hikâye; Gelimli gidimli Dünya”dan: Türk edebiyatı tarihinin en önemli isimlerinden Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün bir sözüyle başlamak istiyorum: “Bütün Türk Edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür yüzüne koyarsanız, yine Dede Korkut ağır basar”.
2- Martı:
Jonathan Livingston-Bir öykü-Rıchard Bach. Epsilon. İç kapakta “Nazlı Aykut, 8-D 247” notu var. Ayrıca “Ekim” diye yazmış Nazlı. Kutabın fotoğrafları Rusell Munson, Çeviri: kader Ay Demireğen imzasının taşıyıcısı.
3- La Fontanie Masalları:
Uyarlayan: Cansu Fırıncı. Ankara, 2005, Nazlı “Sevgili Anneme, çok kitap okuması dileğiyle, Kızın Nazlı, 02.06.2008” diye yazmış.
4- Heidi:
Johanna Spyrı. Milli Eğitim Bakanlığı 100 temel eser dizisi. İskele yayınları. 120 sayfa. Nazlının “seni canından bile çok seven kızın Nazlı” notu var.
5- Sokak Çalgıcısı:
Paul Berna. Beyaz Balina Yayınları - İstanbul.
104 sayfa, Nazlı’nın “Nazlı Aykut, 3-A, 247” notu var.
6- Tom Amca’nın Kulübesi:
Harrıet B. Stowe. Beyaz Balina Yayınları, Çocuk klâsikleri serisi. 30, Beşinci baskı, 2005. Yetmişiki sayfa.
7- Yazgülü:
Ayşe Yamaç. Bu Yayınevi. Gençlik romanı Gerçek Yaşam. 3. baskı 2011. İstanbul. Kitabın adı olan Yazgülü, “Elindeki su bidonları, boyunun yarısından fazlaydı” diye başlıyor kitap. 238 sayfa.
*
İnsaf Kılıç ve İsmail Kara’dan birer şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsaf Kılıç, kısa adı AGİKAD olan Ankara Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı.
Şiirleri var anlam yüklü mısralardan oluşan.
Bu şiirlerinden birinin adı 5 ayrı bölümden oluşan “Gelinciğim” adlı şiiri efendim.
İlk bölümünde bu şiirin İnsaf Kılıç şöyle seslenmekte:
                       
           Kırmızından al da moruna kadar,
           Kadın gibi anlamlı, ten gibisin,
           Kadife dikenlim çok ol çiçeğim,
           Beni temsil eden sen gibisin,
           Şiddete dur diyen ben gibisin.

İpek gibi narin yapraklardan, sabah ayazına, hoyrat rüzgârlara dayanmalardan, kavurucu sıcaklardan, gelinciğin bir insan eliyle solduruluşundan, şifalara öncülüklerden söz ediliyor mısralar arasında.
İnsaf Kılıç imzalı “Gelinciğim” adlı, başlıklı şiirin son bölümü şöyle karşımıza çıkıyor:
           Gelincik misali koparılmadan,
           Kadınlı, erkekli sevgi bütünle,
           İncitme kimseyi, nefsine ibret,
           Senede bir günde olsa,
           Gelincik mesajını, insanlığa göklere yücelt.

            İsmail Kara, Karozan, şair, yazar ve araştırmacı.
            6 dörtlükten oluşan “Karanlık” adlı şiiri var masamda.
            Bu şiirde, günümüzde itibarın parayla sağlandığı, namusun, vicdanın bir pula satıldığı, pulların simsiyah, karanlık görüntüleri karşısında insanların seçilemez hale geldiği, herkesin gizli siyaset yaptığı, dans edenlerin, viskiyle keyif çatanların sayılarının hızla arttığı gibi önemli gerçekler hareket noktası yapılmış.
            İsmail Kara’nın “Karanlık” adlı, başlıklı şiirinin ilk ve son dörtlükleri şöyle karşımıza çıkıyor:
          Haremiler sarmış, cirit atıyor,
          Ortalık toz duman, yollar karanlık,
           Kimlere sarılsam beni satıyor,
          Dostluklar yalanmış, kollar karanlık.
          
           Karozan diyor ki, bugünde coştum,
           Yokluk içinde hep durmadan koştum,
           Hayatın dağları aşılmaz dostum,
           Gittiğimiz yollar, beller karanlık.
                        *
Yine Güzide Taranoğlu şiirlerinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Evet, yine Güzide Gülpınar Taranoğlu şiirlerinden ikisinin mısraları arasında bir gezinti yapacağım.
Bugün masamda bulunan Güzide Gülpınar Taranoğlu şiirlerinin adları: Ömrümüz sonsuza gider ve Sevemiyorum adlarının taşıyıcıları.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen ilk şiirimizde, yağan yağmurdan, esen rüzgârdan, mehtaptan, güneş ve yıldızlardan söz ediliyor, çeşit çeşit geçen çağlardan, biçim biçim sıra dağlara kadar uzanan duygularla sayfalara aktarılan mısralar oluşturuluyor. Ömrümüz sonsuza gider, adlı şiirden iki dörtlük:

Akarsular ve nehirler,
Tek tek kurulmuş şehirler,
Sizleri hep kıskanırım,
Ömrünüz sonsuza gider.

Bizler birer fani kuluz,
Yeryüzünde az kalırız,
Bir gün gelir, yok oluruz,
Sonumuz sonsuza gider.

Sevemiyorum, adlı başlıklı ikinci şiirde de Güzide Gülpınar Taranoğlu, Eylül yağmurlarının bir sevinç olmadığından, bu mevsimde bedenlerin asla dinç olmayışından söz ediyor. Uzun uzun. Bu şiirin bir dörtlüğünde de şöyle sesleniyor:

Sevemiyorum asla, Eylül-Ekim, Kasımı
Benim için bu aylar, kötülüğün hısımı,
Çeşitli hastalıklar kuyruklara giriyor,
Sonbaharın havası, bedbinlikler veriyor.

Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun özlü sözleri de var.
Bunlardan bazıları:

- İstesen de arzu ile ölünmez,
  Canda neşe yoksa asla gülünmez,
- Küçük mutlulukların büyük ümidi vardır,
   Her kara kışın sonu, bilinir ki bahardır,
- Kabiliyet yoksa ilham alınmaz?
   Zorlamayla asla şair olunmaz,
- Çalışanın rızkını bol eder Cenab-ı hak,
  Çalışmayan daima fakirliğe müstehak.
 *
Şiir şiir Güzide Taranoğlu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimizin şiirleriyle ilgili değerlendirmelerimiz sürerken, şiir şiir duraklarda mola vererek okuduklarımız, nefeslendiklerimiz olur.
Güzide Gülpınar Taranoğlu şiirleri sözünü ettiğimiz mısralardan oluşanlar olarak karşımıza çıkar çıkarılır.
            Bir yağmur sonrası ve Dörtlükler adlı duygu anlatımları, şiirleri vardır Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun. Beş ayrı dörtlükten meydana gelen Yağmur sonrasının iki dörtlüğü şöyle karşımıza çıkar, çıkarılır:

Yağmur sonrası topraklar,
Nasıl kokar, nasıl kokar.
İçe dolan bu kokuda,
Bereket var, bereket var.

