31 Mayıs 2014 Cumartesi

23 NİSAN - 21 MAYIS 2014

Ahmet Tufan Şentürk’ü 
arıyor ve özlüyorum (1)
                          Prof. Dr. İSA KAYACAN
                Ahmet Tufan Şentürk, şiirimizin beşyıldızlı çınarıydı… O, herkesle barışık, insanları karşılıksız seven, yazdıkları, yayınladıklarıyla bizler için örnekti, yol göstericiydi. O’nun yakınında olmaktan, onunla birlikte yürümekten büyük onur duyduğumu burada tekrarlamalıyım…
Ahmet Tufan Şentürk ismi, Türk şiirinde, Türk edebiyatında ilk sıralarda  yer almaktadır.09 Mayıs 2005 tarihinde aramızdan ayrılan Ahmet Tufan Şentürk’le yıllarca beraberliğim oldu.Ondan hep nasihatler aldım,onun yürüdüğü aydınlık yolun yolcuları arasında yer almaya çalıştım.Armağan 3 ve 4 adlı kitapların hazırlanışını birlikte yaptık. Bu kitaplarda yer alacak yazı ve şiirler üzerindeki seçim titizliğini unutmuyorum…
1940’lı 1950’lili yıllarda yazdığı şiirlerin mısralarının tümünü ezbere zihninde tutan,o şiirler üzerinde bir yanlış okuma yapıldığında dün yazmış gibi nasıl yanlışlarımı bulduğunu,hatırladığını takdirle karşılamışımdır,alkışlamışımdır.
            Vefatından sonra, Mustafa Ceylan’la birlikte yürütmeye çalıştığımız, “Ahmet Tufan Şentürk Türk Şiirine Hizmet Ödülleri”ni beş yıl sürdürebildik, dağıtabildik. Gönlümüz bu ödüllerin sonsuza kadar sürmesi, dağıtılmasıydı, olmadı. Bir yerde kesilmek zorunda kalındı... Mayıs 2007’de yayınladığım “Aramızdan Ayrılanlar”adlı kitabımın 94,95 ve 96. sayfalarında yer alan Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili biyografiye bir göz atalım:
            Ahmet Tufan Şentürk: Nüfus cüzdanında doğum yılı 1924 olarak görünüyor.Gerçek doğum yıllarının 1916-1918 olduğu ifade ediliyor.Ahmet Tufan Şentürk Konya ilinin Ermenek ilçesine bağlı Esentepe (Eski adı:Lamos) Köyünde doğdu.Babası Battalgazi soyundan Battaloğlu Gök Ali,annesi bir Müftü kızı olan Fatıma hanımdır. Ahmet Tufan Şentürk 12-13 yaşlarında anne ve babasını kaybetti. İlkokulun üçüncü sınıfına kadar olan bölümünü bir yılda, Ankara Solfasol’da, öteki bölümünü de Ermenek Göktepe kasabasında tamamladı. Ankara’ya dönen Şentürk, amelelik, otel katipliği, garsonluk gibi işlerde çalıştı.Bilecik ortaokulunda yatılı olarak okudu.İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde de yatılı olarak öğrenimini tamamladı…
            Ahmet Tufan Şentürk, lise öğreniminden sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu.. Askerliğini yedek subay olarak tamamlayan Şentürk, ikinci sınıfına geçtiği Hukuk Fakültesi’ne devam edemedi…
            1948 yılında Ankara Valiliği Özel İdare Müdürlüğü’nde Memuriyete başlayan, bu yıllarda yazmaya devam eden Şentürk, 1950 yılı Mart ayında “Hisar” Dergisi yayın hayatına başlayınca bu derginin yazı kadrosunda yer aldı. Bu yıl Numune Hastanesinde görevli hemşire Fahriye Gökcan ile tanıştı.25 Mart 1959 tarihinde Fahriye hanımla evlendi.Eşinin 03 Aralık 1976 tarihinde astım ve kalp yetmezliğinden vefatıyla yıkıldı.Sevgisinin büyüklüğünden bir daha evlenmedi.
            Ankara Valiliği Özel İdaresinde Şeflik, Emlak ve İstimlak Müdürlüğü yapan Ahmet Tufan Şentürk 1975 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.. Adı 1998 yılında köyü Esentepe’nin bağlı bulunduğu Sarıveliler ilçesinde Bir İlköğretim okuluna ve 2000 yılında da evindeki kitap ve dergilerini bağışladığı Sarıveliler İlçe Halk Kütüphanesine verildi…
Türkiye’de “İlköğretim Türkçe 6.sınıf”Ders kitabında “Barışa özlem”, Makedonya da  “Okuma kitabı ,Sınıf VIII”de “Mutlulutan yana şarkılarımız” adlı şiirleri yer aldı… Ahmet Tufan Şentürk edebiyatımızda şair olarak tanındı.. Şiir dışındaki edebi türlerle pek ilgilenmedi.. Şiir dışındaki deneme, kitap eleştirisi, röportaj, anı türündeki yazılarında bazen, Battal Gökcan-Gökçe, Ahtuşen, Battal Arif takma adlarını kullandı.
Çok sayıda gazete ve dergide şiirleri, yazıları yer aldı.. Orta Doğu, Vakit, Anayurt ve Tasvir Gazetelerinin yazı kadrolarında bulunan Ahmet Tufan Şentürk;
            Sarhoş Dünya (1958), Mustafa Kemal (1966), Allah Versin (1969), Çakırdikeni (1971), İnsanlık Şarkısı (1976), Hepsinden Güzel (1986), Sevgiyle (1988), İnsanlık Şarkıları (1998), Yarası Olan Gocunsun (1999), Gidenler-Kalanlar, Gerçekler-Yalanlar, aramızdan ayrılan dostlarla ilgili yazılar (1999), Sarıveliler Armağan-I (Mustafa Ceylan’la, 2000), Ahmet Tufan Şentürk için Ne Dediler? Armağan-II (Mustafa Ceylan’la, 2002), Armağan III (Dr. İsa Kayacan’la, 2004), Armağan IV (Dr. İsa Kayacan’la,2005) adlı kitaplarını yayınladı.
Ayrıca, Şölen(1991),Selam Size Tüm İnsanlar(2000) adlı şiir kitapları Kültür Bakanlığı’nca yayınlandı.
            Hakkında, Fahriye-Tufan (Dr.İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Güngör Özmen 1978), 50. Sanat Yılında Ahmet Tufan Şentürk (H. Rıdvan Çongur 1997), A.Tufan Şentürk Hayatı-Sanatı-Şiirleri (Mustafa Ceylan 1997), 80.Doğum Yılında Şair A. Tufan Şentürk (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu,1999-2002), Torosların Türküsü (Mustafa Ceylan,1999), Mevlânaca Sevgi Eken-Yunus Gibi Çile Çeken A.Tufan Şentürk Destanı (Özkan Gönlüm,2003) adlı kitaplar yayınlandı.
            ***
Ahmet Tufan Şentürk’ü 
  arıyor ve özlüyorum (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
                Yurt içinde ve dışında Uluslararası onlarca toplantıya  katılan Ahmet Tufan Şentürk’ün hayatı, Selçuk Üniversitesi öğrencilerinden Dilek Sekücü’nün mezuniyet tezine konu oldu. Öğretmen Tülay Ayaz Ş’de Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili bir tez hazırladı.. Yahya Akengin’in yazdığı Torosların Öbür Yüzü adlı oyun, TRT Radyolarında oynandı.. H. Rıdvan Çongur’un yazdığı kitap esas alınarak TRT Televizyonlarında yapımcı Taha Feyizli uygulamasıyla Ahmet Tufan Şentürk belgeseli yapıldı ve gösterime sunuldu…
            Ahmet Tufan Şentürk 2005 yılının ilk yarısından itibaren rahatsızlandı.. Yeğenleri Mustafa Şengül, Yücel Şentürk ve Nuran Şentürk Karakılıç bakımı için özen gösterdiler.. Bu rahatsızlık döneminde, sevdikleriyle, dostlarıyla görüştükçe moralinin biraz düzeldiğini, sevindiğini gördük...
İsa Kayacan tarafından hazırlanan Armağan-3 adlı kitaptan sonra,yine İsa Kayacan tarafından hazırlanan Armağan-4, adlı Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili kitabın yayımının istenilen ve beklenilen sürede sonuçlanamaması üzüntü kaynağı oldu.
Nihayet 05 Mayıs 2005 tarihinde Armağan-4 adlı kitabın basılmış şekliyle tamamı  İsa Kayacan tarafından evine götürüldüğünde Ahmet Tufan Şentürk hocanın, yüzü güldü, gözleri parladı, yüzünde güller açtı. Sevinebildiği kadar sevindi, kitabı öptü, başına koydu, evirdi-çevirdi tekrar tekrar baktı, baktı. İsa Kayacan’la kucaklaştı, belirli bir süre bu kucaklaşmayı sürdürdü.. Sürekli basın kartı sahibi, Şair-Yazar Ahmet Tufan Şentürk aldığı pek çok ödülle de Türk edebiyatının önde gelen isimleri, imzaları arasında yer aldığını kanıtladı.. 09 Mayıs 2005 Pazartesi günü saat 14.30’da vefat eden Ahmet Tufan Şentürk, 10 Mayıs 2005 tarihinde Ankara Hacı Bayram Camii’nde kılınan öğle ve cenaze namazlarının ardından;
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ambulansıyla vasiyeti gereği doğum yeri Karaman ili, Sarıveliler ilçesi eski adı Lamos, yeni adı Esentepe köyüne doğru saat 13.30’da, dostlarının, sevenlerinin gözyaşları arasında Hacı Bayram Camii’nden ayrılındı. Cenaze arabasında, manevi evlatlarının ilk sıralarında yer alan Mustafa Ceylan, Cevat Uygur bu satırların yazarı İsa Kayacan vardı.Akrabalarından birinin kullandığı ve içinde Mustafa Şengül ve Yücel Şentürk’ün bulunduğu ayrı bir münibüsle de yola çıkıldı.
            Saat: 20.00 dolaylarında Esentepe köyüne varıldı. Ahmet Tufan Şentürk’ün akrabaları, köylüleri toplu olarak bizi bekliyorlardı... Köy camiinde yeniden cenaze namazı kılındı… Akşam ve cenaze namazlarından sonra köy mezarlığının girişinde geniş bir alanı olan yerde, lüks lambası ve ışıldakların aydınlattığı bir ortamda, Türk şiirinin ustası, çınarı Ahmet Tufan Şentürk toprağa verildi…
            Orada yöresel bir gelenek olduğu için, hocanın dua okumasından önce bir kişi konuşma yapıyormuş. O konuşma yapma şerefi İsa Kayacan olarak bana verildi.
Kısa ve özet olarak Ahmet Tufan Şentürk hakkında bilgi aktardım, belkide bilinenleri tekrarladım.. Mustafa Ceylan’ın da birkaç cümle söylemesi talebimi ilettim.. Mustafa Ceylan’da babası hakkında kısa bir konuşma yaptı... Koca çınar, Ahmet Tufan Şentürk hasretiyle yaşadığı, özlediği köyünün toprağına kavuştu...
Duaların okunuşundan sonra toplu olarak oradan ayrılındı.. Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimiz orada kalmıştı... Ama bizimleydi, bizimle olmaya devam edecekti.. Akrabalarının, köylülerinin misafirperverliklerinden sonra Ahmet Tufan Şentürk’ün doğduğu eve gidildi...
Ev yenilenmişti,ama doğum yeri orasıydı Ahmet Tufan Şentürk’ün.
            Köydeki “Ahmet Tufan Şentürk Caddesi” tabelasının önünden geçtik.Cenaze arabasıyla ben İsa Kayacan, Mustafa Ceylan ve Cevat Uygur Ankara’ya dönmek üzere Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizle,yakınları ve köylüleriyle vedalaştık.
11 Mayıs 2005 Çarşamba sabahı gün ışırken Ankara’daydık..
Ama, Ahmet Tufan Şentürk Ankara’da yoktu artık…
Biz onsuzduk..
Bunun bir gerek olduğunu düşünmeye, inanmaya başlamıştık…
Ahmet Tufan Şentürk usta,Doğum yeri Esentepe köyünde hemşehrileriyle beraberdi.
Bu gerçeği kabullenmeye mecburduk!..
            ***
Osman Baş’tan: 
Ödüllü ve 2. baskılı ‘Har-ı Bülbül’
                                                                       Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Kitapların yayınlandıktan sonra değerlendirildikleri ve içeriğiyle ilgili karar verildiği bilinmektedir.. Eğitimci,şair,yazar ve araştırmacı,edebiyatımızın önde gelen isim ve imzalarından ,yazdıkları ve yayınladıklarıyla ses getiren kalem sahiplerinden biri olan Osman Baş’ın, bugüne kadar,antoloji,şiir,tiyatro, deneme dallarında 9 ayrı kitabı yayınlandı.Yenileri sırada,yayına hazır olanlar var. Yayınladığı’ Kümbet Altında’ adlı sanat ve edebiyat dergisi, onun başlı başına bir kültür hizmeti. Tek başına götürdüğü bu dergicilik çalışmaları, edebiyat tarihimizdeki yerini almıştır..
            Şimdi Osman Baş’ın birinci baskısıyla 2012 yılı Orhan Şaik Gökyay şiir ödülünü kazanan,2.baskısı 126 sayfayla,merkezi Ankara’da bulunun Akçağ Yayınlarının 1081.olarak günyüzü gören,’Har-ı Bülbül’adlı şiir kitabının sayfalarına dönelim,1.baskıdan farklı olarak neler var görmeye,değerlendirmeye çalışalım:
            Türk Dünyası biliminin, kültürünün ve edebiyatının dünya temsilcilerinden biri olan Prof. Dr.Elçin İskenderzade’ye ithaf edilen kitabın adı, Azerbaycan’ın Şuşa şehrinin hemen yakınındaki Çıdır Ovası’nda ‘Har-ı Bülbül’ ismiyle yetişen çiçekten alınmış... Bu çiçek Azerbaycan’da çok sevilen ve özlenen bir bitki türü.Birden çok efsanesi var.Efsaneye göre, Har-ı Bülbül, dalına konan bülbülü sever,okşar.Alt dallara konan arı,bülbülü kıskanır,sokar ve öldürür. Şimdi Şuşa’da Çıdır Ovası’nda Har-ı Bülbül de Ermenilerin işgali altındadır.Öz sahiplerine hasrettir.Har-ı Bülbül’e duyulan hasret ve özlemler şiir kitaplarına ad olmaya devam etmektedir. Osman Baş’ın yazdığı Har-ı Bülbül şiiri çok başarılıdır ve ona çok yakışmıştır.Har-ı Bülbül ve Türk Dünyasına şiirler bölümünden oluşan elimizdeki Osman Baş imzalı kitap,Azerin, Hayrettin İvgin,Osman Baş imzalı anlatımlarla başlıyor.
            İstidatlı şair Osman Baş başlıklı yazısının bir yerinde, Azerbaycan Devlet Sanatçısı Azerin;”Onun, büyük Türk dünyasına sınırsız sevgisi,Türk insanına,nerede yaşamasından asılı olmayarak duyduğu büyük rağbettir.Ben ona istidatlı şair dedim;Çünkü tanışmamızdan bir müddet sonra Osman Bey’in şiirlerini okumaya başladım” derken,eğitimci,folklor uzmanı,araştırmacı yazar Hayrettin İvgin’de;”Bir kere Osman Baş,şairdir,yazardır.Bunun altını çizmek istiyorum.
Bu kitapdaki şiirlerin tamamını tek tek okudum.Hem de sindire sindire,altını çizerek” yorumunda bulunuyor. TİKA Temsilcisi olarak Azerbaycan’da görev yapan Osman Baş ise birkaç söz söylerken; “Azerbaycan’da yaşanmışların geride bıraktıkları ve önden gönderdikleri sebebiyle kitabın adı ‘Har-ı Bülbül’ olarak konulmuştur” açıklamasında bulunuyor..
            Osman Baş uzun ve kısa şiirlerinde, toplumun değişik kesitlerinden örnekler alıyor, aşk ve sevdayı toparlayıp bir değerlendirmeye tutuyor, vefayı Amerikalardan alıp Türkiyelere tekrar getiriyor, kendi bünyesindeki var olanlarla birleştirip bir vefa insanı olmanın huzur ve mutluluğunu yaşarken, dostlarıyla teker teker selamlaşıyor, kucaklaşıyor, hasret gideriyor. Uzak diyarlardaki yıldızlarla konuşuyor, gecelerde yaşanan aşk masallarının büyüsüne kapılıp, huzura akan sabırlarda mola verip, dualarıyla Allaha yalvarıyor.
            Gelelim, kitabın adı olan ve Yavuz Bülent Bakiler’le Elçin İskenderzade’ye ithaf edilen, 9 ayrı bölümden meydana gelen, ‘Har-ı Bülbül’adlı şiir; Gül bende/Güle gül bende/Kış gitti gün önümde/Bahar kondu yüreğime’ mısralarıyla başlıyor.Bu şiirin geride kalan bölümleri arasından, bir bölümünü alarak noktamızı koyalım:

           Şimdi bahardayım,yolum Şuşa’ya,
           Çıdır düzünde bülbül olacağım,
           Har-ı Bülbül’e konacağım önce,
           Düşmana şimşek olup çakacak,
           Dostun hasretine son vereceğim. 
            ***
   Ayhan Nasuhbeyoğlu’ndan: 
Üstümüzde geleceğin yükleri
                               Prof.Dr. İSA KAYACAN
           Ülkemizde sorumluluk noktalarında hizmet vermiş,başarılara imza atmış insanların gelecekle bağlantıları süreklilik içinde olduğu takdirde,verimlilik düzeyimizin arttığını görmemiz mümkündür. Valilerimizin, kaymakamlarımızın arasından çıkıp,gönül dünyasındaki gezintileriyle dikkat çeken,şiir,yazı ve araştırmalarıyla kamuoyunda bilinen,alkışlanan isim ve imzalar vardır.
          Ayhan Nasuhbeyoğlu, Ardahan,Sinop,GiresunTokat ve Hakkari  illerimizde Valilik yapan,kültürel çalışmaların yaygınlaşıp,kökleşmesi için katkıda bulunanlardan biri,önde geleni olarak kabul ediliyor. Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajans’ın 228.yayını olarak 190 sayfayla gün yüzü gören,Ayhan Nasuhbeyoğlu imzalı “Üstümüzde Geleceğin Yükleri “adlı  şiir kitabının sayfaları arasında bir gezinti yapmak istiyorum: Üç sayfalık önsöz,Hayrettin İvgin imzasını taşıyor. Araştırmacı, folklor uzmanı,şair ve yazar Hayrettin İvgin hoca,önsözünün bir  yerinde;”Çağımızın en büyük ıstırabı, duyguların körelmesidir.Vali sayın Ayhan Nasuhbeyoğlu’nun şiirlerinde duyguların hasını ve içtenliğinin dirilişini görmekteyiz.
Söylenenler,yazılanlar hakikatin bütün ufuklarını kucaklıyor.İçinizi ılık bir rahatlık,serin bir ferahlık sarıyor şiirlerini okuduğunuzda”diyor.Bu önemli bir tahlil,önemli bir değerlendirmedir. Kitabın içindekiler bölümüne baktığımızda, Şehitler çeşmesi, Kalbinin tahtı, Yaşamayı sev  bölümleriyle karşılaşıyoruz.Ayhan Nasuhbeyoğlu,şiirlerindeki yumuşaklık,duygu zenginliği ve bütünlüğü,konu seçimindeki rahatlığı,hece vezni veya serbest tarzdaki şiirlerinin mısralarındaki uyumluluklarla,şiir dünyasının önemli görüntüleri arasından bizimle selamlaşıyor. Aynı zamanda elimizdeki kitabının ilk şiiri olan “Şehitler çeşmesi”altı dörtlükten meydana geliyor. Burada Cumhuriyet pınarından kana kana bir yudumlama,ferahlama duyguları karşımıza çıkıyor.Yedi ayrı dörtlükten meydana gelen Bayrağım şiiri de milli duyguların  mısralara,sayfalara aktarılışını sağlayan bir Ayhan Nasuhbeyoğlu şiiri.Bu şiirden iki dörtlük alalım efendim:

            Gönüllerde,göklerdesin,
            Çirkin eller indiremez.
            Sana dokunan densizler,
            Milletimi sindiremez.
    
            Seninle bezenmiş yurdum,
            Sevgin bende sonsuz doyum.
            Şehitlerimin kanısın,
            Nöbetinde şanlı ordum.