Yağmur sonrası damlar,
Pırıl pırıl kırmızı.
Hepsi bize barınak,
Korur varlığımızı.

Dörtlüklerle bize seslenen Güzide Gülpınar Taranolu, Bayramların yıl içinde zamanların hası olduğundan, Bayramların insanlara mutluluk mayası olduğundan hareket ederek, Denizin ve göklerin maviliğinden, sulara gelen renklerin önemliliğinden söz ediyor mısra mısra.
Dörtlükler birbiri ardına sıralanıyor sayfalarda, Güzide Gülpınar Taranoğlu anlatımlarıyla.
Bunlardan biri şöyledir:

Ömür ömür üstüne sarılır yumak yumak,
Bir yol ki uzar gider, ucu sonsuz uyumak,
İnsan gözü aleme gözyaşı açılır,
Ve gün gelince yine göz yaşıyla uçulur.

Güzide Gülpınar Taranoğlu’ndan bir özlü söz:
- Gerçekler kafalarda birer kampana gibidir.
*
                                   Dr. Galip Uzunca’dan iki kitap
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bursa’dan seslenen, Dr. Galip Uzunca birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla dikkat çeken isim ve imzalar arasında yer alıyor.
İki kitabı var Dr. Uzunca’nın masamda.
Bunlar sırasıyla;

GÜLLER SOLARKEN

Şairin 13. kitabı Güller Solarken. 130 sayfayla şekillenmiş, yayınlanmış. Atatürk, Çanakkale şehitleri başlıklı şiirlerle söze başlanılmış. Bunlardan öncede bir beşlik var Galip hocanın yakışıklı fotoğrafı altında.
Bu mısralar.

Baharın firarıyla, mevsim hazan olunca,
Şen şakrak gönüllere gayrı kasvet dolunca,
Terk etti gülzari bülbüller güller solunca,
Lakin hazanın da ne görkemli günleri var,
Hüda nasib ederse, ne zevkli demleri var.

Hece vezni tarzıyla kaleme alınan, Dr. Galip Uzunca mısralarında uzunluk dikkat çekiyor.

GÜFTEDEN BESTEYE

Dr. Galip Uzunca, besteye giden yolun, güfteden başladığı gerçeğinden hareket ederek, böyle bir kitap adı koymuş. 162 sayfalık kitabın ilk sayfalarındaki şiirlerin Erdinç Çelikkol tarafından bestelenenlerinden örnekler veriliyor. Rep. No. ları da kaydediliyor sayfalarda. Yakma beni adlı şiir, bestelenen şiir üç ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu dörtlüklerden biri şöyle:

O hasretin oldu keder,
Yakma beni daha beter,
Sevdiğimi sen bil yeter,
Yakma beni daha beter.

Dr. Galip Uzunca, Bursa’dan seslenen bir isim ve imza olarak, şiir dünyamızda oldukça önemli mesafelerin alıcısı ve sahibidir. Kutluyor, tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
O, tertemiz sevgileriyle, anlatım zenginliği ve ustalığıyla, şiir dünyamızın görünen, bilinen yıldızları arasında yer almaktadır.
*
Türk ve Dünya klasiklerinden:
Tevfik Fikret
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Varlık Yayınları.
Yaşar Nabi Nayır..
Bir zamanların, kültürümüzde ön sıralarda olan bir yayın kuruluşu, bir kültür adamı, ismi.
Kitaplıklarımızda yer alan onlarca Varlık yayını.
Klasiklerin ardı ardına yayınlandığı, yer aldığı kültür kuruluşu.
Küçük cep kitabı görünümlü yayınlar, elden ele dolaşır, el altı kitabı olarak evlerimizde yer alırdı.
Bu yayınlardan biri, Varlık yayını Yaşar Nabi Nayır imzasıyla, Milliyet Gazetesi imzasının da taşıyıcısı olan Tevfik Fikret, yaşamı, sanatı, şiirleri olarak 126 sayfalık minik boylu, zengin içerikli kitap, İskenderun’dan Türkmen ozanı Süleyman Özçelik tarafından değişik notların yazılışıyla bana gönderildi. Bu kitabın önemliliği nedeniyle, sayfalarında gezme gereği duydum:
Tevfik Fikret’in yaşamı sayfalarının başlangıcında şunlar yazıyor; 24 Aralık 1867’de (H.1284) İstanbul’da dünyaya gelen Tevfik Fikret, Pertevniyal Valide Sultan’ın kâhyası Hüseyin efendinin oğludur. Büyükbabası Ahmet Ağa, Çankırı’dan gelerek İstanbul’a yerleşmişti. Annesi Hatice Refia hanım, Sakız Adası Rumlarından Müslümanlığı kabul etmiş bir ailenin kızıdır. Çok tutucu bir Müslüman olan annesi, kardeşiyle birlikte 1879’da hacca gitmişti. Dönüşte yolda koleradan öldü ve küçük Tevfik’i 12 yaşında öksüz bıraktı.
Galatasaray Lisesinde öğretmen olarak çalışan Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit’le birlikte çıkarmaya başladığı Tanin gazetesinden kısa süre sonra küserek ayrıldı. Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne getirildi.
Çocukluğunda koyu bir dindar olan Fikret, dinin softa yobazlar elinde değiştirilerek tarih boyunca nice kötülüklere alet edildiğini görüp anladıktan sonra büyük bir inanç bunalımı geçirdi ve sonunda bilimden başka bir şeye inanmayan bir anlayışa erişti.
Sanatıyla ilgili görüşler var Tevfik Fikret’in. Buranın girişinde yazılanlardan:
Tevfik Fikret şiir yazmaya 13-14 yaşlarında, Galatasaray Lisesindeki öğrenciliği sırasında başladı. Hocası Feyzi ve sonradan hocası olarak Muallim Naci’nin etkisi altında divan şiiri taklidi çelimsiz manzumelerle başlamış, gene hocası olan Recaizade Ekrem’in etkisiyle yazdığı yeni tarz şiirlerinde de ta 1985’e kadar kişiliğini ortaya koyamamıştır.
1989’dan itibaren şiirleri Mirsat ve Malumat dergilerinde çıkmaya başladı. Yavaş yavaş dikkati çeken şiirlerinde Batı edebiyatının etkisi gitgide güçleniyordu. Ressam yaradılışını meydana çıkaran bir renklilikle dolu doğa tasvirleri, daha sonraki şiirlerinde göstereceği gücün ilk işaretlerini taşıyordu.
“Kimseden Ümmid-i” başlıklı dörtlüğü:

Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilemem perr-ü-bal,
Kendi cevvim, kendi eflakimde kendim tairim,
İnhina tavk-ı esaretten girandır boynuma;
Fikri hür, irfani hür, vicdani hür bir şairim.
*
                                               Necdet Tezcan hocadan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Necdet Tezcan hoca, Trakya’dan sesleniyor.
Keşan Önder Gazetesindeki “Nasıl Eserse” köşesindeki yazılarıyla dikkat çekmeye devam ediyor.
Bu sütunda, önemli görüşler ortaya koyuyor.
Kitap tanıtımlarıyla, bu kitapların sayfalarından aldıklarıyla okurlarıyla buluşmaya devam ediyor.
Necdet Tezcan hocanın şiirleri de var güçlü ve anlam yüklü mısralardan oluşan.
Bu şiirlerden birinin adı: Bitki-Sel, olarak karşımıza çıkıyor.
İki bölümden oluşan bu şiirdeki mısralar:

Hastalara uzanan bitki-sel el-ler,
Sonunda kandırmaca havuzunda düşecek,
Ben onda soluklanırım, nerede bir pırlanta dize,
Yer güllerine göz atınca kuraklarım.

Su büyürken sus küçüldü tam bir evlek,
Çalsın isterim kahkahaların Boğaziçi senfonisi,
Duyulmaz oldu aşkın çöl rüzgârları,
Biz karın doyururken aynı tabak/tan,
Duvarlara seslendim dalgalandı sular,
Bir ömrün haritasıydı son çobanlar..

Necdet Tezcan hoca, yoksulun direksiyonundan sesleniyor bir başka şiirinde. Sonranın şimdiki zamanından söze diyor. Geçmişin çocuksu gölgeleri üzerinde duruyor. Tarihin derinliklerinde uzayıp gidenlerin satırbaşlarıyla okurlarının karşısına çıkıyor. Kuru dallara düşen akların gölgelerindeki serinlikle rahatlamak isteyen bir görüntü çıkar karşımıza Necdet Tescan hocanın anlatımlarında.
Sonunda şöyle seslenir:

Hay huy, huy hay.. aşka zaman yine kalmadı,
Zamanı sarhoş etsen, başka nakit yok,
Tünel tünel raylarınca uzak tuzaklar,
İstasyonlarda unutulmuş uyaksız uygarlıklar.

Necdet Tezcan hocamızı, buradan selamlıyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz efendim.
*
Elif Kılıç’dan: Ömre bedel
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, ozanlarımız, yazıyor, yayınlanıyorlar. Gazete ve dergilerle, yayınladıkları kitaplarıyla dikkat çekiyorlar.
Elif Kılıç (Ozan Elifçe), sanat ve edebiyat dünyamıza attığı yeni adımlarıyla ses getiriyor, dikkat çekiyor. 330 sayfalık “Ömre Bedel” adlı şiir kitabı var masamda. Bana ulaşalı epey oldu. Aradan epey zaman geçmesine rağmen, sayfalarında gezme fırsatını yenilerde bulabildim.
Kitap, merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajansın 78. yayını olarak Günyüzü görmüş. İlk sayfalarda Elif Kılıç’ın bir önsözü ve biyografisiyle ilgili bilgiler yer alıyor.
Ozan Elifçe, önsözünün bir yerinde, “Toplumu etkileyen her olumsuzlukta, ozan kendini sorumlu hisseder. Özden ve içten gelerek duyguyu, sevmeyi, güzelliği, doğruyu temiz yürekle halka yansıtarak yaşatır” diyor.
Elif Kılıç’ın, Ömre Bedel adlı şiir kitabının ilk şiiri, dokuz ayrı dörtlükten meydana gelen “Atatürk”  adlı şiir olarak karşımıza çıkıyor. Bu şiirde, Atatürk’e bağlılık duyguları öne çıkıyor, Atatürk’ün liderliği anlatılıyor.
Bir dörtlüğünde şöyle sesleniliyor:

Atam ordusuna cesaret verdi,
Türklüğe yenilgi yakışmaz dedi,
Yurda göz koyanı, yerlere serdi
Arıttı düşmandan yurdu Atatürk.

Elif Kılıç, hece vezni tekniğiyle yazdığı şiirlerinde, sevgiyi, huzuru, mutluluğu, kızgınlık ve kırgınlıkları, birlik ve beraberlik anlayışı ve beklentisi noktasından hareket ederek yola çıkıyor. Bu anlayışla oluşturduğu şiirlerinde de başarılı olduğunu görmekteyiz. Kitabının 204. sayfasında 5 ayrı dörtlükten meydana gelen “Anam” adlı şiirinin bir dörtlüğündeki duygularını şöyle sıralıyor:

Sevgisi çok derin sıcak,
Bulutsuz gökyüzü gibi.
Can yürekten açar kucak,
Bulutsuz gökyüzü gibi.

Elif Kılıç’ın gelecekte yazacağı, yayınlayacağı şiir ve kitaplarıyla daha başarılı şiirleriyle karşımıza çıkacağı yönündeki inancımı belirtmek istiyorum.
*
                           Şiir şiir Mehmet Cem Yiğit
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimizin duygularının sayfalara dökülüşü olarak kabul ettiğimiz şiirleri arasında, bu şiirlerin mısraları arasında gezinti yaptıkça, onların anlatım zenginlikleriyle karşılaşırız.
Bu şairlerimizden biri, Konya ilimize bağlı, Akşehir ilçemizden seslenen Mehmet Cem Yiğit’dir. O’nun dörtlükleri, şiirleri var masamda örnek aldığım…
Onun adı adlı şiirinde Mehmet Cem Yiğit, O’nun adını hiç unutmadığından söz ediyor, hatırlatmasında bulunuyor, şöyle devam ediyor:

Kimseye benzemez cilvesi, nazı,
Akıllarda kaldı o güzel adı,
Hayali gözümden geçer de bazı,
Ben hiç unutmadım onun adını,
İsterim vermese de busesini.

Mehmet Cem Yiğit, haddini bilmez, cahil cüheladan örnekler verir bir başka şiirinde. Onların bir gün insanın başına bela açtığından, bunların oturup kalkmasını bilmediklerinden söze der, örnekler verir.
Beşlikleriyle, dörtlükleriyle okurlarına ulaşmaya devam eder Mehmet Cem Yiğit hoca.
Birinci bölümdeki şiirin adı:
En sonbahar, İkinci bölümdeki şiirin adı, İğneli dildir aşağıdakilerin:

Küresel ısınmalar, bir şeyin habercisi,
Mevsim oyuncak değil, kışta bahar da olsa,
Acil önlem almazsak, sonumuz neyin nesi?
Köşede oturuşumuz, kıştaki yaza benzer,
Allah korusun bahar olursa, en sonbahar..

Ak düşler peşinde ışıltılı us,
Bir gün olsun aklını başında tut,
Fazla ileriye gitme, otur, sus,
Yaşlanmış iğneli dilini de tut..
*
Artvinli Aşık Zülali’den iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Artvin ilimiz merkezinde günlük yayınlanan Serhad Artvin Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık Zülali’nin iki şiiri var masamda.
Bu şiirler, Aldı Zülali ve Aldı Zülali bakalım ne söyledi? Başlıklarının taşıyıcıları.
İlk şiir, Aldı Zülali başlığıyla verileni, yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Tabiatın her yanına rüzgâr vurmasıyla, çiçeklerin sallandığı, böylece kara toprağın allandığından söze diliyor öncelikle.
Sonra bu şiirin iki dörtlüğünde şöyle sesleniliyor:

Dinleyin beyler, ikna edeyim sizi,
Sağ insana geliyor dünyanın yazı,
Yaş ağaçlar sürüyor filizi,
Ağaçların dallandığı zamandır.

Der Zülali bitmedi bizim davalar,
Döksen gözyaşımı, almaz kovalar,
Ağaç dalında kuşlar yapar yuvalar,
Civcivlerin dillendiği zamanda…

Zülali’nin ikinci şiiri, “Yine tazelendi gizli yaralar/Ailem aklıma geldi ağlarım” denilecek söze başlanılıyor.
Altı dörtlükten meydana gelen bu şiirin iki dörtlüğü şöyle karşımıza çıkıyor efendim:

Dert dikeni gizli gizli batıyor,
Şöyle, böyle derken ömür bitiyor,
Komşu ocağından, duman tütüyor,
Bizim ocak dumansız kaldı ağlarım.

Bitir Zülali çok fazla uzatma,
Gelmez yola gitti, daha hiç gözetme,
Seninde sıran gelecek unutma,
Ölüm sırası tez geldi ağlarım.
*
Mehmet Cem Yiğit mısralarından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin usta kalemlerinden, Konya ilimize bağlı, Akşehir ilçemizden seslenen Mehmet Cem Yiğit’in iki şiirinin mısraları arasında bir gezinti yapmak istiyorum efendim.
Bu şiirlerin adları, övgün dillere düşmüş ve ‘şiir’ adlarının taşıyıcıları efendim:
Övgülerin dillere düşmesinin nedenleri bulunduğu sıralanıyor bu şiirde.
Güzel ve çok hoş olunca, sevgi pınarlarının coştuğu noktasından hareket ediliyor.
Ve dört bölümlük bu şiirin iki bölümünde şöyle sesleniliyor:

İpek gibidir yüzü,
Sanki paşanın kızı,
Güzeldir kışı, yazı,
Güzelsin ve çok hoşsun..

O kayısı dudaklım,
Sevdiceğim, bebeğim,
O pespembe yanaklım,
Güzelsin, çok hoşsun..

Ve ‘Şiir’ adlı duygu anlatımında, eğitimci, şair yazar Mehmet Cem Yiğit, “Dizeler döşendi asfalt yollara” diye söze başlıyor.
Sevgilinin geçeceği haberinin alınması üzerine, binaların şaha kalktığı, selama durduğu noktasında hareket edilerek, maviş gözlü sevgilinin, bekâret kemerinin ince bele takılışı ifade ediliyor.
Sonraki mısralardaki duygular şöyle sıralanmakta.

O dünyanın en temiz,
Sade kızıydı,
Klarnetin oynak havasında,
Bir roman kızı,
Havaya ayak uyduran, gönül yıldızı,
Geçiyordu, gözlerden, Haydarpaşa’dan.
*
Dr. Recep Albayrak’tan:
Türklerin İranı (birinci cilt)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Rahmetli Recep Albayrak, Ankara’da önemli kamu kuruluşlarımızdan birinde, önemli hizmetlerden sonra emekli oldu. Kütahya ilimizin Simav ilçesinde yaşamaya başladı.
Demirci Halıkent Gazetesi başta olmak üzere pek çok gazete ve dergide araştırmalarını, tarihi belgeleriyle birlikte yayınladı.
Merkezi Ankara’da bulunan Berikan Yayınevi yayınları arasında gün yüzü görmüş, iki ciltlik, “Türklerin İranı-Yakın gelecek” isimli araştırma kitabı, postayla adresime geldi, Recep Albayrak’ın.
Bu önemli yayının birinci cildi 688 sayfadan oluşuyor.
Altı kısımdan, bölümden oluşan kitabın bölüm başlıkları; İran, İran’da mülki sistem, Türk nüfusunun istatiksel değerlendirmesi, Tamamlayıcı hususlar, İran Türkleri, fotoğraflar-bibliyografya ayırımlarıyla karşımıza çıkıyor.
Uzunca bir sunuş Can Özsoy imzasını taşımakta.
Prof. Dr. Ramiz Asker’in bir başka sunuşu dikkat çekiyor.
Albayrak imzalı önsöz kitabın ilk sayfalarında yer alıyor.
İran, İran tarihi ve medeni evreler, Güney Azerbaycan Tebriz Encümeni Yönetimi, Meşrutiyet hareketi, İran’da mülki sistem, 1924 yılında mülki taksimat, İran Türk coğrafyası, Farsçaya geçmiş Türkçe kelimelere örnekler, Afşarlar, Batı Azerbaycan bölge valiliği, Zencan Bölge valiliği, bölümler, kısımlar arasında gelişigüzel aldıklarımız, seçtiklerimiz olarak görülüyor.
Dr. Recep Albayrak: 1951 yılında, Kütahya/Simav/Demirciköy’de doğdu. İşletme Fakültesinden mezun oldu. “Hacaloğlu”mahlasını kullandı.
İlk kitabı, Azeri Türkçesi Dil Kılavuzu, Derleme Deneme sözlüğünden sonra, 8 ayrı kitabı yayınlandı.
Değişik gazete ve dergilerdeki araştırma yayınlarıyla dikkat çekti.
Berikan Yayınevi yöneticilerini böyle bir yayından dolayı kutluyorum efendim.
Not: Dr. Recep Albayrak 25 Şubat 2013 tarihinde vefat etti.
*
                       Niğde’den Akpınar Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Anadolu’dan gelen sanat edebiyat sesleri, önemlilik içinde karşımıza çıkar.
Bu seslerin sürekliliğini sağlayanlar vardır içten, samimi çalışmalarıyla dikkat çeken
İsmail Özmel, Niğde’den seslenen isim ve imzalarımızdan.
Avukatlığı yanında, sanat ve edebiyatla iç içe oluşu, Niğde kültürünü araştırıp, yayınlama gayret ve çabası içinde oluşu, Onun zirvelere, bağdaş kurup oturmasını sağladığı, kolaylaştırdı.
1960’lı yıllardan itibaren Anadolu Basını içerisinde yer alan, Niğde Basınında da yer alan gazetelerde yazdığımı, süreklilik içinde okurlarının karşısına çıktığımı hatırlıyorum.
Masamda, İsmail Özmel’in sahibi ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı, Kültür, Sanat ve edebiyat dergisinin Akpınar’ın 44. sayısı var. Sevimli boyutuyla, Abdurrahim Karakoç dosyası kapakta anons ediliyor.
İLESAM 2012 onur ödülleri Saim Sakaoğlu, Müjgan Cumhur ve İsmail Özmel’e verildiğine ilişkin ikinci anons kapakta yer alıyor.
Teşekkürle cevap veriliyor, kutlanıyor.
Üç kişilik yayın kurulu, 6 kişilik hakem heyeti var kimlik bölümünde.
Yazışma: Yeni Çarşı iş mrk. B-Blok No:1-5 Niğde. Tlf: 0388 213 12 50
Akpınar Dergisinin masamdaki sayısında imzalarıyla yer alanlar:
İsmail Özmel, M. İlyas Subaşı, Abdülkadir Güler, Yüksel Satoğlu Gemalmaz, Mehmet Bahşi, Nihat Kaçoğlu, İsmail Kara, Osman Baş Hikmet Elitaş, İlhan Koruyucu, Bekir Oğuzbaşaran, Selim Özmel Kerim Özbekler, Kibar Ayaydın, Filiz Altıok Durak, Osman Aytekin, İlkay Coşkun, Tamilla Abbashanlı-Aliyeva, Ömer Aydoğan, Refik Erden, Şeklinde sıralanıyor.
İsmail Kara;
Yudum yudum götürdüm,
Döke saça bitirdim,
Ve hoyratça yitirdim,
Ömrümü, ah ömrümü, diye sesleniyor.