            Ayhan Nasuhbeyoğlu,Memleketim,Bu vatanın sahipleri uyanın,Bosna,Sanadır selamlarım Ilgar,Cumhuriyet,Üstümüzde geleceğin yükleri,Şemdinli Göktepe şehitlerine,Doğduğum köy,Kutsanmış millet,Yolculuk yorgunluğu,Yürümek seninle, Yerin kalmamış,Gönül kalesi,Kavuşmak umuduyla,Yıkılası dağlar,Yaşamak istiyorum olan biteni, Çoban,Çiçeğin öyküsü, Hayat dediğin, Dinle duy düşün,Hayat dediğin,Gülün renkleri,Yaz bitecek biliyor musun?, Her şey yeniden gibi başlıklarla ortaya koyduğu şiirleriyle,anlatım ve dile getirilişteki başarılarını, gönül penceresindeki zenginlikler içinden  bakarak,bizimle  selamlaştırıyor. Sevgiyi ilmik ilmik işlediği şiirlerinde,mısralarında;”Yıllar oldu hasretliği çekerim/Yalnızlıkla dolu kemiğim,derim/Ayrılığa bu kaçıncı seferim/Gözlerime bakan bir yar isterim”lerle  karşımıza çıkar,gönül rahatlığı içinde mola verir,şiirlerini dinlendirmeye alır.Bizden ve kamuoyundan aldığı  alkışlar karşısında gülümser ve doğru bildiği yolda yürümeye devam eder.Tebriklerimi,sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            ***
Burdur’dan Çetin Bozcu ve Can Yeşilyurt
              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Burdur ilimiz çıkışlı, isim ve imzaların biyografileriyle ilgili özel ve yayın ağırlıklı değerlendirmelerim, zaman ve fırsat buldukça sürüyor.. Bu gün söz edeceğim isimler: Çetin Bozcu ve Can Yeşilyurt olarak görülüyor efendim... Bu isim ve imzaların biyografileri:
            ÇETİN BOZCU
            15 Temmuz 1937 tarihinde Burdur merkez, Akın Mahallesi’nde doğdu. İlkokulu, Turan ve Cumhuriyet okullarında tamamladıktan sonar 1955 yılında Burdur Sanat Enstitüsü’nden mezun oldu. 1956-1957 yıllarında Ankara Traktör Fabrikası’nda usta olarak, sonra bu kuruluşta atölye şefi yardımcısı olarak görev yaptı. 1957 yılında Ankara Tekniker Okulu’nun makine bölümüne girdi... 1960 yılında makine teknikeri olarak buradan mezun oldu.. Sonraki yıllarda, fark derslerini vererek, Ankara Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdi ve DSİ Genel Müdürlüğü’nde görev aldı… Askerliğini subay olarak yaptıktan sonra, DSİ 13.Bölge Müdürlüğü’nde İkmal Şefi olarak göreve başlayan Çetin Bozcu, DSİ Burdur Şubesinin kuruluşunda görev yaptı. Burada İkmal Şefi ve Teknik Şeflik görevlerini yürüttü. Burdur’da değişik alanlarda fahri olarak, sosyal hizmetler alanındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Çetin Bozcu, sportif alanlardaki faaliyetleriyle de Burdur’daki hizmetlerini devam ettirdi… Burdur Gölü’nde inci kefali cinsi balıkların yetişmesinde fahri olarak çalışmalarda bulundu. 11 Aralık 1977 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde Adalet Partisi’nden Belediye Başkanlığını kazandı.
12 Eylül 1980 tarihine kadar 2 yıl 9 ay Burdur Belediye Başkanlığı yaptı. 1983 yılında Doğru Yol Partisi’nden Burdur İl Genel Meclis üyeliğine seçilen,1991 yılında milletvekili adayı olan, 2 oyla kaybeden Çetin Bozcu,1997 yılında Demokrat Türkiye Partisi’nin ilk il başkanı oldu. Mahalli gazete ve bölgesel mecmualarda Burdur’la ilgili pek çok yazısı ve şiiri yayınlanan, Burdur ağzıyla yazdığı şiirleriyle dikkat çeken, Burdur il merkezinde serbest ticaretle meşgul olan Çetin Bozcu, Burdur halkı arasında yaşamını sürdürüyor.
            CAN YEŞİLYURT
            24 Ağustos 1961 tarihinde Burdur’da doğdu. İlk, orta ve lise (Endüstri Meslek Lisesi elektrik bölümü) öğrenimini Burdur’da tamamladı.4-5 yaşlarında ağız armonikası ile müzikle tanıştı. İlkokul 1.sınıfta okulun bando takımına seçilen ve melodika ile müziğe başlayan Can Yeşilyurt,İlkokul 3.sınıfta Akordeon çalmaya başladı.Okul müsamere ve yıl sonu etkinliklerinde ve tüm ulusal bayramlarda okulda müzik dalında görev aldı. 16 yaşında bağlama ile tanışan,1.5 yılın sonunda Burdur’da bulunan düğün salonlarındaki Orkestralarda  klavye, bateri ve bağlama çalmaya başlayan, mahalli sanatçılara köy düğünlerinde darbuka ile eşlik eden Can Yeşilyurt,Kadir Turan ve Mehmet Ali Kayabaş ile bir yıl kadar,3 yıl kadar da Ahmet Turgut,Kozlucalı Hafız Rıza Yağız ve diğer mahalli sanatçılarla çalıştı.
            Can Yeşilyurt 18 yaşına geldiğinde, Orman İşletme Müdürlüğünde mevsimlik işçi olarak 18 ay sigortalı olarak çalıştıktan sonra,1981 yılında İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı sınavını kazanarak Konservatuar yaşamı başlayan, eş zamanlı olarak İstanbul’da gazinoların yaygın olduğu dönemlerde 1986 yıllına kadar ara vermeden Halk Müziği starlarından pek çok sanatçıya eşlik etti.1986 Aralık ayında Bilecik Jandarma Alay Komutanlığında kısa dönem(8 ay süreli) askerliğini tamamlayan Can Yeşilyurt,1987 yılında İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Bölümünü kazanarak mastırını tamamladı.
Bu yıllarda THM sanatçısı Arif Sağ’ın açtığı Müzik Stüdyosunda Tonmayster olarak çalışmaya başladı… Kısa sürede mesleğe adapte olarak, albümlerde Müzik Yönetmenliği, Aranjörlük ve bağlama ile eşlik hayatı da başlamış oldu. Bu alanda pek çok sanatçının albümlerinde Tonmayster, Müzik Yönetmeni, bağlama olarak görev aldı. 1989 yıllında TRT’nin açmış olduğu Tonmayster sınavını kazanarak,3 aylık eğitimin ardından 15 Eylül 1989 tarihinde, TRT İstanbul Radyosu’nda Tonmayster olarak çalışmaya başladı.Burdur’un unutulmaya yüz tutmuş 3 ve 4 telli cura ve türkülerini sahip çıkma adına,4 yıldır arşiv ve müze değeri taşıyan,tamamen organik bir Albüm çalışmasını tamamlamak üzere olan,1995 doğumlu Naz Su isimli bir kız babası Can Yeşilyurt,TRT İstanbul Radyosundaki Tonmaysterlik görevinin yanı sıra,müzik çalışmalarını da aralıksız sürdürüyor.
***
Salim Savcı’nın 66. kitabı: 
Akıl Bilim Mantık
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Salim Savcı hoca, eğitimci, yazar, araştırmacı. Ankara’dan ayrıldıktan sonra, O’nu daha çok özlemeye başladık. O, şimdilerde sakın bir köy hayatı sürüyor. Çorum ilinin Osmancık ilçesinin Çampınar köyünde, yazmaya, yayınlamaya, çevresine yararlı olmaya, danışmanlık yapmaya devam ediyor.
66. kitabı, Çağdaş olabilmenin ilkeleri: Akıl bilim mantık adlı 134 sayfalık kitap, Çampınar Bahri Savcı Kütüphanesi yayınlarının 2. olarak bize ulaştırıldı.
Vefalı dost, kadirbilir insan Salim Savcı hoca, kibarlığıyla bulunduğu her çevrenin dikkatini çekiyor, takdirini kazanıyor.O bir Osmanlı Beyefendisi. Akıl bilim, mantık adlı kitabını; “Değerli ve vefalı dost sayın İsa Kayacan’a.. Sizin gittiğiniz yoldan gittim. 66. eserimi size imzaladım, Sevgi ve saygıyla 06.03. 2014, Osmancık notuyla beni duygulandırdı. Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum, sağlıklı yaşamının devamını diliyorum hocam.
Salim Savcı hocanın biyografisi, detaylı biçimde verilmiş ilk üç sayfada. Doğduğu köy Çampınar’a döndükten sonra yazdığı, yayınladığı 6 kitabı hakkında bilgi verilmiş, basım bekleyen kitaplarıyla, hazırlanan yayın dosyaları hakkında da açıklamalarda bulunulmuş.
Kitap 8 bölümden meydana gelmiş. Bölüm başlıkları; Türk toplumu, Akıl, Bilim, Mantık, Akıl mantık bilimle ilgili okuma parçaları, İslam dinini Türkler arasında yayan insanlarımız, Yerel halk adamlarımızdan Ömer Derindere, gibi sıralamayla karşımıza çıkıyorlar.
Yerel halk adamlarından Ömer Derindere sayfalarına bir göz atalım: Ömer Derindere Şirketler Grubunun yönetim kurulu başkanı. Kurullarında beşyüze yakın kişi istihdam ediliyor.
Ömer Derindere, Osmancık’ta Ömer Derindere Meslek yüksekokulunun kuruluşunu sağlamış, yine Osmancık’ta Ömer Derindere Öğretmen Lisesini hayata geçirmiş, Ömer Derindere Kız Öğrenci yurdunu doğduğu kente armağan etmiş, 2013 yılı itibariyle 1730 öğrenciye burs vererek, onların meslek sahibi olmalarını sağlamış, yerli elektrik aracının üretilmesini gerçekleştirmiş, tümüyle elektrik ile çalışan, dünya ölçeğinde yerli bir araç için 10,15 bin üretim kapasiteli bir tesisin kuruluş çalışmalarını tamamlamak üzeredir.
TBMM’den üstün hizmet ödülü almıştır.
Daha pek çok örnek ve verimli çalışmaları vardır.
Tebriklerimizi sunuyorum efendim.
***
RÖPORTAJ:
Dokuzuncu sınıf öğrencisi Nazlı Aykut:
Kitap ‘Hayatı öngörme’ kaynağıdır
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İSA KAYACAN: Sevgili Nazlı, torunum olarak yıllardır hiç ara vermeden değişik kitapların sayfalarındaki okuma gezintini takdirle izliyorum. Önce tebrik etmek, genel kültür ağırlıklı bu kitap okuma sürekliliğini, senin yaşındaki öğrencilerin tümünde görmek isteyen duygularımın varlığını belirterek, ilk sorumu sormak istiyorum: Nazlı, sence kitap nedir? İnsan’a neler verir, neler sağlar?..
NAZLI AYKUT: Bana göre kitap; doğru okunduğunda, her türlü ders kitabından, ansiklopediden daha çok insanın ufkunu açan, okuyanın bir dünya görüşü olmasını sağlayan bir çeşit ‘hayatı öngörme’ kaynağıdır. Bir aşk romanı, fantastik-kurgu kitapları bile okuyana çok şey kazandırır.
Hiç bir kitabı görmezden gelmeyin, istediğiniz her kitabı okuyabilirsiniz ve bu çabanız asla boşa gitmez… Tabii ki farklı tür romanları, şiir kitaplarını okumanız da yararınıza olacaktır…
İK: Kitap okuma başlangıcın hangi yıla rastlıyor? Bugüne kadar okuduğun kitap sayısını hatırlayabilecek misin?
NA: Kitap okumayı sevdiğimi, kitaplara olan düşkünlüğümü ilk kez üçüncü sınıfta, 9 yaşındayken farkettim. Ancak, okula başladığım ilk yıl, okumayı sökmemden yaklaşık üç ay sonra, sınıf öğretmenim, benim kitap okumaya karşı şevkimi fark edip, bana okumam için kitaplar verdi.
Ve yaşıma göre bu konuda çok iyi ve hızlı olduğumu, aslında o zaman fark ettiğimi şimdilerde anlıyorum.. Yıllar önce okuduğum türlü kitapları, Kütüphanelere ya da Üniversitelere bağışladım.. Bu bağışları dedem Sayın İsa Kayacan aracılığıyla yaptım.. Ona da sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.. Bu bağışlar sırasında okuduğum kitaplarımın sayısını takip edemedim.. Ancak tahminimce 300-350 kitap okuduğumu söyleyebilirim...
İK: Kitap okuyan bir insan, kitap okumayı bitirdikten sonra ne veya neler hisseder? Yani nasıl bir sonuçla karşılaşır?..
NA: İnsan kitap okurken; özellikle de sevdiği; benim “elinden düşüremediği” diye tabir ettiğim bir kitap okurken, kendini okuduğu kitaptaki insanlara bağlar, oradaki yerlere ait hisseder, oradaki kahramanlar nasıl hissediyorsa, o da öyle hisseder. Kitap bittiğinde ise, okuduğu şeye bağlandığını hisseder ve bazıları az da olsa hüzünlenir ama bilir ki okuduğu şeyler hafızasından asla silinmeyecektir.
İK: Sağda, solda konuşulur, duyarız.” Kitap okumaktan sıkılıyorum” gibi yorumlar, bahaneler ortaya konur.. Böyle bir anlayış için neler söylersin?..
NA: Benim etrafımdaki insanların kitap okuma alışkanlığı yok. Bu da benim için bir dezavantaj değil, avantaj oluyor. Çünkü, farklı insanlardan, farklı yorumlar almak beni keyiflendiriyor okumakla ilgili. Çoğu kişi, kitap okumayı “sıkıcı” ya da “boş iş” olarak görüyor.
Benim bu insanlara saygım asla azalmaz. Tabii farklı düşüncelerle karşılaşabilirim. Ama bu benim okumaya olan isteğimi azaltmıyor.
Okumak; sonradan öğrenilen bir şey fakat okuma alışkanlığını kimse kimseye kazandıramaz. İnsanın kendisi bu müthiş duyguya kapılmadan okuma alışkanlığı kazanamaz. Ama dilerim ki, herkes okumanın bireylere kazandırdığı sonsuz gücü ve keyfi, olabildiğince fark eder ve bol bol okur.
İK: Okuduğun kitapların türlere göre bir ayrımı, sıralaması yapılsa, bu konudaki sıralaman, ayrımın nasıl olurdu?
NA: En sevdiğim kitap türlerinden biri fantastik-kurgudur. Küçükken okuduğum kitapların çoğu bu türe aitti. Daha sonra yaşım gereği aşk romanlarına merak saldım. Bu merak, zincirleme bir kitap araştırmaya dönüştü.
Aklınıza gelebilecek bütün türleri okumuşluğum vardır ama hala en sevdiğim tür fantastik-kurgudur. Bilgi edinme amacı gütmeden rahatça okurum.
İK: Sürekli ve düzenli kitap okuman, genel kültürünü mutlaka artırıyordur. Kitap okuma sürekliliğin içinde, derslerinde bir aksama, olumsuz yönde bir etkilenme oluyor mu?
NA: Bazen, kitaplar; içerdiği bilgilerle derslerime ışık tutuyordu. Özellikle tarih kitapları, tarih dersinde gelişim göstermemi sağladı. Fakat ilk olarak, edebiyat dersinde akıcı bir şekilde okumamla dikkat çektim. Bu benim için oldukça güzel bir şeydi. Arada sırada ders çalışmam gerekirken, kendimi kitap okurken buluyorum ve sanki okuduğum şeyin içindeki, kapakların derinliklerinde bir el beni sıkıca tutuyor, gitmemi engelliyor gibi hissediyorum.
Çok okumak gözleri yoruyor, böylece uykunuzun gelmesine neden oluyor. Bu yüzden sizlere tavsiyem, çok daha önemli bir işiniz olduğu zaman kitaplara dalıp gitmeyin! Aksi takdirde saatler su gibi akar ve günün sonunda sadece bir kaç yüz sayfa kitap okuduğunuzu, ama ev işlerinin, günlük sorumluluklarınızın tüm çıplaklığıyla önünüze serildiğini görürsünüz.
İK: Sevgili Nazlı, başka söylemek istediklerin var mı?
NA: Kitap okumaya dair hiçbir önyargınız olmasın. Belki kitapta kendi hayatınıza benzeyen, hatta sizinkiyle tamamen aynı olduğunu düşündüğünüz bir yaşamla karşılaşabilirsiniz. Bol okumalar, iyi günler diliyorum!..
            ***
Burdurlu, Hüseyin Demir’den: 
24 bin sipsi üretimi
               Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Kendi küçük, sesi büyük sipsi, kamıştan yapılıyor...
Bu konunun ustaları var, Teke Yöresinin Başkenti Burdur’da yaşıyor bu yapım ve seslendirme ustaları.Burdur ilimiz merkezinde 01 Eylül 1954 tarihinde kurularak,Muharrem Tuncel’in sahipliğinde günlük ve ofset tekniğiyle yayınlanan 60.yayın yılı içindeki Yenigün Gazetesinin 01 Şubat 2014 tarih ve  18 bin 168 sayılı nüshasındaki haberlerden biri,”Sipsi ustası Hüseyin Demir 24 bin sipsi üretti” başlığını taşıyordu.Bu haberde yer alanlar değişik ortamlarda kayıtlara geçmeliydi.Bu noktadan hareket ederek, söz konusu  haberin detayına bakıyorum:
             43 yıldır müzikle uğraşan, 54 yaşındaki Hüseyin Demir, atölyeye dönüştürdüğü dükkanının üst katında.1977 yılından bu yana sipsi üretiyor. Nefesli bir THM çalgısı olarak bilinen sipsiyi geliştirerek, ülke geneline hatta yurtdışına taşımak için büyük gayret gösteriyor..
1977 yılından bu yana 24 bin sipsi ürettiğini anlatan Hüseyin Demir, sipsi için gerekli olan kamışları Fethiye, Manavgat ve Gazipaşa ilçelerinden temin ettiğini söylüyor.Sipsinin ana maddesi olan kamışın çok kaliteli olması gerekiyor.Bu kamışların temininden sonra hazırlığının 5 kalıbın ölçülerinde  kesme işlemi gerçekleştiriliyor.
Daha sonra bu kamışlar perde aralıklarına göre delinip sipsiyi ekleme yapılıyor.Bir sipsinin yapımı yaklaşık 10 dakika sürüyor.Ses perdesine göre 13 santimetreden, 24 santimetreye kadar sipsi yapabildiğini ifade ediyor Hüseyin Demir.
            Sipsi yapım ve seslendirme ustası Hüseyin Demir, sipsi yapımında kullanılan delici şişi tornaya dönüştürdüğünü ve bundan dolayı üretimin hızlı şekilde gerçekleştirilebildiğini anlatıyor. Sipsiye başta çevre il ve ilçelerden olmak üzere Türkiye’nin bir çok kenti ve yurtdışından ilgi gösterildiğini belirten Demir;”Özellikle İsveç, İsviçre, Almanya ve Japonya’dan talep oluyor. Buralardaki müzik mağazalarına 200-300’lük partiler halinde gönderiyorum. Satışlarımı, internet üzerinden de yapabiliyorum” diye konuşuyor.
           Sipsiyi geliştirmek amacıyla özellikle son 4 yıldır yoğun bir çalışma içine girdiğini, bu kapsamda sipsiyi hüseyni ve hicaz makamlarında çalınabilecek şekilde geliştirdiğini söyleyen Hüseyin Demir;”Sipsinin boyutları biraz değişti ama sonuçta dünya sazlarıyla da çalınabilir hale gelmesi için önemli bir adım atmış olduk”diyerek çalışmaları hakkında bilgi vermeye devam ediyor.
          Sipsinin modern şekilde sunumunu yapabilmek amacıyla bu enstrümana uygun  ahşap bir kılıfı(case) yaptığını, kılıfı yapabilmek için uzun süre uğraştığını anlatan Hüseyin Demir;”Bu kılıfın özellikle menteşesini bulabilmek için çok çabaladım.En sonunda bu işlerle uğraşan bir arkadaşımdan temin ettim.Şimdi talebe göre sipsi kılıfı imalatı da yapıyorum.Görsellik ve sunum açısından önemli bir konu” bilgilerini aktarıyor.
         Tek parça veya iki parça olabilen sipsilerin iki parçalı olanlarının daha kullanılışlı ve yaygın olduğunu, sesin çıkmasını sağlayan ağızlık kısmına “cukcuk”,gövde kısmına da “gödlek” dendiğini, üstte 5,altta 1 olmak üzere toplam 6 delik bulunduğunu,ses alanının yaklaşık 1 oktav olduğunu,diğer nefesli çalgılarda olduğu gibi sipside de akort yapılamadığından değişik boyda sipsilerin kullanıldığını öğreniyoruz.
        Sipsinin daha çok bir eşlik çalgısı olduğunu, gurbet havaları, zeybek, Teke havaları gibi  ezgiler çalınırken cura, bağlama, üç telli ,kabak kemane gibi çalgılarla güzel bir uyum oluşturulduğunu açıklamalarının sonunda yer veriyor Sipsi yapım ve seslendirme ustası Hüseyin Demir.
            ***
Sebahat Gümüş mısralarından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sebahat Gümüş, Burdurlu hemşerilerimden. Şair, yazar, araştırmacı ve eğitimci. Yazdıkları, bana ulaştırdıkları var. Şiir şiir anlatımlar bunlar.
Sebahat Gümüş hocanım, Anam ve Ömür bitiyor başlıklı şiirlerini gönderdiği mektubunda, rahatsızlığım için geçmiş olsun dileklerinin yanına “Burdur sensiz öksüz, şairler hüzünlü” diye yazmış. Bu son iki satır beni duygulandırdı.
Teşekkürlerimi sunuyorum Sebahat hocanım. Sizin vefalı oluşunuz, pek çok sözde dost insanlara örnektir. Sizi kutluyorum. Sağolun.
Anam adlı Sebahat Gümüş şiiri altı bölümden meydana gelmiş.
Bu şiirde, anne sevgi ve özlemi hareket noktası yapılmış. Ölümün büyük şaşkınlık oluşu, annesiz gönlünün çıldırmalara doğru gittiği, sevmenin yalansız-dolansız oluşu, anne sıcaklığının hiçbir yerde bulunamayışı mısra mısra ortaya konuluyor. Ve bu şiirin, bir bölümünde şu duygulara yer veriliyor:

Tatlı dillerine hasretim,
Sensiz biçareyim,
Uzun siyah saçlarına,
Çağla yeşili gözlerine,
Şahanım diyen sözlerine,
O güzel dualı dillerine,
Hasret kaldım, anam..

Arkasından, ömür bitiyor başlıklı Sebahat Gümüş şiiri.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelmiş. Bu şiirde, insan yaşamının başlaması, devamı, bitme noktasına gelişi hareket noktası yapılmış. Zamanın çağlayarak akıp gidişi, her zaman elemlerin ön plana çıkışı, sürekli gündemde kalışı, gözlerden sevinç yaşları yerine kanlı yaşların akışı, hayatın insanları bir çırpıda harcayışı, gözlerin hüzünle doluşu örnek örnek gösteriliyor Sebahat Gümüş hocanım tarafından. Bu şiirin son iki dörtlüğü:

Karanlık kuyuların dibindeyim,
Üzgün ve acılar içindeyim,
Yavaş yavaş sessizce bitiyorum,
Kurtar mevlam beni, bu ızdıraptan.

Bir gün yatırırlar musallaya,
Bindirirler dört ayaklı tahtaya,
O zaman beden girer toprağa
Ömür bitip gidiyor sessizce.

Sebahat gümüş hocanımın anlatım zenginliği içindeki mısralarından dolayı, kutluyorum. Sağlık içinde başarılarının devamını diliyorum efendim…
            ***
Ayşe Paslanmaz’ın kültür dünyası
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Ayşe Paslanmaz, Nevşehir-Ürgüp Bölgesinin tanıtımında önemli görevler yapan, İç Anadolu’dan yola çıkıp,ülke geneline,giderek Türk dünyasına attığı adımlarla ses getiren,sesini duyuran,şair yazar,gazeteci ve  halk ozanı olarak ortaya koyduğu eserlerle adından sıkça söz ettiren,Ürgüp FM’in Sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı, 2008 yılında,”Yılın en iyi iş kadını ve  Yılın en iyi radyosu” ödülüyle, Uluslararası Radyocular Birliğinin,”En iyi yerel radyo ve en iyi organize” ödülü başta olmak üzere,onlarca ödüle  layık görülen, Kapadokya Şairler ve Yazarlar Birliğinin Başkanı, Basın kartı sahibi olarak  medya dünyasında,iletişim alanında önemli,kalıcı ve adından söz ettiren hizmet zincirlerini ortaya koyarken,her geçen gün edindiği tecrübeleriyle olgunlaşmakta,hizmet alanlarındaki genel görüntüsünü netleştirmekte, hatta biraz da kıskanılmaktadır.
            Uluslararası düzeyde gerçekleştirilen “Kapadokya Şiir Şölenleri”nin mimarı olarak bilinen,2013 yılındaki 8.şöleninin “Azerbaycan Dostluk ve Kardeşlik Gecesi” olarak düzenlenmesiyle,2014 yılındaki 9.Kapadokya Şiir Şöleni’nin “Karabağ’dan Türk Dünyasına Gönül Köprüsü” adıyla Azerbaycan’da gerçekleştirilmesi, Ayşe Paslanmaz’ın hedeflerinin ülkemiz sınırlarını aştığının göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Peri kızı Ayşe Paslanmaz, şiirlerinde bugünle gelecek arasındaki köprülerin kurulmasında başarılı çalışmalara imza atmaktadır.. Düzenlediği “Kapadokya Şiir Şöleni” katılımcıları ve organize düzeni sıralamasında ülkemizin ilk üçü arasında yer alması, Kapadokya Şairler Antolojisiyle, Ayşe Paslanmaz organizasyonlarının kalıcılığını, aranılırlığını, örnekliğini ortaya koyması bakamından önem taşımaktadır.
            O, sevgilerini ilmik ilmik dokurken, özlemlerin bir demet halinde toparlanıp, fışkıran yanardağların sıcaklığıyla sever.Varlığına vurulan kelepçeleri bir çırpıda kırıp atar.Özgürlüğün değerini bilip, gönül rahatlığı içinde, yumuşak duygularla dopdolu olmak isterken, tatlı, sıcak yürekler dolusu sözlere hasret kaldığını anlatır mısralarında. Dilin söylemek istediklerini düşünür uzun süre.. Bunların hepsinin dışa vurulmaması gerektiği noktasından hareket eder.
            Hasretleri giderek artsa da, sabretmesini bilir. Susar, Allaha yalvararak, yanlış yapanların cezalandırılmasını ister. Cehennem ateşi gibi yakıcı olan bakışlarından rahatsız olur. Onlara karşı  temkinli hareket eder. Kararlarını gözden geçirirken, duygusallıktan uzaklaşmasını bilir,başarır. Göz göze geldiği, içinin burkulduğu, sevginin varlığıyla karşılaştığı zamanlarda, karar vermede zorlanır. İnandığı yolda yürürken, karşısına çıkabilecek engellerden korkmaz. Tüm gücünü ortaya koyarak, vereceği kararın üzerinde zaman harcar, düşünür, değerlendirir, sonunda doğru bildiği yolda, inançlı ve kararlı olarak yürümeye başlar. Şiirlerinde ‘Peri kızı’ adını sık sık tekrarlar. Çünkü “Peri kızı Ayşe Paslanmaz”adı, ona çok yakışmıştır.
Ayşe paslanmaz sevgi dolu yüreğinde olup-bitenlerden farklı duygularla yola çıkarak yazdığı şiirleriyle de dikkat çeken bir şair, yazar ve araştırmacıdır…
Onun, Çanakkale Destanı, Sarıkamış Destanı, Ya Muhammed, Kapadokya ,Ürgüp, Azerbaycan adlı şiirleri, inanç, hasret, sevgi, burukluk, üzüntü,huzur, mutluluk getiren, geleceğe bakan, dünya genişliği  ve anlatım bütünlükleri içinde ele alınmış, şekillendirilip mısralara dökülmüş şiirlerinden birkaçıdır.
            Sonuç olarak söylemek gerekirse Ayşe Paslanmaz; her yeni yayınında olduğu gibi,yeni ufuklara koşan, yorulmayan bir anlayışla  okurlarıyla selamlaştığı” Yaşa Sevdiğim” adlı kitabındaki şiirlerini,dinlendire dinlendire sayfalara aktarmış, yıllarla birlikte şekillenmiş,olgunlaşmış şiir dünyasından yola çıkarak,yeni aydınlıklara doğru yürürken, adımlarından emin bir yayın yolcusu olarak başarılara imza atmaya devam etmektedir.
            Tebriklerimi sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim…
            ***                                                                                              
        Mehmet Nuri Parmaksız ve İlhan Akın’dan: Mahşerin Galibi
                           Prof.Dr. İSA KAYACAN
            Merkezi Ankara’da bulunan Akçağ Yayınevi yayınlarının 1181.roman serisinin 43.olarak günyüzü  gören, Mehmet Nuri Parmaksız ve İlhan Akın imzalı, Şeyh Galib ile Beyhan Sultan’ın aşkını anlatan, 270 sayfalık” Mahşerin Galibi” adlı roman masamda.Bu kitabın sayfalarında mini bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
            Kitap, Parmaksız ve Akın’ın kısa biyografilerinin verilişiyle başlıyor. Sonra Mahşerin Galibi hakkında verilen kısa bilgi aktarımıyla devam ediliyor. Burada;”Bu kitap, Mahşerin Esrarı romanının devamı olup siz değerli okurlarla buluşup Esrar Dede’den Şeyh Galib’e, Sultan III. Selim’den Beyhan Sultan’a uzanan ince uzun bir yolun nihayete erdiği ve vuslatı mahşere erteleyebilecek kadar birbirini seven Şeyh Galip ile Beyhan Sultan’ın ölümsüz aşkını anlatıyor” denildiğini okuyoruz.
            Bu tür araştırmaların sonucunda ortaya konulan anlatımların, günümüz Türkçesi içinde verilmesi çalışmaları zorluklarla doludur. İki genç delikanlı, Mehmet Nuri Parmaksız ve İlhan Akın bu zorluğun altından başarıyla kalkmışlar, okurlarının rahat bir okuyuş içinde bilgilenmelerini sağlamışlardır.
            Mahşerin Galibi adlı romanın anlatım giriş bölümüne bir göz atalım vakit geçirmeden:”Bugünler böyleydi işte. Hiç mi hiç benzemiyordu diğer günlere.
            Her şeyin yeniden şekil bulduğu, bir çok şeyin de yeniden tariflendiği zamanlar.
            Aşka müptela her bir yüreğe an içinde asır yaşatan, günü saate özleten uzun günler.
            Esrar Dede’nin Şeyh Galib’e tutkunluğunun hazza; Şeyh Galib’in Beyhan Sultan’a sevdasının cefaya dönüştüğü acıyı lezzetle buluşturan buruk günler.
            İnsana bir yandan dünü özleten, bir yandan bugünü zehir eden, öbür yandan da mahşerin esrarına gizlenen giz dolu günler”
            Romanın giriş bölümü bu tür anlatımlarla uzayıp gidiyor. Anlatımların günümüz Türkçesi içinde verilişi, yukarıda da söylediğimiz gibi, anlaşılırlık ve kalıcılık görüntüsüyle kaşımıza çıkıyor.
            Bölüm başlıkları yok ama, nefes almak için, anlatımların sonunda uzunca bir mola verdikten sonra devam etmek için,ayrı ayrı bölüm görüntüleri verilmiş.
            Aşkın bitmesi halinde, dünyanın bir kelebek ömrü kadar kısa olduğu noktasından hareket edilerek,  vuslatı mahşere erteleyenlere selam verilmiş. Galib gibi, en zor aşkı yaşayanların tahammül sınırlarını zorladıkları gerçeği hareket noktası yapılarak, hasretin, herkesin ateşinde yanabileceği bir şey olmadığının altı çizilmiş.
Yüreklerin sürekli yanıp tutuşmaları halinde kemale erebilecekleri hatırlatmasıyla okurların karşısına çıkılarak,”Aşk ancak o zaman aşk oluyor” tespitinde bulunulmuş. Bunun, dokunmadan küle, konuşmadan bülbüle dönmek gibi bir şey olduğu hatırlatılmasının ardından bir dörtlükle seslenilmiş.
Bu dörtlük şöyle:

            Belki nefisler kanar altından köşke kasra,
            Aşkınla ereceğim sonsuzluk denen asra,
            Mahşer kokan yağmurlar beni ıslatsın yeter,
            Her mevsim senin için açarım mısra mısra.

            Yayınlanan, ortaya konulan her kitap gelecek açısından önem ve anlam taşımaktadır. Hele böyle, Mehmet Nuri Parmaksız ve İlhan Akın’ın yaptıkları tarihin içinden tutup çıkarılan anlatımlarla dolu olan yayınlar, ayrı bir değerlilikle karşımıza çıkmaktadılar... Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            ***
Hayrettin İvgin’den: Derin Mitoloji
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Folklor uzmanı, şair, yazar, araştırmacı ve bilim insanı değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin, merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajansın sahibi ve yöneticisi. Birbiri ardına yayınladığı, bize ulaştırdığı kitapları var. Bunlardan bir yenisi “Derin Mitoloji” adının taşıyıcısı. İnançlarda, söylencelerde, folklorda, geleneklerde açıklaması var kitabın isminin altında.
Kültür Ajans yayınlarının 224. olarak Günyüzü gören 264 sayfalık kitap, geleceğe aktarılacak yayınlar, çalışmalar arasında görülüyor. Hayrettin İvgin hocanın bir sayfalık kısa biyografisinden sonra, iki sayfalık “Kitap hakkında” başlığı altında Hayrettin İvgin imzalı bir değerlendirme var. Buranın bir yerinde;
“Mitoloji, bir ulusun toplumsal hafızasıdır. Eğer mitolojiniz yoksa toplumsal hafızanız, hatta ulusal bilinciniz de yok demektir. Mitoloji, medeniyet hafızasının müzedir. Bu müze, toplumların halk belleğinde saklıdır ve o bellekte sergilenmiştir” deniyor. Sonra, “Türk mitolojisinde deniz” başlığı altındaki anlatımlar çıkıyor karşımıza.
Kitap başlıkların altındaki anlatımların kaynaklarını da beraberinde getiriyor. Tarihe dayalı, geçmişe dayalı fotoğraf görüntüleri kitabın zenginliğini artırmış. Resimlerle verilen görüntülerin altlarındaki açıklamalar var. Sayfa 19’daki başlık: Anadolu halk kültüründe Lokman Hekim inanışı, olarak verilmiş. Buradan birkaç cümle verelim: Eski Araplar arasında da ünlü olan Lokman’ın bir peygamber veya nebi olduğu hakkında tefsirlerde rivayetler vardır. Ancak çoğunluk onun ‘salih bir kul’ olduğunu kabul eder. Anlatılanlara göre o Habeşli bir köle, yahut İsrailoğulları’ndan bir kadı imiş. Sayfa 135’de başlayan, İnanışlarda, söylencelerde Turna kuşu ve göç yolları, başlığı altında verilenlerden de birkaç cümle ile noktamızı koyalım: Geçmişte toplumun en çok gezen-dolaşan-turlayan kesimi halk ozanları-aşıklardır. Tüccarların, askerlerin gezgin dervişlerin, avcıların, kervancıların dışındaki meslek mensupları işini gücünü bırakıp neden gezsin ki?
Aşıklar çeşitli sebeplerle bulundukları ve yaşadıkları çevrenin dışına çıkarlar. Aşıklık sanatının doğasında, yapısında vardır gurbete çıkmak.
GÜNÜN HABERİ: MURAT DUMAN’IN HAZIRLADIĞI
PROGRAMLA 14 ŞAİR VE YAZAR ANILDI
    -Ankara’da,Keçiören Belediyesi’nin,Yonca Yaşam Merkezi Salonunda,şair,yazar ve müzisyen Murat Duman’ın hazırladığı,Rifat Çakır’ın sunduğu program Murat Duman’ın açılış konuşmasıyla başladı.Saygı duruşu ve İstiklal marşımızın okunuşunun ardından,Müftü İsmail Karaarslan ve üç kişilik imamlar ekibince,vefatla aramızdan ayrılanların aziz ruhları için Kur’an-ı Kerimden ayetler okunup,dualar edildi. Murat Duman ve İbrahim Yaman ikilisince yürütülen programda,vefatla aramızdan ayrılan aşağıdaki isimlerin,karşılarında belirtilenler tarafından hayatlarından bölümler,örnekler verildi.Bu isimlerin şöyle sıralandığı görüldü:
       -Ahmet Tufan Şentürk için Prof. Dr. İsa Kayacan/Hüseyin Yurdabak için Abdullah Satoğlu/Ramazan Kurt için Murat Duman/Rıza Akdemir için Prof. Dr. Hayrettin İvgin/Abdurrahim Karakoç için Mehmet Nuri Parmaksız/Bekir Mutlu için İlter Yeşilay/Göktürk Mehmet Uytun için Durak Turan Düz/Halil Soyuer için kızı Nursel Gündüz/Güzide Gülpınar Taranoğlu için Orhan Vergili/İlkan San için Özcan Yalçın/Cumali Altıner için İbrahim Yaman/Hüseyin Balım için Nusret Turan konuşarak,bu şair ve yazarlarla ilgili görüşlerini ortaya koydular.Murat Duman’ın düzenlediği bu anma toplantısı,vefa göstergesi ve bir ilk olması bakımından takdirle karşılandı,beğenilip alkışlandı.
            ***
Gazetelerin içinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Gazetelerin getirdikleri, bu getirilenlerin içinden seçtiklerimizin genel değerlendirilmesi çerçevesinde gündemimde yeralanlar Rize Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi Faik Bakoğlu’nun gönderdiği gazetelerin içinden seçtiklerim:
1- Marmara Haber Gazetesi:
Şaban Kardeş’in Genel Yayın Yönetmenliğinde Tekirdağ’da günlük yayınlanıyor. 260. sayısı bize ulaştı bu gazetenin.
2- Çerkezköy Haber Gazetesi:
Şaban Kardeş’in Genel Yayın Yönetmenliğinde Çerkezköy’de günlük yayınlanıyor. 3103. sayısı gelmişti bu gazetenin.
3- 59 Haber Gazetesi:
Fatih Erge’nin sahipliğinde Tekirdağ’da haftalık yayınlanıyor. 173. sayısı bize ulaşmıştı bu gazetenin.
4- Avrupa Gazetesi:
Tekirdağ’da Meral Akyazı’nın sahipliğinde günlük yayınlanıyor. 2019. sayısı gelmişti bu gazetenin.
5- Tarakya Gazetesi:
Necati Akyazı’nın sahipliğinde Tekirdağ’da günlük yayınlanıyor. 3262. sayısı gelmişti bu gazetenin.
6- Zümrüt Rize Gazetesi:
Ali Faik Bakoğlu’nun sahipliğinde günlük yayınlanıyor. 21 bin 557. sayısı gelen gazetenin bize ulaşması süreklilik içinde.
7- Damla Gazetesi:
İ. Necati Günay’ın sahipliğinde Kdz. Ereğli’de haftalık yayınlanan gazetenin 682. sayısı bize ulaştı.
8- Haber Ekspres Gazetesi:
Nurhayat Şeker’in sahipliğinde Samsun-Çarşamba’da yayınlanıyor. 2293. sayısı bize ulaştı bu gazetenin.
***
BYEG’den ‘Ayın Tarihi’
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kısa adı BYEG olan, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün süreli yayınları arasında, ‘Türk Haber Ankara’ve Anadolu’nun Sesi’ Gazeteleri vardı. Bu iki gazete önemli yayın hizmeti ve haber alışverişi sağlıyordu.
Şimdilerde yayınlanmıyor anılan gazeteler.
Bu Genel Müdürlükte çalıştığım yıllarda öğrendiğim yayın başlangıcı 1930’lara dayanan, o günün Genel Müdürlüğünce yayımı başlatılan ‘Ayın Tarihi’ adlı yayın, bir kitap görünümünde, sayfa ağırlığında yayınlanmaya devam ediyor.
2013 yılının 4,5 ve 6. aylarına ait olan ‘Ayın Tarihi 268 sayfayla araştırmacıların bilgilerine, hizmetine sunuluyor. “Bu kitap; Araştırmacılara yardımcı olmak amacıyla, günlük gazetede yeralan siyasi, ekonomik ve sosyal haberler derlenerek hazırlanmakta ve üçür aylık periyotlarda yayımlanmaktadır…
Sözkonusu haberler, ilgili tarih ertesi gününe ait gazetelerde yeralmaktadır” notu dikkat çekiyor kitabın iç kapak arkasında.
Nisan ayı, 1 Nisan olarak başlıyor. Sonra iki Nisan’a ait haber özetleri, kısa cümlelerle veriliyor. Günler böyle sürüp gidiyor, haber özetleri sayfalardaki yerlerinden araştırmacılara sesleniyorlar.
Arkasından Mayıs ayı başlıyor.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili haberler veriliyor. Başbakan yardımcıları Bekir Bozdağ ve Bülent Arınç ağırlıklı haberlerle sürüyor 1 Mayıs haberleri. Arkasından TOBB, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ve BDP’ye ait haberler dikkat çekiyor.
Haziran ayına ait haberler 1 Mayıs haberleri, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayip Erdoğan haberleriyle devam ediyor.
Son sayfalardan birinde, ‘Fihrist’ başlıyor. Bu fihristte, Cumhurbaşkanlığı başlığı altında, Cumhurbaşkanlığına ait haberler hangi sayfalarda yeralmışsa, bu sayfaların numaraları veriliyor.
TBMM Başkanlığının haberleri örneğin, hangi sayfalarda yeralmışsa bu sayfaların numaraları verilmeye devam ediliyor.
***
Ali Naili Erdem’den Ahmet Tufan Şentürk’e
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar duygularını dile getirirken, duyduklarını, hissettiklerini ifade ederler, ortaya koyarlar.
Bu ifade edişin içinde samimiyet, iyi niyet ve anlatım zenginliği vardır genellikle.
Milli Eğitim eski Bakanlarımızdan, siyasetçi, şair, yazar ve araştırmacı Ali Naili Erdem hocanın, şiirimizin beş yıldızlı çınarı rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimiz için yazdıkları var, ortaya koyduğu duyguları, anlatımları var.
Bu yazı, rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizle birlikte hazırlayıp, yayınladığımız “Armağan-4” adlı kitabın 148. sayfasında yeraldı. “Ahmet Tufan Şentürk” başlıklı, Ali Naili Erdem imzalı yazıyı aynen aşağıya alıyorum efendim:
Ahmet Tufan bir sevgi pınarı, bir dostluk mabedidir.
Şiirin yücesinde yaşamış ve şiirin bas’ını dünyamıza cömertçe vermiştir..
O, güzelin, özverinin ve erdemliğin iklimindeki huzurun limanıdır.
Gönlü gamlılar onun mısraların da hayat bulup yaşama dönerler. Yapmacıksın bir dil, berrak ve saf bir mısra dokusu şiirlerini oluşturur. Dolu dolu bir ömrün her saniyesinde seven kalbin vuruşlarını duyarsınız. Adam gibi adamdır işte.
Sadece ne tensel bir varlıktır, ne de beyinsel bir güç. O, yüce yaradanın sırlarını yaşayan ve yaşatan gönül ehlidir.
Yıl on iki ay bahar olsa, tüm ağaçlar çiçeğe dursa, çiçeklerin en güzeli Ahmet Tufan’ın yüreğinde açar.
Yıldızlar dünyamızı akın etseler ve alıp gelseler ışıkların hepsini, ışıkların en parlağı onun gözlerinden yansır.
Torosların bu katıksız evladı dostuna dost, düşmanına asildir.
Ve şiirindeki büyü aşkın izdivacıdır (20 Mayıs 2004)
***  
Abdullah Kızmaz mısralarından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Abdullah Kızmaz, Adana ilimiz merkezinden sesleniyor. O’nun seslerini, eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mansur Ekmekçi sayesinde duyduk. Ekmekçi’nin gönderdiği şiirler arasında yeraldı Abdullah Kızmaz’ın iki şiiri.
Bu şiirlerin adları, Gülmez mi sandın, Sen kimsin? Başlıklarını taşıyorlar. Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ilk şiirin, gözden dökülen kanlı yaşlardan, kalbe doldurulan kış mevsimlerinden yola çıkılarak, “Ömür boyu yaz’ı görmez mi sandın?” diye soruluyor. Öteki üç dörtlüğündeki Abdullah Kızmaz duyguları bu şiirde şöyle karşımıza çıkıyor:

Kırdıysan hep bir bir umut dalımı,
Kurda yedirdiysen sevgi balımı,
Gönül sevdi senin gibi zalimi,
Başkasına gönül vermez mi sandın?.