Arkasından Osman Baş, Hayrettin İvgin hocaya ithaf ettiği şiirinin girişinde;

Sevdalar yıldızlara aktı,
Yıldızlar sevda tuttu bir gece..
Ağustos gecelerinde ay üşüdü, mısralarıyla dikkat çekiyor.
*
Dr. Recep Albayrak’tan:
Türklerin İranı (İkinci cilt)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Merkezi Ankara’da bulunan (Eti Mhl. GMK Bulvarı, Bulvar Apt. No:80–1 Maltepe-Ankara Tlf: 0312 232 62 18 Berikan Yayınevi yayınları arasında Günyüzü gören kitaplardan, yayınlardan birinin adı…,
Dr. Recep Albayrak imzalı, “Türklerin İranı, Yakın Gelecek” adını taşıyor.
İkinci cilt 689-1378 sayfa numaralarıyla karşımıza çıkıyor.
Birinci cilt gibi bu cilt de 6 kısımdan, bölümden oluşuyor.
Arasbaran Havzası ve Karadağ illeri başlığı altında, Arasbaran bölgesi hakkında bilgiler veriliyor.
Buranın girişinde: “Arasbaran, Azerbaycan’ın önemli mıntıkalarından biridir.
Kendine mahsus doğası, ekonomisi, insan yapısı, ilk ve aşiretleri, kültürü, dini gelenek ve görenekleri ile özel bir yere sahiptir” deniliyor.
Sayfa 960’daki Karapapak’ın çoktan ölmüş lelesine seslenişi var uzunca bir anlatımla verilen. Dörtlüklerden ikisi:

Bir başını galdırasan, bakasan,
Ben cavanı bir göresen ay lele.
Lazımdı ki dil deyif ağlayasan,
Maa mezer örüyesen ay lele.

Yetmiş ildi avrada ar-idim ben,
Ser keçinen serlere, ser-idim ben,
Bu on ildi gocaldım, er-idim ben,
Bir beçere hala düşdüm ay lele.

Bu iki ciltler kitap, İran, Antik Çağdan bugüne insanlık tarihinin, en önemli medeniyet coğrafyası olduğu, kadim diller ve halklardan günümüze gelenlerin yarınları da belirleyeceği noktasından, gerçeğinden hareket edilerek kaleme alınmış.
Türklerin İran’ı adlı kitabın, özgün içeriği, kaynakçaların doğu ve İran kaynaklı olması, çok sayıda saha çalışmasına dayanması, akademik çalışmalar için önemli bir kaynak olarak görülüyor, gösteriliyor.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
Not: Dr. Recep Albayrak, 25 Şubat 2013 tarihinde vefat etti.
            *                                                                    
            Hemşehrim Mustafa Avcı’dan iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yazdığı ve yayınladığı şiirleriyle dikkat çeken, hemşehrim Mustafa Avcı, Burdur ilimize bağlı Gölhisar ilçemizden seslenmeye devam ediyor.
Gölhisar ilçemiz merkezinde haftalık yayınlanan Pınar Gazetesindeki köşesinde bizimle selamlaşan Mustafa Avcı şiirlerinden ikisi var masamda, gündemimde.
Bu şiirlerin adları: Türkiye ve Köyümün pınarları adlarının taşıyıcıları...
Sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Türkiye’m’ şiirinde Mustafa Avcı, ülkemizin güzelliklerinden söz ediyor. Kurtuluş Savaşından başlayarak, Atatürk önderliğiyle yücelen Türkiye tespitleriyle mısraları arasından sesleniyor.
Bu şiirin iki dörtlüğü efendim:

Ey Türkoğlu, bu vatan evladısın,
Atan canla savaştı vatan için,
Sen şehit evladı koru vatanı,
Ne istersin, güzelim Türkiye’den..

Türk ordusu çok destanlar yazdı,
Çok şehitler verdi kanları vardı,
Türkiye’ye yan bakan tarihe sormalı,
Mutluyum Türküm, Türkiye vatanım.

Ve ikinci şiirinde, Köyümün Pınarları’nda Mustafa Avcı, ağaç oluklardan suların aktığını, yalaklardan hayvanların sulandığını, harıl harıl akan pınarların sularının uzaklardan duyulduğunu anlatıyor ve bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor bu şiirin:

Köyümün o güzel günlerini,
Arasan bulamazsın izlerini,
Köyümü hayal edip yaşarım,
Pınarı ile güzeldi köyüm..

Mustafa Avcı hemşehrimi kutluyor, şiir dünyasındaki, temizlik, berraklık görüntüleri için kutluyorum.
*
Dr. Kazan Dağyakalı’dan:
Bilsen de, bilmesen de…
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Başlıklarımızda, zaman zaman şair ve yazarlarımızın isminden sonra eser başlıklarından söze diyoruz. Bunlar, genelde yayınlanmış kitaplar oluyor.
Bazen de şiir başlıklarından söz ettiğimiz oluyor.
Tıpkı bugünkü gibi…
            Ankara’da yaşayan, buradan seslenen şairlerimizden Dr. Kazan Dağyakalı’nın bir şiiri var masamda.
Adı: Bilsen de, bilmesen de..
08 Nisan 2013 tarihinde kaleme alınmış.
Şiirdeki sevgi bütünlüğü, derinliği mısralar arasındaki gezintiden önce, başlıkta görülüyor, hissediliyor.

Her gece başucumda,
Kâğıt kalem,
Sensizliğin,
Tavan yaptığı anlarda,
İçimdeki seni çiziyorum,
Satırlarımda…

Mısralarıyla, her kelimedeki renklerden, her kelimedeki çizgilerden, yüreğinin sevdalarından, körüklerinden, yola çıkarak:
“Gözlerini çiziyorum ışıl ışıl Senin olmadığın zamanlardaki yalnızlığımı çiziyorum kare kare” diye haykırışıyla çıkıyor karşımıza.
Ardından, O’nun duyduğu, gördüğü anlarda, uzun hasretleri bölen sevinçlerle konuşuyor.
Günlerin bitişiyle üzülüyor..
Sonra, grilerin yok olup, renklerin canlanışı başlıyor. İnançlarıyla baş başa kalıyor Dr. Kazan Yağyakalı..
Şiirinin sonunda şöyle anlatıyor duygularını:

Anlayacağın;
Seni yaşıyorum,
Gecemde, gündüzümde,
Bilsen de, bilmesen de…

Şiirlerindeki olgunlaşmalarla bizimle selamlaşan Dr. Kazan Yağyakalı, gelecekte daha güçlü şiirlere imza atacaktır.
*
                              Zeki Çelik’ten: Bekir Konçi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zeki Çelik, şair, yazar ve araştırmacı.
Merkezi Isparta’da bulunan, Göller Bölgesi Yazarlar ve Şairler Derneği’nin kurucu başkanı.
Kütahya’da yaşayan, buradan şiirleriyle seslenen Bekir Konçi için bir şiir yazmış Zeki Çelik. Bu şiir beş dörtlükten oluşuyor.
İlk iki dörtlüğü şöyle bu şiirin:

Beklenen ilgiyi her an gösteren,
Elinden geleni hediye eden,
Kardeş kıymetini daim bilen,
İnsanca davranan Bekir Konçi’dir.

Rabbimin lütfunu size sergiler,
Kalemi oynatır, sunar bilgiler,
Ortamda mevcuttur saygı, sevgiler,
Niyetin iyidir Bekir kardeşim.

Ve üçüncü dörtlüğünde Zeki Çelik, Bekir Konçi’nin inançlılığından, vefa duygularının zirvede oluşundan, arkadaşları, dostları arasında ayırım yapmayışından söz ediyor uzun uzun..
Sonra masamdaki Bekir Konçi adlı, başlıklı şiirinin son iki dörtlüğünde şöyle sesleniyor Zeki Çelik:

Kendini hizmete gerçekten adamış,
Artıyı, eksiyi kesmiş budamış,
Doğruymuş, dürüstmüş, mert bir adammış,
Allahtan korkuyor Bekir kardeşim.

Şairlik yönünü bilmeyen yoktur,
Irakta, yakında kıskanan çoktur,
Muhabbet yönünde, herkese doktor,
Alkışlar Zekiden, Bekir kardeşime..