Kalbimi kimseye böyle sermedim,
Senden başkasına gönül vermedim,
Senle muradıma bir gün ermedim
Başka biriyle de ermez mi sandın?.

Beni doyurdu yar senin nazların,
Kurşun olup kalbe girdi sözlerin,
Bir küle çevirdi beni közlerin,
Bu kalp seni böyle yermez mi sandın?

Sen kimsin?, adlı, başlıklı ikinci Abdullah Kızmaz şiiri üç ayrı dörtlükten meydana gelmiş. Pek çok güzel sevdiğini, ama kimsenin peşinden uzun süreli koşmadığını hareket noktası yapıyor Abdullah Kızmaz, iki dörtlüğündeki duyguları şöyle Abdullah Kızmaz’ın bu şiirinde:

Sıradan diyemem, sen çok güzelsin,
Hurisin, perisin desem değilsin,
Sen benim dünyam, bana özelsin,
Melekler gibisin, güzel sen kimsin?,

Gözlerin bakıyor bir ceylan gibi,
Yüreğin sekiyor güvercin gibi,
Canımı yakıyor cehennem gibi,
Yaktın yüreğimi, güzel sen kimsin?.
            ***
Şiir şiir Ayşe Paslanmaz
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Peri Kızı Ayşe Paslanmaz, Nevşehir ilimi merkezinden, Ürgüp ilçemizden sesleniyor. O’nun yayınladıkları var dikkat çeken…
O, şair, yazar, araştırmacı ve Ürgüp FM’in yönetim kurulu Başkanı Bugün iki şiiri var masamda Peri Kızı Ayşe Paslanmaz’ın. Bu şiirler: Beni öyle özlüyor ve Bırakıp gitmek vardı, adlarının taşıyıcıları.
Yedi ayrı dörtlükten oluşan birinci şiir, Beni öyle özlüyor adlı olan şiir, ilmek ilmek sevgiyle dokunan kilimlerden, mevcut ateşin sönmemesi için közlenmelerin varlığından sözediliyor ilk dörtlüğünde. Sonraki dörtlüklerinden üçüyle yolumuza devam edelim:

Yanardağlar fışkırır, alevleri saçılır,
Cehennemi andırır, dayanılmaz kaçılır,
Sevdiğimi korkutmaz, onda güller açılır,
Kıyamet kopar gibi, beni öyle özlüyor.

Çöllerde kum tanesi, bende ki kar tanesi,
Bulunur yar hanesi, açılır nar tanesi,
Işığı aydınlatır saçılır nur halesi,
Kıyamet kopar gibi, beni öyle özlüyor.

Peri kızı diyor ki, beni çok özledin mi?
Ay değil, gün değil, yolumu gözledin mi?,
Allah’ın huzurunda kendine sözledin mi?
Kıyamet kopar gibi, beni öyle özlüyor.

İkinci Peri Kızı Ayşe Paslanmaz şiirinin adı: Bırakıp gitmek vardı, sekiz ayrı dörtlükten meydana gelmiş bu şiir. Bulanık sularda, daha nehri geçmeden, Onun ta o zamanlar bırakıp gidilmesinin doğru olacağı hatırlanıyor. Sonra iki dörtlüğünde bu şiirin şu duygularla okurların karşısına çıkıyor:

Benliğim sarsılıyor, çektiğim bu cefadan,
Nefesim kesiliyor soluduğum havadan,
Gözlerimi açarak uyanıp bu rüyadan,
Seni ta o zamanlar bırakıp gitmek vardı.

Peri Kızı diyor ki o tatlı sözlerine,
Büyütmeden ateşi su serpip közlerine,
Aldırmadan ıslanmış büyülü gözlerine,.
Seni ta o zamanlar bırakıp gitmek vardı.
            ***
Ahlat Gazetesinin yeni sayısı
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Ankara’da aylık yayınlanan gazetelerimizden biri, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Yayın organı olan ‘Ahlat Gazetesi”. 155. sayısı masamda anılan gazetenin.
Ahlat Gazetesinin kimliğine bakıyoruz: Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: İlhami Nalbantoğlu. Teknik Danışman: Emre Nasır, Teknik Serisi: Bülent Akgöz. İdare Merkezi: Sakarya Cad. No: 17/21 Yenişehir-Ankara Tlf: 0312 467 07 19, Yazışma Adresi: P.K. 499 Yenişehir/Ankara.
Manşet: Bitlis eksikliklerini birer birer tamamlıyor, şimdi sıra konaklamada. Artık beş yıldızlı bir otele şiddetle ihtiyaç var, şeklinde karşımıza çıkıyordu. Yazı, araştırma ve öteki türlerdeki denemelerin altında imzaları bulunanlar şöyle sıralanıyordu:
Prof. Dr. Mithat Melen, Prof. Dr. Halil Değertekin, Erol Dağlı, Nurullah Aydın, Yahya Kemal Beyatlı, H. Senday Özdamar, Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu. Ahlat Gazetesinin arşivinden bir haber veriliyor, naklediliyor.
Bu haber 10 yıl öncesine dayanıyor. Nisan 2003’de, 29 sayılı gazeteden alınmış. Başlık: Bitlis Platformu. Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın Ankara’da düzenlediği “Bitlis Platformu”na hemşehrilerden büyük ilgi gösterilmiş.
Katılımcılar, Bitlis’in Bitlislilerin sorunlarına karşı değişik çözüm önerileri sunmuşlar… Bitlis platformu için görüşlerini ortaya koyanların isimleri ve özet cümleleri 16’cı sayfa’da yer almış:
Bunlardan bazılarının sıralanışı şöyle:
1. Çok düzeyli bir toplantı oldu. İlk kez hemşehrilerimle tanışmış oldum (Prof. Dr. Necdet Adabağ)
2. Çok yararlı bir toplantı oldu. Bu tür toplantıları sıkça yapmamız lazım (Cemil Özgür)           
3. Çok güzel bir toplantı oldu. Geldiğime memnun oldum (Ahmet Eren),
4. Kaliteli bir toplantı oldu. Emeği geçenlere teşekkür ederim (Nadir Güntanır), Gerçekten çok kaliteli bir toplantı oldu (Remzi Dilan),
5. Konuşmacıları çok samimi buldum. Umarım sözlerinin arkasında dururlar (Ahmet Özer)
6. Bitlis’e yararlı olur inşallah (Hasan Erdem).
GÜNÜN HABERİ: SİPSİ 3. KEZ DÜNYA ŞAMPİYONU
Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanan çağdaş Burdur Gazetesinin 25 Ekim 2013 tarih ve 2711. sayısında Kadir  Çelik imzalı “Sipsi 3. kez dünya şampiyonu” başlıklı bir haber yayınlandı.
Bu haber: Azerbaycan’ın Bakü şehrinde 5. düzenlenen, “Uluslar arası Çocuk Mugam Festivali”nde, daha önce katıldığı dünya çapında iki yarışmada birinci olan Sipsi ustası Hüseyin Demir ile 16 yaşındaki Yunus Gürkan Avcar ödülle yurda döndü.
Azerbaycan’da Türkiye’yi Burdur ve Fethiye temsil etti.
Bakü’de 16 yaş altındaki çocukların en iyi ses, en iyi müzik aleti kullanma yarışmasında, 12 yaşındaki Fethiye’den bağlama ile katılan Yunus Gürkan Avcar’a ve Burdur yöresinin çalgısı olan Sipsi ile de Hüyesin Demir eşlik etti.
15 ülkenin katıldığı yarışmada, Türkiye ve Azerbaycan eşit puan aldıkları için birinciliği paylaştılar.. Alman kilisesinde Yunus Gürkan Avcar ile konser verdiklerini belirten Demir, “Kilisede ilk defa sipsi ile konser verdik. Ülkemizi ve yöremizi orada tanıtma fırsatı bulduk. Ülkemiz adına birinciliğe layık görülmemiz bizi ayrıca sevindirdi” şeklinde konuştu.
***
Dr. Kazan Dağyakalı’nın ‘Kazan’ sevgisi
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İnsanlar, doğup büyüdükleri yerlere karşı ayrı bir ilgi gösteriyorlar. Bunun doğallığı vardır, doğruluğu vardır.
Ankara’lı şair, yazar ve araştırmacılarımızdan Dr. Kazan Dağyakalı, Ankara’nın gelişen ve güzel ilçelerinden Kazan’a karşı ayrı bir yakınlık duyuyor. Çünkü memleketi Kazan İlçesi Dr. Dağyakalı’nın. Oraya gittiğinde, oradan geçerken, orası aklına geldiğinde, düşünceleri arasında yeraldığında “Dün Kazandaydım. Gelirken böyle bir şeyler esti dilimden. Bende yazıya çevirdim” deyiveriyor, duygularını mısralara döküveriyor. Dört ayrı bölümden meydana gelen 24 Eylül 2013 tarihinde kaleme alınan “kazan” adlı Dr. Kazan Dağyakalı şiirinin ilk iki bölümü:

Tescilli kavunuyla,
Seğmeni, oyunuyla,
Yayılan koyunuyla,
Ef onaltı-Tai’siyle,
Ova çayı, kıyısıyla,
Memleketim Kazan’ım...

Anam ordan, babam ordan,
İnsanı bilir, yol yordam,
Eti ile pazarıyla,
Okuyanı, yazanıyla,
Memleketim Kazan’ım…

Dr. Kazan Dağyakalı, duygularını harman ederken, sık sık çocukluk günlerine dönüyor, Kazan adlı yerleşim birimindeki geçmişiyle yüzleşiyor, oranın tarihi özelliklerini de unutmuyor.
Bu şiirin son iki bölümü:

Mecliste ilk temsilcisi,
Satı Kadın Ananın,
Ataya, bardak bardak,
Ayran sunan Sunanın,
Memleketi Kazan’ım.

Arıcılık, tavukçuluk, seranın,
Her köyünde akan şirin derenin,
Ovasıyla incidir yörenin,
Bir tanedir, memleketim Kazan’ım..
            ***
Selahattin Yılmaz’dan iki şiir
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Adana ilimiz merkezinden seslenen, eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mansur Ekmekçi hocanın bize gönderdiği şiirler arasında yeralan, Selahattin Yılmaz imzalı iki şiir var gündemimde efendim.
Bu şiirlerin adları, Umut ile ve Sarı kız adlarını taşıyorlar. Birinci şiir dört ayrı dörtlükten meydana geliyor. Yâre salınan haber karşılığında “gelemem” denilişi, gülmesini istediği sevgilinin “bir daha gülemem” dediği noktalarından hareket ediliyor. Bu şiirin üç dörtlüğündeki Selahattin Yılmaz duyguları şöyle çıkıyor karşımıza:

Dağlar, taşlar ile sohbet ederim,
Çekilin yolumdan, yâre giderim,
Yar gurbette ölür ise niderim,
Kar, fırtına, boran aç yollarımı.

Az kaldı sevdiğim, yollar yoruldu,
Dağlar düze çıktı, rüzgâr duruldu,
Köyde düğün dernek, erken kuruldu,
Mahçup etme soran dost kullarımı.

Gelsen, gelmesen de bekleyeceğim,
Sensiz gönlüme dert ekleyeceğim,
Kalbimle bir olup tekleyeceğim,
Yıkıp hayal kuran duygularımı.