İki dostum birbirine karşı duyguları, mısralara dökülenler. Her iki kalem sahibini de kutluyor, sevgilerimi sunuyorum efendim.
*
Orhan Kural’ın 14. kitabı:
Bay Gezen
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Prof. Dr. Orhan Kural hoca, diğer adıyla Bay gezer, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla dikkat çekmeye devam ediyor.
Bize gelen, ulaşan yeni kitabının adı:
Bay Gezen 14. Merkezi İstanbul’da olan, Han Yayınları arasında, Günyüzü gören 224 sayfalık Orhan Kural Bay Gezen 14, bir hatırlatmayla başlıyor.
Hatırlatma şu:
Bu büyüklükteki 200 kitap için ortalama bir ağaç kesilmektedir.
Biz de Silivri Fenerköy’de 15 ağaç diktik.
İki sayfalık sunuş Orhan Kural imzasıyla karşımıza çıkıyor.
Bir yerinde, “Hangi amaçla olursa olsun; gezmek, yeni yerler, yeni insanlar görüp tanımak, insanın ruhunu genişletiyor, dünya görüşüne yeni boyutlar katıyor, yaşamını renklendiriyor” deniliyor.
İçindekiler bölümünde, sayfasında;
Afrika’nın en ufak Ada ülkesi: Sao Tome ve Pirincipe’den söz ederek başlanılıyor.
Sonra, Uslu çocuklar Fiji’ye gider, Doğunun sihri, Batının özgürlüğü: Beyrut, Bir dizi Guyanalar, şeklinde devam ediliyor.
Sao Tome ve Principe’den sözedilirken, Melez halkı, taze meyveleri, lezzetli deniz ürünleri, kristal deniz suyu, upuzun, doğruca göğe yükselen Hindistan cevizi ağaçları, cümlesi anlatım uzunluğuyla devam ediyor.
Ve bu anlatımın ikinci sayfasındaki görüşlerden:
Deniz kenarındaki kısa bir piste iniyoruz. Havaalanının kenarında terk edilmiş iki uçak dikkatimi çekiyor. Daha sonra bu uçakların birer otele çevrildiğini fark ettim.
Değerlendirmişler. Sao Tome Havaalanı ufacık. Tek bir pasaport kontrol gişesi önünde uzun bir kuyruk var.
Orhan Kural hoca, gezi alanındaki otoriteliğiyle, “Bay Gezen” unvanıyla yakışıklılığını artırıyor.
Kitaplarının bazıları 7. baskısıyla okurlarının karşısına çıktı.
Her kitapta farklı coğrafyalar anlatıldı. 191 farklı havayolu ile bir Türkiye rekoru olan 226 ülkeye uçtu. Onlarca defa dünyanın çevresini dolaştı.
Yüzlerce ülkenin basın yayın organlarında haber oldu.
Kitaplarının sonunda da anı fotoğraflarını ekleyerek, ilginç görüntülerin okurlarına ulaşması yönünde gayret sarf etti.
Tebriklerimizi sunuyoruz efendim.
*
Serpil Kabadayı’dan:
Sevincin Gözyaşları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Serpil Kabadayı, hemşehrim.
Burdur ilimizin, Çeltikçi ilçesinde görev yapıyor.
Eğitim ordumuzun içindeki öğretmenlerimizden.
Şair, yazar ve araştırmacı.
Yenilerde bir kitabı, romanı “Sevincin Gözyaşları” adıyla ulaştı bana. 144 sayfalık kitap, merkezi İstanbul’da bulunan Zinde Yayıncılık yayınları arasında gün yüzü görmüş, yayınlanmış.
Şiir yazmak, öykü yazmaktan daha kolaydır.
Öykü yazmak ise roman yazmaktan daha kolaydır.
İlişki kurmak, toparlamak bakımından demek istiyorum.
Yoksa her üçünün de kendine özgü kolaylıkları, zorlukları vardır.
Serpil Kabadayı, romanın başlangıç yeri ve tarihi olarak 20 Temmuz 1990 Mersin olarak gösteriyor.
İlk bölümdeki giriş sonunda, “Babam ardında yalnızca sitem dolu bir mektupla ayrıldı onu tanıyanların ardından.
Sessiz ve geride yığınla soru işaretiyle “diye söze başlıyor.
İkinci bölüm yine Mersin başlangıçlı, 10 Eylül 1982 tarihinin kaydedilişiyle veriliyor.
Buranın girişindeki cümlelerden: “Alelade günlerden biriydi.
Demiryollarında makinist olarak çalışan babamın Sivas’taki meslek kursuna gitmesi için işlemler tamamlanmıştı” şeklinde sıralanıyor.
Bölüm on: 108. sayfada başlıyor, anlatımı devam ediyor Serpil Kapadayı’nın: Sıkıntılarımı unutmuş rüyalar âleminde yaşıyor gibiydim.
Ankara seferinden yeni döndüm bir gün Orhan yanıma gelerek:
-Sevinç, eşin çıkmış hapisten seni soruyordu. Firma yetkilileriyle birlikte içeride çay içiyor. Seni almaya gelmiş.
Öyle diyordu..
Bölüm on iki: 05 Ocak 1997 Eskişehir açıklamasıyla veriliyor.
İlk cümlesi:
-Bir yıl içerisinde Sinan abim nişanlanmış. Sevcan’da evlenmişti. Erkan askerden kaçmış ve ben de beşinci çocuğuma hamileydim…
Anlatımı yumuşak, anlaşılır ve cümleleri bağlantılı Serpil Kabadayı’nın. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
*
Aydın’dan:
Yeni Kıroba ve Mücadele Gazeteleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Aydın ilimiz merkezinde, günlük yayınlanan iki gazete var bugün gündemimde.
Yeni Kıroba ve Mücadele gazeteleri bunlar.
10 Mart 2013 tarihinde kaybettiğimiz, eğitimci, şair, yazar, araştırmacı ve parlamenter, değerli dostum Mustafa Kemal Yılmaz’ın yeğeni Birsel Oğuz hanımın gönderdiği, Yeni Kıroba Gazetesinin üç sayısı, Mücadele Gazetesinin bir sayısı var masamda.
Sekiz normal sayfayla Aydın’da günlük yayınlanan Yeni Kıroba Gazetesi yıllar önce yazılarımın yayınlandığı Anadolu gazetelerinden biridir. 48. yayın yılı içerisinde bulunan Yeni Kıroba’nın kimliğine bakıyorum:
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Recep Başkar,
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdal Gündüz… Tlf: 0256 225 1667 Aydın.
Sayfalarda yerel ağırlıklı haberlerle karşılaşılıyor.
Birsel Oğuz, Eray Ekşi, Özgen Karaca, Menderes Akdağ imzalı köşe yazıları dikkat çekiyor.
14 bin 525 sayılı Yeni Kıroba Gazetesinin 6. sayfasında Birsel Oğuz hanım, dayısı rahmetli Mustafa Kemal Yılmaz’la ilgili anıların okuyucularıyla paylaşıyor.
“O’nu Türkiye’nin her yerinde bulursunuz.
Umurlu’dan çıkmış yola” diye devam ediyor Birsel Oğuz.
Bugün 89. yayın yılında, bir çınar görüntüsüyle yayınlanan Bartın Gazetesinin 3703. sayısında “Acı bir kayıp” başlığı altında, Mustafa Kemal Yılmaz hocanın vefatı duyuruluyor, “Yaşamı boyu takip ettiği Bartın Gazetesinin hiç bırakmayan” olarak bahsediliyordu.
Mücadele Gazetesi:
24. yayın yılı içinde 12 sayfalık küçük boyutuyla, Mustafa Çezik’in sahip ve Genel Yönetmenliğinde günlük yayınlanıyor.
Sorumlu Müdür: Mehtap Altınkeser, Tlf: 0256-214 10 10. Yerel ağırlıklı haberler, Mustafa Çezik, Güner Dokuyucu, Etem Oruç imzalı köşe yazıları.
Mustafa Kemal Yılmaz’ı kaybettik:
Başımız sağ olsun, başlıklı ilk sayfa manşeti ve iç sayfalardaki vefat duyuruları, yazıları. Mustafa Çezik’in MK. Yılmaz yazısından: Hak ve halk yolunda, Atatürk’ün izinde yürüdü, aynı yolda yürüyenlere desteğini esirgemedi.
*
                       Mansur Ekmekçi’den rubailer
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mansur Ekmekçi, şair, yazar, araştırmacı, yapımcı, editör.
Başarılı çalışmalarıyla, kalıcılık oranı yüksek yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çekiyor. Şiirleri var anlam yüklü, duygu zenginliği içinde olan.
Rubaileri ise bir başka kalıcılık içinde, karşımıza çıkıyor.
Altı ayrı rubası var Mansur Ekmekçi’nin masamda.
Bunlardan ikisi:

Bugün çalış, yarın da bu günün hakkını al,
Kinden, nefretten ayrıl sevgi dergâhında kal,
Kabir göz önündedir, gördüğün topraktan mal,
Götüremeyeceğin varlığına güvenme.

Sür demi devranını gönül kuşun uçmadan
İki kapılı handa, hancı senden geçmeden,
Vaktini nakitle ecel gelip seçmeden,
Nasıl olsa ölüm var, gelmeden muradın al.

Mansur Ekmekçi, her mısrasıyla, her anlatımıyla, duygu zenginliği geleceğe taşınan mısralarıyla dikkat çeken isim ve imzalarımızın başında gelmektedir. Bu görüşlerimizin doğruluğunu rubailerinde de görüyoruz.
Bir gün gelip bedenimizin bir çukura konacağından, kenara konan tuğlanın toprakla donacağından, o toprağın tekrar tuğla fabrikasında şekillenip, başka mezarlar için fırınlarda yanacağından bahseder teker teker, anlaşılır cümlelerle anlatımlarla.
Bunlar Mansur Ekmekçi’nin yapısındaki inceliklerdir, var olan, başkasına benzemeyen özelliklerdir. İki rubai naklederek, Mansur Ekmekçi dünyasındaki gezintimizi noktalayalım.
İşte Mansur Ekmekçi duygularıyla ortaya konulanlar:

Aklını başına topla da uyan,
Bastığın toprağı kokla da uyan,
Nefsini yerinde yokla da uyan,
Yarın uyur isen uyanamazsın.