İkinci Selahattin Yılmaz şiirinin adı: Sarı kız. Bu şiir üç ayrı bölümden meydana geliyor. Esen yelle kurban olunan ince belle, kucak açılmasıyla cümle ele noktalarından hareket ediliyor. Sonra geride kalan iki dörtlüğünde Selahattin Yılmaz şöyle sesleniyor:

Bir ibadet yeri misin?,
Erenlerin biri misin?
Dilek tutsam verir misin?,
Adağım var Kızıldere..

Sarı kızlar her dem ağlar,
Yas tutup ta kara bağlar,
Gece olur ışık yollar,
Nur dağına Kızıldere..

Selahattin Yılmaz, sanat ve edebiyat dünyasına attığı yeni adımlarıyla, ileride güçlenecektir.
Tebriklerimi sunuyorum.
            ***
Selçuk Ceyhan’dan iki şiir
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mansur Ekmekçi hoca aracılığıyla gelen şiirlerden ikisi, İstanbul’dan Selçuk Ceyhan imzasını taşıyor.
Bu şiirlerin adları, Bu dilimden sana yemin hediye ve Beni yakan sen oldun başlıklarının taşıyıcıları bu şiirler.
Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ilk şiir de sevmelerle ilgili bir değerlendirme yapılıyor. “Sen değil misin ki, sözler döktüren?” diye soruluyor. Geride kalan üç ayrı dörtlüğünde şu duygularla mısralaştırmalar yapılıyor:

Bu şiir de kesin geçecek adın,
Her şarkı da kesin çalgılar bana,
Benim sanıyordum, benimsin kadın,
Bu sözler de benden, hediye sana.

Sanma geçecektir, bu günler diye,
Atma o gönlümü sana hediye,
Neden şaşıyorum, bilme ne diye,
Bu bedenden sana gönlüm hediye,

Değiştin beni sen, seni kurana,
Nasıl da inandın bilmem ne diye,
Ben yemini verdim inan Kur’ana,
Bu dilimden sana yemin hediye..

Selçuk Ceyhan’ın ikinci şiiri “Beni yakan sen oldun” beş ayrı dörtlükten meydana geliyor. Nehir olan gözleriyle, sevgiliye akan bir sevdadan sözediliyor bu şiirin girişinde. Kimin ateş olup yaktığı araştırılıyor sonraki mısralarda…
Bu şiirin iki dörtlüğü şöyle karşımıza çıkıyor:

Geceler de beni yakan bir çare,
Derdime yok mudur atan bir çare,
Bir tek sen eksiksin olmadın çare,
Ben yakmadım seni, yakan sen oldun…

Gönül sana yanmış, alev bahane,
Gözler sana akmış, söyle daha ne,
Herkese söyledim, dedi şahane,
Ben yakmadım seni, yakan sen oldun…
            ***
Faik Bakoğlu’ndan gelenlerin içinden
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Rize ilimiz merkezinden, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Zümrüt Rize Gazetesi yöneticisi Faik Bakoğlu’ndan yeni gelenler bir sıralam içinde şöyle karşımıza çıkıyor:
1. Çay Dünyası Gazetesi: Ramazan Albayrak’ın sahipliğinde 24 normal sayfayla İstanbul’da yayınlanıyor.
2. Mücadele Gazetesi: Cumhur Kılıççıoğlu’nun sahipliğinde 4 sayfayla Siirt’tde yayınlanıyor.
3. Karadeniz’de Son Nokta Gazetesi: Osman Diyadin’in sahipliğinde 18 sayfayla Trabzon’da yayınlanıyor.
4. Zümrüt Rize Gazetesi: Ali Gökay Bakoğlu’nun sahipliğinde Rize’de 8 sayfayla yayınlanıyor.
5. Bülten: Batman Valiliğince 12 sayfayla yayınlanıyor.
6. Çağdaş Gazetesi: Nedim Arslan’ın sahipliğinde 8 sayfayla Batman’da yayınlanıyor.
7. Bartın Gazetesi: Esen Aliş’in sahipliğinde 4 sayfayla Bartın’da yayınlanıyor.
8. Batman Medya Gazetesi: Ercan Arslan’ın sahipliğinde 8 sayfayla Batman’da yayınlanıyor.
9. Yeni Çizgi Gazetesi: Bekir Şahin’in sahipliğinde 8 sayfayla Gaziantep’te yayınlanıyor.
10. Anadolu Bayram Gazetesi: Atilla Sertel’in sahipliğinde Ankara’da 12 sayfayla yayınlanıyor.
11. Mersin Tercüman Gazetesi: Abdi Satıroğlu sahipliğinde 12 sayfayla Mersin’de yayınlanıyor.
12. Yeni Viçe Gazetesi: Hasan Sarıhan’ın sahipliğinde 8 sayfayla Fındıklı’da yayınlanıyor.
13. Basın Hayatı Dergisi: Basın-İlan Kurumu Genel Müdürlüğünce Mehmet Atalay sahipliğinde 64 sayfayla İstanbul’da yayınlanıyor.
14. Risiad Dergisi: Rize Sanayici ve İşadamları Derneğince Mustafa Külünkoğlu sahipliğinde Rize’de 58 sayfayla yayınlanıyor.
            GÜNÜN HABERLERİ:
1-ABDÜLKADİR GÜLER’DEN YENİ BİR KİTAP ‘ELLİ YIL BÖYLE GEÇTİ’.
Eğittimci şair, yazar ve araştırmacı Abdülkadir Güler yeni bir kitaba daha imza attı. Bilindiği gibi A. Güler’in sanat ve Edebiyat Dünyasında geçen 50. Sanat yılı 26 Ocak 2014 tarihinde, Sökeli Şairler ve Yazarlar Derneği’nin hazırladığı bir programla Söke’de kutlanmıştı.
            1962 yılından bu yana sanat ve edebiyat dünyasında yer alan Abdülkadir Güler,çalışmalarının bir bölümünü”Elli Yıl Böyle Geçti” adını taşıyan bir kitapta topladı. Adı geçen kitap, yedi bölümden oluşuyor. Abdülkadir Güler’in hayatı ve eserleri, yazı ve şiirleri üzerine yapılan yorumlar, şiir ve yazılarından bazı örnekler, Anadolu basınında hakkında yazılanlar, söylenenler, Abdülkadir Güler’le ilgili sistematik geniş bir bibliyografya, geniş bir kaynakça, Abdülkadir Güler’in albümünden bazı belgeler ve fotoğraflar yer alıyor. “Elli Yıl Böyle Geçti “ Abdülkadir Güler hakkında hazırlanan geniş bir çalışmanın özeti olarak görülüyor.
             2-GAZİANTEP’TE ZAFER GAZETESİ: Gaziantep ilimiz merkezinde 1 ve 8. sayfaları renkli, günlük yayınlanıyor. 11273. sayısı bize ulaşan gazetenin İmtiyaz sahibi: Ahmet Arpacıoğlu, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: M. Haldun Özsivil, Haberler Müdürü: M. Atilla Konukoğlu, Hukuk Danışmanı: Av. Metin Kaynak, Muhabir: Nimet İşim, Tlf: 0342-2323939
            ***
Kültür Kenti: Tekirdağ
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Rize Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Zümrüt Rize Gazetesi yöneticisi, değerli dostum Faik Bakoğlu’nun gönderdikleri arasında yeralan yayınlardan, Kültür kenti: Tekirdağ,      
Trakya’nın parlayan yıldızı: Tekirdağ, Tekirdağ Gezi Rehberi gibi yayınların getirdikleriyle ilgili bir değerlendirme yapmamız gerekirse:
Tekirdağ şehrinin kuruluş tarihi MÖ 6 binlere kadar iniyor. Şehir Tarakların, daha sonra sırasıyla Perslerin, Romalıların ve Bizansların egemenliğinde kalıyor. 1357 yılında şehir ve yöre Türkler tarafından fethedilerek, edebiyyen Türklerin hâkimiyetine geçiyor.
Şehrin ilk adı Bisanthe (Barbaros) olarak biliniyor. Romalılar devrinde Rhadesthus, Bizans devrinde Rodos olarak geçiyor. Türkler Tekirdağ’ı fethettikleri zaman adlı Rodosçuk, daha sonra Osmanlılar döneminde Tekfurdağ olarak adlandırılıyor. Cumhuriyet döneminde ise şehir Tekirdağ adını alıyor.
Tekirdağ, Her mevsimin kenti, Tkaryanın parlayan yıldızı, Efsanelerin masalların vazgeçilmezi, 4 mevsim ayrı ayrı güzellikleri sunan, kiraz kokulu mekan, Huzur ve sevgi kenti, Sakin şehir, Dionysos’un   nefes aldığı topraklar, Şarabın başkenti, Türkiye’nin rakı merkezi gibi adlarla anılıyor.
Bir çok tarihi olaylara sahne olan Tekirdağ için Atatürk’ün özel bir yeri vardır. Devletimizin kurucusu yüce Atatürk değişik tarihlerde, değişik vesilelerle Tekirdağ merkez ve ilçelerine gelmiştir. Hürriyet ve vatan şairi Namık Kemal’in de, Tekirdağlılar için ayrı bir yeri ve önemi vardır. 21 Aralık 1840 tarihinde Tekirdağ’da doğan Namık Kemal anısına inşa edilen Namık Kemal Evi 21 Aralık 1993 tarihinde hizmete girmiştir.
Şehirde, Tekirdağ Hükümet Konağı, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Taş Eserler Salonu, Arkeolojik küçük eserler salonu, Etnografya salonu, Rakcezi Müzesi, İbrahim Müteferrika anıtı, Namık Kemal Evi ve anıtı, Rüstem Paşa Camii, Rüstem Paşa külliyesi, Ertuğrul firkateyni anıtı, Şehitler anıtı, Hürriyet abidesi, Hüseyin Pehlivan anıtı, dikkat çeken yapılardır, görülmesi gereken yerlerdir. 
            ***
Kümbet Altında Dergisinin yeni sayısı
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Yıllarca Tokat ilimiz merkezinde, şimdilerde Ankara’da yayınlanmaya devam eden “Kümbet Altında”, eğitim, kültür, sanat ve edebiyat Dergisinin 53. sayısı masamda.
Derginin sahibi: İrfan Yıldız, Genel Yayın Yönetmeni: Osman Baş, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İsmail Polatçı. Yayın kurulu, yayın danışmanları ve yurtdışı temsilcilikleri var değişik isim ve imzalardan oluşan.
Kümbet Altında Dergisinin masamda bulunan 53. sayısının sayfalarında imzaları görülenlerden bazılarının sıralanışı şöyle: İrfan Yıldız, Osman Baş, Erol Barın, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Niyazi Gedik, Ali Rıza Atasoy Tamilla Abbashanlı, Duran Timur, Uğur Kılıç, Çiğdem Kader, Saim Sakaoğlu, Ahmet Sevgi, Şemsettin Küzeci, Bestami Yazgan, Mustafa Berçin, Ayhan Nasuhbeyoğlu, Ünal Kar, Nevin Yıldırım, Ali Akbaş, Talat Ülker, Halis Aktaş, Cemile Düzgün vd. Derginin sayfalarından aldığımız bazı cümleler imzaları itibariyle:
1. Vaktin öncesi ve sonrasında nerede, nasıl ve neyle olmamam gerektiği gerçeğine hiç takılmadım. Hayatın içi ve dışında ne varsa olduğu gibi kabul ettim (Osman Baş, Sayfa:3)
2. Halil Rıdvan Çongur, etkili ses tonu, güzel şiir okuması ve hatipliğiyle raydı-Tv ve edebiyat dünyamızda daima ilgi, takdir toplayan bir şahsiyetti (Nail Tan, Sayfa: 7)
3. Değerli İsa Hocam; Bakü’de nereye gittimse, siz de benimle idiniz. Her yerde sizi gördüm, sözlerinizi hatırladım. (Tamilla Abbashanlı, Sayfa: 15)
4. Cemile Düzgün’ün altı dörtlükten meydana gelen, “Kül güzel görsün” adlı şiirinden (Sayfa: 47)
Biline ki, en sevgili vatandır,
Essin ova, bayır yel güzel görsün.
Zümrütler doğuran nazlı sultandır,
Al, yeşil yüklensin, dal güzel görsün.