Bugün tepeleyip bastığın otlar,
Yarın başucunda yine bitecek.
Bugün yaşadığın saraylar, katlar,
Yarın toprakta toz olup bitecek.
*
Şiir şiir Gülser Çetin Doğan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiir şiir mısraları arasında gezdiğimiz şairemiz Gülser Çetin doğan.
Şair, yazar, araştırmacı Mansur Ekmekçi aracılığıyla Adana’dan bize ulaşan, ulaştırılan güçlü şiirlerin imza sahibi Gülser Çetin Doğan. ‘Mahşere kadar’ adlı şiiri var masamda bu güçlü şairemizin.
İlk iki dörtlüğü şöyle anılan şiirin:

Bırak bencilliği dön bak yüzüme,
Var mısın benimle mahşere kadar
Çağırda geleyim yeter izine,
Var mısın benimle mahşere kadar?.

Her insanın ayrı ayrı derdi var,
Elbette derdin de bir sebebi var,
Sevgisiz gönüllerin dünyası dar,
Var mısın benimle mahşere kadar?

Görülüyor ki Gülser Çetin Doğan, anlatımda rahatlık içinde.
Konu seçiminde zorluk çekmiyor. Bu nedenle, geleceğe doğru gerçekleştirdiği şiir yolculuğundaki aldığı mesafeler sağlam, uzun soluklu bir görünüm ortaya koyuyor.
Bu anlayış ve azimle devam ederse, geleceğin güçlü, önemli ve kalıcı imza sahipleri arasındaki yerini mutlaka alacaktır diye düşünmek, fazla iyimserlik olmaz.
Şimdi, Gülser Çetin Doğan’ın ‘Mahşere kadar’ adlı dört dörtlükten meydana gelen şiirinin son iki dörtlüğü üzerine, bu şiirin mısraları üzerine göz atarak noktamızı koyalım:

Arama tabibi çareler sende,
Yıllar yılı baktın ne buldun tende,
Aşk ile muhabbet inan ki canda,
Var mısın benimle mahşere kadar?

Gülce yorulma bu kadar yeter,
Üç günlük dünyada olmadan beter,
Buraya gelenler bir günde gider,
Var mısın benimle mahşere kadar?.
*
Cumhur Kılıççıoğlu’ndan;
Veleye: Siirt
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Cumhur Kılıççıoğlu, Siirt ilimizin, bölgemizin, ülkemizin önemli gazetecilerinden, yazar, şair ve araştırmacılarından.
Mücadele adlı gazetesindeki mücadeleleri biliniyor, alkışlanıyor, takdirle anılıyor.
O, Ankara’daki Basın Danışmanlığı günlerinde de kalıcı hizmetlerin altına imza attı.
Sahibi, sorumlu müdürü ve Başyazarı olduğu Mücadele gazetesi 51. yayın yılı içerisindeki sevimliliği zengin içeriğiyle Siirt’in, bölgenin önemli yayın organları arasında görünüyor. Anadolu Basını içerisindeki dikkat çeken görünümüyle Mücadele gazetesi hep Siirt’ten, Siirtliden haberler getiriyor.
250 sayfayla, 250 fotoğrafıyla, Cumhur Kılıççıoğlu’nun 7. eseri, kitabı Veleye: Siirt, günyüzü gördü, yayınlandı, hemşehrileriyle buluştu, buluşturuldu.
Kitap içerisinde, Veleyi’nin kim olduğu anlatılıyor.
Cumhur’un arşivinden Siirt’in yakın tarihi görüntüleri veriliyor, Atatürk’ün Şiir ziyareti anlatılıyor, Siirt ilinden portreler fotoğraf ve biyografilerle sayfalara aktarılıyor.
Onlarca isim ve imza var Siirt çıkışlı, Siirt kökenli.
Siirt folkloru ve kültürüyle ilgili bilgiler de ayrıca sayfalara aktarılıyor.
Tam bir Siirt ansiklopedisi hazırlanmış, yayınlanmış.
Önsöz’de Veleyeli’nin kim olduğu anlatılıyor. Ve bir nine cevap veriyor:
Bir genç soruyor:
Nineciğim biz Siirt’liler neyiz?.
Türk mü, Kürt mü, Arap mı?.
Burada üç dil konuşuluyor, yani Kürt müyüz?.
- Yok evlâdım, Kürtler köyde yaşayanlardır.
- Peki Arap mıyız?.
- Hayır Araplar Şeyhler ve Hocalardır.
- Öyleyse Türk müyüz?.
- Bu da değil, Türkler yabancı memurlardır. Osmanlılardır. O halde biz neyiz, neciyiz?
-Ah evladım biz Veleye’liyiz, Veleyeli..
Ve Siirtlilerin Veleyeli oldukları kesinleşiyor.
Cumhur Kılıççıoğlu hocanın kitabının adı da buradan geliyor efendim, Tebriklerimi sunuyorum.
Sayın Kılıççıoğlu, seni takdir ediyor, alkışlıyor ve çok seviyoruz.
*
                              Ali Gözütok’dan iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ali Gözütok, Burdurlu hemşehrim olup, Antalya’da yaşayan, şair, yazar ve araştırmacı bir kalem sahibi.
İki şiiri var masamda Ali Gözütok’un.
Bu şiirler, Gülce edebiyat akımının buluşma türüyle kaleme alınmış, sayfalara aktarılmış.
İsimleri ‘Gördüm’ve ‘kıyamet adlarının taşıyıcıları.
Gördüm başlıklı şiir 4 ayrı bölümden oluşuyor.
Bir bölümünde şöyle seslenmekte Ali Gözütük:

Neler gördü bu gözler,
Bir bilsen, neler neler!,
Keyfi yerinde olup,
Vara, yoğa gülüşen gördüm,
Gözü gönlü tok,
Fakir fukara ile,
Bir lokmasını bölüşen gördüm.

Kıyamet başlıklı Ali Gözütok şiiri 5 ayrı bölümden oluşmuş, şekillendirilmiş.
Bu şiirin iki ayrı bölümündeki duygular şöyle toparlanmış:

Sakın ha sen onu hafife alma,
Kör şeytana uyup, gaflete dalma,
Haram helal yiyip, belânı bulma,
Ateşten bir libas, hardır kıyamet!.

Taş olur, toprak olur, bütün canlı bedenler,
Örnek olmazsa bize, eğer önce gidenler,
Sonumuz ne olacak diye merak edenler,
Belki ab-ı hayattır, belki kor’dur kıyamet!..

Vakit saatin dolması halinde,  bir can pazarının yaşanacağı gerçeğiyle karşılaşmadan, gaflet uykusundan uyanmak gerektiğini de Ali Gözütok hatırlatmaları arasında görüyoruz.