Ezgimiz kıvraktır, şartlarsa çetin,
Çıkıp kemençeyle oluruz bütün,
Bölmeye kalkanlar, bunu unutun,
Tatlıya bağlarız, bal güzel görsün.
***
Dr. Şemsettin Küzeci’den gelenler
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, merkez kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim, kitap ve dergilerin bana ulaşmasıyla ilgili toparlama ve değerlendirmelerim çerçevesinde, Kerkük’lü, eğitimci, şair, yazar, araştırmacı, gazeteci Dr. Şemsettin Küzeci’den bana ulaşan ve Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi merkez kütüphanesine gönderdiklerim için hazırladığım demirbaş listesinin 3117 den başlayıp 3264’e kadar ulaşan numaralara kaydedildi kitap ve dergiler. Teşekkürlerimi sunuyorum…
Dr. Şemsettin Küzeci’den gelen kitap ve dergiler arasında isimleri yeralanlardan, Osmaniye ilimiz merkezinde yayınlanan ‘Yenises’ dergisi ilk sırada yeraldı. Kitaplardan bazılarının isim ve imza sahipleri sıralaması da şöyle karşımıza çıkıyor efendim (Kitaplar: Ötüken yayını):
- Kaybolmuş günler (Mustafa Miyasoğlu), Dede Korkud (Anar), Dildeste (Rıfat Kızıltuğ), Kur’an-ı Kerim’in Türkçe anlatımı (Bekir Sadak),
- Rusya’da demokrasi (Rinat Muhammedi), Dansedilmek (Durali Yılmaz), Yücelikte tenhalık (Bahtiyar Vahapzade),
- Haliç hikayeleri (Muhterem Yüceyılmaz), Başımda esen kitap yelleri (İzzet Tanju), Bin yılın sonu (Hamit Nutki-Aytan),
- Galanaslı gül hatun (Yüksel Önem), Gülnar (Ahmet B. Ercilasun), Kıyam (Durali Yılmaz), Rüya ressamı (Muhterem Yüceyılmaz),
- Balkan volkanı (Dr. Arslan Tekin), Gözyaşı medeniyeti (Ömer Öztürkmen), Türk askeri kültürünün tarihi gelişmesi (Suat İlhan),
- Kutup yıldızları (Durali Yılmaz), Bozkır imparatorluğu (Çev: Dr. M. Reşat Uzman), Mevlana-Divan-ı kebir seçmeler (Hzl. Şefik Can),
- Sabrımı denedim (Şevket Arı), Cavidan (Bayram Çinkil), Geleceğin eşiğinde (Ömer Öztürkmen), Koçaklamalar (Şemsettin Yapar),
Gül suyu (Niğdeli Hakkı Eroğlu), Bir destan kahramanı - Salur Kazan (Doç. Dr. Ali Yılmaz), Roman düşüncesi ve Türk romanı (Mustafa Miyasoğlu), Bir aşk serüveni (Mustafa Miyasoğlu). 
***
Sarıkamış Yürüyüş Parkurları
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Önemli saydığımız, böyle kabul ettiğimiz yayınlar vardır. Bunların sayfalarındaki gezintimi biraz daha titiz, biraz daha duraklayarak sürdürüyorum.
Rize ilimiz merkezinden, gazeteci dostum Faik Bakoğlu’nun gönderdiği yayınlardan, kitaplardan bir yenisi: Sarıkamış Yürüyüş Parkurları, adının taşıyıcısı. Serhat Kalkınma Ajansı tarafından 152 sayfayla pırıl pırıl bir baskıyla yayınlanmış.
Ersin Demirel hazırlamış. Sarıkamış Kaymakamlığı, Sarıkamış Belediyesi, Çakma Otel ve Kuzey Doğa Derneği katkıda bulunmuşlar. Hüseyin Demirci, Kuzey Doğa Derneği, Ersin Demirel fotoğraflarıyla kitabın zenginleştirilişini sağlamışlar. Tasarım Ali Göçmen’e ait.
İçindekiler başlığı altında verilenlerin bazıları şöyle sıralanıyor: Sarıkamış hakkında, Yöre mutfağı, El sanatları, Tarih, Sarıkamış harekatı, Sarıkamış kayak merkezi, Rota hakkında, Kısa parkurlar, Uzun parkurlar, Kültür rotaları, Ulaşım, araç kiralama, önemli telefonlar vd.
Serhat Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Tutar imzalı bir sunuş var 5. sayfada. Giriş sayfası 9 dan aldığımız birkaç cümle: “Dağların eteklerindeki çıplak platolarda, beyazlığın ortasında uzayan elektrik ve telefon direkleri, araç şoförleri için yolların kılavuzudur. Yılın büyük bir bölümünde karlarla kaplı olan harikalar diyarı Sarıkamış, ülkemizin en önemli kayak merkezlerinden biri”..
Sarıkamış hakkında bilgiler verilirken; “1500 ile 3000 metre irtifadaki yüksek platolar üzerine yayılan Sarıkamış, Kars ilinin güneybatısına konumlanıyor. Allahuekber, Soğanlı ve Güllü dağlarının çevirdiği Kars Düzü’nün ucundaki Sarıkamış, Anadolu yarımadasının Kafkasya’ya geçiş noktasında bulunuyor” denildiğini görüyoruz.
Yürüyüş parkurlarından, kısa olanlarından birinci parkur: Hamamlı Kızkalesi-Kızlar Kalesi 5 km. Hamamlı ile Şehitemin köyleri arasında yeralan kale, yöre insanları tarafından Kızkalesi olarak biliniyor.
Uzun parkurların birincisi: Oteller-Kızlar Kalesi-Keklik Vadisi-Çürüktaş-Hamamlı Köyü-Şehitemin yaylası. 32 km. İki günlük, kamplı bir etkinlik olarak planlanıyor. Kamp alanı olarak Çürüktaş mevkii ve Keklik Vadisinin kullanılması öneriliyor. 
***
Bir Takvimin içinden
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Merkezi Nevşehir-Hacı bektaş’da bulunan, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneğinin 2014 yılı duvar takvimi, değerli dostum, araştırmacı-yazar, folklor uzmanı, şair ve bilim adamı, merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajansın kurucusu, yöneticisi Prof. Dr.Hayrettin İvgin tarafından bana ulaştırıldı.
Takvim ilk bakışta bilinen, klasik takvimlerden biri gibi görülüyor. Ama sayfaların çevrilmesiyle farklılık hemen karşımıza çıkıyor. İlk sayfada, Devletimizin kurucusu büyük devlet adam M.Kemal Atatürk’ün fotoğrafı ve sözlerinden seçmeler yer alıyor.
İkinci sayfada Esedullah İmam-Ül evliya Hazreti Ali fotoğrafı ve sözleri, Teslim Abdal’ın bir şiiri, Hz. Muhammed’in bir sözü dikkat çekiyor. Sonra üçüncü sayfada Hacı Bektaş Veli Hazretlerinin türbesi ve açıklayıcı bilgiler, arkasından gelen sayfalarda sırasıyla; Kırklar Meydanı fotoğrafı Şah Hatayi imzali bir şiir,Huzur-u Pir görüntüsü,üç ayrı şiir,Aslanlı çeşme görüntüsü açıklaması ve 4 ayrı şiir,Balım Sultan Türbesi görüntüsü ve açıklaması,Hünkar Hacı Bektaş Veli Hazretleri (13.yüzyıl) fotoğrafı ve açıklamalar bir şiir,Bektaş Efendi Türbesi görüntüsü ve açıklaması iki ayrı şiir,Kadıncık Ana evi görüntüsü ve açıklaması,Kerbela Şehid-i Ekberi Hazreti Hüseyin fotoğrafı ve açıklaması,bir şiir,Delikli Taş/Çilehane görüntüsü ve açıklaması dikkat çekiyordu.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneğinin iletişim adresi: Çarşı içi, Welbert Cd. Hacı Bektaş-Nevşehir Tlf:0384-4412179. İkinci sayfada yer alan 17. yüzyılda yaşamış Teslim Abdal imzalı dokuz ayrı dörtlükten meydana gelen “İmam Ali Ali” adlı şiirden iki dörtlük aktaralım:

Sefilin halinden bilen,
Gözünün yaşını silen,
Çağırdığım yere gelen,
On İki İmam Ali Ali.

Hasan Hüseyin’in piri,
Zeynelabidin’in sırrı,
Muhammed Bakır’ın nuru,
On İki İmam Ali Ali.

Hz. Ali’nin sözlerinden: Verdiğin sözden dönme ahdine hıyanet etme, düşmanın bile olsa aldatma. Her derdin bir ilacı vardır ama ahlak bozukluğunun ilacı yoktur. Söz söyleyenlerden olmazsan, dinleyenlerden ol. İnsanın kaderi azmettiği şeyden bilinir. Hırslıyı, hırsı öldürür.  
            ***
Ahmet Ayaz’dan: Sihirli Mektuplar
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Ahmet Ayaz, Gaziantep ilimiz merkezinden seslenen, şair, yazar ve araştırmacılarımızdan.
56 sayfalık “Sihirli Mektuplar” adlı şiir kitabı, sevimli görünümüyle bizimle selamlaştı.
Merkezi Gaziantep’te bulunan Çağrı Kitapevi yayınları arasında Günyüzü gören “Sihirli Mektuplar”ın ön kapağında, kitap isminin altında iki mısra dikkat çekiyor. Bu iki mısra: İhanet, iftira etme alime/Edepsizlik şöhret değil zalime.
Sunuş yazısı ilk sayfada karşımıza çıkıyor Ahmet Ayaz imzalı. Buranın bir yerinde; “Bu kitabımda hiciv ağırlık kazanmaktadır. Elbette şiirlerimde kendini bulanlar olacaktır. Ben daha ziyade Türk şiirine ihanet edenlere kızgınlığımı belirtim” deniliyor.
Türk şiirinin ustalarından, şiirle ilgili görüşlerinden cümle örnekleri verilmiş ilk sayfalarda ise, Ahmet Ayaz ve eserleriyle ilgili ortaya konulan görüşlerden örnekler verilmiş imzaları itibariyle. Bu isim ve imzalardan biri de, bu satırların yazarı İsa Kayacan.
Altı dörtlükten meydana gelen “Destan” adlı anlatımla söze başlanmış. Bu şiirin iki dörtlüğü şöyle karşımıza çıkıyor:

Azmim şaha kalkıp haykıran bir at,
Yıldırım’ın hızı ile koşuyor,
Milletim gülecek, bitecek feryat,
Adaletin ruhu ile yaşıyor.

Ayaz’ım ben Oğuzlardan biriyim,
Karanlığa yıldız olur akarım.
Karlı dağda, yiğitlerin piriyim,
Cehaleti ateş olur yakarım.

Ahmet Ayaz, şiirimizin ustaları arasındaki yerinden seslenen, olgunlaşan kalemiyle bilinen, alkışlanan bir imza ve sahibidir. Gelecekte yazacağım, yayınlayacağı şiirleriyle, kitaplarıyla daha bir bütünlük içinde karşımıza çıkacaktır. Tebriklerimi sunuyorum efendim. 
***
Doğan Soydan’dan: 2. baskılı 81 il - 81 şiir
                                              Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Kitapların birinci baskılarının dışındaki baskıları, yeni baştan gözden geçirmelerden sonra şekilleniyor, okurlarıyla yeniden buluşuyor, buluşturuluyor.
Doğan Soydan hocanın “81 il-81 şiir” adlı illerin şiirle anlatılışı olan kitap, merkezi Ankara’da bulunan Payda Yayıncılık yayınları arasında 112 sayfayla 2. baskılı olarak Günyüzü gördü. Payda Yayıncılık’ın kurucusu, sahibi ve yöneticisi, sayfalara can veren başarılı editör Gülendem Gültekin’in tasarımıyla sayfalar şekillenmiş. Doğan Soydan hocanın bir önsözü var, 81 il- 81 şiir hakkındaki görüşleri yer alıyor 5 ve 6. sayfalarda. Buranın bir yerinde: “Bu çalışma bir yandan illerimizi tarihi zenginliği, doğal güzelliği yönünden tanıtırken, bir yandan da bunu bir şiir tadıyla vermeyi amaçlamıştır” deniyor.
Yazar ve araştırmacı Murat Özmen Hocanın “İllerimiz-Şiirlerimiz” başlığıyla yazdığı değerlendirme 4 sayfayla şekillenmiş, sayfalar aktarılmış.
İllerimiz alfabetik sıraya göre bir sıralama içinde veriliyor. Bilindiği, tahmin edilebileceği gibi, Adana ilimiz ilk sırada şiirleştirilmiş, şiirler anlatılmış. Adana ilimizin ilk dörtlüğü:

Oğuz Türklerinin Üçok kolundan,
Yüreğir beyinin yurdu burası.
Toprağı altındır, suyu bereket,
Toros Dağları’nın Çukurova’sı..

İllerimiz genelde, üç, dört, beş ve altı ayrı dörtlüklerle ifade edilmiş, anlatılmış. Bazı illerimiz serbest şiir türüyle anlatılırken, kitap içindeki çoğunluk hecevezni şiir türüyle kaleme alınmış, sayfalara aktarılmış. Kahramanmaraş ilimizin Elbistan ilçesi doğumlu olan Doğan Soydan hocamız, kendi ili, Kahramanmaraş için altı dörtlüklü bir anlatım ortaya koymuş. 68 ve 69. sayfalarda yeralan “Kahramanmaraş” anlatımlı bir dörtlük:

Sütçü İmam Kurtuluş’un onurun,
Aynı yolda yürür oğlun, torunun,
Duman duman olmuş Tekir yolunun,

Her gece düşümde, gördüğüm Maraş.